Mart 2011’de Ahmet Şık ve Nedim Şener’in Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınarak tutuklanması gözlere inen bazı perdeleri kaldırmıştı.
Kayda değer bir kesim, o saate kadar iktidar kavgası içinde bir tür zorunlu demokratikleşme hamlesi olarak gördükleri Ergenekon vb operasyonların aslında varsayıldığı gibi demokratik bir potansiyele sahip olmadığını idrak etti.
Gözlerden kalkan bir başka perdenin ardında da mahpus gazeteciler vardı. Gazeteciler memleketin hapishanelerini aslında hiç boş bırakmamıştı ama çoğunlukla sistem karşıtı bir yayın çizgisi izleyen sosyalist basından ya da özgür basın geleneğinden gazetecilerdi. Devletin “Onlar aslında gazeteci değil” gerekçesine, maalesef anaakım medyada çalışan pek çok gazeteci, hatta kendini solcu ya da muhalif diye tanımlayanlar da hak veriyordu.
Ancak AKP devlet iktidarını ele geçirme yolunda aşama aşama ilerledikçe, “sistem” denen şeyin kendisi öylesine konum değiştiriyordu ki anaakımda çalışan gazeteciler de kendilerini kademe kademe “sistem karşıtı” bir konumda, hapishanede, kapının önünde bulacaktı.
Şık ve Şener’in tutuklanması bu süreçte en azından vicdanı olanlar için bir işaret fişeği olmuştu. Gerçi şimdi içerde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çeken dönemin Taraf Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan, Şık ve Şener’in tutuklanması ile ilgili olarak Zekeriya Öz’ün “Gazetecilikten tutuklanmadılar” sözünü manşete taşıyabiliyordu hala.
Ama bir yandan da farklı çevrelerden gazeteciler ve kitle örgütleri yan yana gelip kampanyalar yürütmeye, bu sarsıcı olay çevresinde tutuklu gazeteciler sorununa dikkat çekmeye başladı.
Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları (ANGA) o dönem bir ayağı sokakta olan etkili bir kampanya yürüttü. Geniş bir yelpazeden pek çok gazeteci ve kitle örgütleri, gazetecilerin özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı için harekete geçti.
AKP, adliyeler ve hapishaneler eliyle adeta hepimizi eşitlemişti. Öte yandan bu güzel bir dayanışmaya da vesile olmuştu. Daha önce durumu ne ulusal ne uluslararası alanda gündeme gelen onlarca mahpus gazeteci de bu vesile ile hatırlandı.
***
Ergenekon Davası, Odatv Davası, KCK Basın Davası, Cumhuriyet Davası, 15 Temmuz Darbe Girişimi Davası,
Özgür Gündem Nöbetçi Genel Yayın Yönetmenleri Davası…
AKP’nin iktidar yolculuğu sürdükçe çember daralıyor, meslektaşlarının tutuklanması karşısında “Gazetecilikten tutuklanmadılar” diye manşet atanlar dahil her seferinde daha geniş bir kesim adliyelerin, hapishanelerin yolunu tutuyordu.
Devlet içi ittifaklar değişiyor, işbirlikçiler ve sanıklar yer değiştiriyor ama Kürtlerin ve Kürtleri yalnız bırakmayanların yeri sabit kalıyordu. Dokunan bazen yanıyordu ama Kürt meselesine dokunan her zaman yanıyordu.
Mart 2011’de birlikte tutuklanan ve ortak bir kampanyaya adlarını veren Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın, birlikte tahliye edildikten sonra bu kadar farklı noktalara gelmelerinin bir sebebi de budur.
Odatv’den Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç ve Barış Pehlivan, Yeni Çağ’dan Murat Ağırel ve Yeni Yaşam’dan Ferhat Çelik ve Aydın Keser’in aynı soruşturma kapsamında tutuklanmasının ardından bazı medya organlarının ve bazı gazetecilerin Ferhat ve Aydın’ın adını anmaktan imtina etmesinin sebebi de budur.
Bu görmezden gelme tavrı Ferhat ve Aydın’ı, onların gazeteciliğinin değerini yok eder mi? Etmez.
***
Ayşenur Arslan, Barış Pehlivan’ın ifadesi sırasında dayanışma için adliyeye gittiğinde Nedim Şener’e de sosyal medyadan çağrı yapmış, bu çağrı yanıtsız kalınca da koridorda Ahmet Şık ve Barış Pehlivan’la çektirdiği fotoğrafını paylaşmıştı. Meslektaşlarının tutuklanmasına neredeyse alkış tutan Şener, Ayşenur Aslan’ın çağrışına da “PKK’ya terörist diyemeyenlerle beni yan yana koymayın” diye yanıt verdi. Utanma duygusunu epeydir yitirmiş bulunan Nedim Şener’in yüksek sesle dile getirdiği bu tutumu aslında pek çokları da sessizce sergiliyor.
Şaşırtıcı değil, çok mesele etmemek lazım. Vaktiyle yazdıkları nedeniyle hapse atıldığında yürüdük, pişman değiliz. Hapiste, mahkeme salonunda ve hapisten çıktıktan sonra, aslında bizden olmadığını ispatlamak için kırk takla atanlar için de yürüdük, pişman değiliz.
Bu karşılık bekleyerek yaptığımız bir şey değildi çünkü. Bu, inandığımız doğruların, basın özgürlüğü, halkın haber alma hakkı, hakikat ve eşitlik mücadelesinin bir gereğiydi.
Bu mücadelede şüphe yok ki daha çok yürüyecek, kendisi için yürüdüklerimiz tarafından daha çok yalnız bırakılacak ama asla yalnız bırakmayacağız. Yalnız bırakıldığımızda eksilmiş olmayacağız. Bu da bizim farkımız.