Canlılar su olmadan yaşayamaz. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler… Hatta cansız varlıklar bile su ile hemhal haldedir. Susuz bir yaşam olmaz.
Devlet(ler) ve su
Devletlerin kültüründe suyun yeri hep ayrı olmuştur. Su konusunda; adaleti sağlayan, eşitliği uygulayan, toplumlar yararına yöneten, canlıları gözeten yönetenler olduğu gibi saydığım kriterleri önemsemeyen devlet yöneticileri de oldu.
Üzerinde yaşadığımız coğrafyada gelmiş, geçmiş devletlerin hepsinde su kültürü köklüydü. Suyu hep önemsedi, doğayla barışık değerlendirdi. Toplanan vergilerin önemli bölümü su ile ilgili işlere ayrıldı. Osmanlı’da toplanan, adına onda bir (öşür) denilen vergi, insanların yek başlarına üstesinden gelemeyecekleri işleri çözüme kavuşturmak için toplanırdı. Toplanan bu vergiler genellikle köye su getirmek için bent, akarsu üzerine köprü, suyu toprakla buluşturmak için kanal yapımında kullanıldı. Cumhuriyet döneminde toplanan vergilerden, yurttaşlara yol, su ve elektrik sağlanacağı varsayılmıştı. Hatta bu amaçla devlet, Yol Su Elektrik- YSE teşkilatını kurmuş, hizmetler vermiştir. Yine Toprak-Su, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bu amaçlara hizmet için kurulmuş kamu kuruluşlarıydı. Ancak 1980 sonrasında iyi yanı çok olan bu gelenek sürdürülmedi.
Önce YSE, TOPRAK SU ve TOPRAKİSKAN kuruluşlarının birleştirilmesi ile 1984 yılında Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü kuruldu ve Tarım Bakanlığına bağlandı. Yani YSE ve Toprak-Su ortadan kaldırıldı. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü de, 2005 yılında kapatılarak, devletin toprak ve su ile bağı koparıldı. Toprak, elektrik ve su konularında devletin yerini şirketler aldı; şirketler, elektrikte cirit atmaya, suda sörf yapmaya başladı.
Çiftçiler ve su
Devletin su ile olan ilişkisi toplum yararından, şirket çıkarına hizmete dönüşünce, çiftçiler suya erişemez duruma geriledi. Vergi verdikleri yönetenleri de, su dertlerine çözümsüzlük üretince, kendi göbeklerini kendileri kesmek zorunda kaldı. Kuyular açtılar; izinli, izinsiz. Açtıkları kuyulara motorlar bağladılar sularını çekmek için. Suyu 500-600 metre derinliklerde aramaya koyuldular. Onlar suya erişmek için derine indikçe, beygir gücü yüksek makinelere ihtiyaç duydular. Bir yandan beygir gücü artıkça makine fiyatları yükseldi, diğer yandan beygir gücü yüksek makine, fazla elektrik kullanımı gerektirdi. Elektrik fiyatı, çiftçi kazancına oranla orantısız artıkca da çiftçi borcunu ödeyemez duruma düştü; şirketlerin kölesi durumuna dönüştü. Şirketler, çiftçilerden parasını tahsil etmek için bu kez hükümeti devreye koydu. Bakanlar Kurulu, çiftçilere verilen devlet desteğinden şirketlerin alacaklarının kesilmesi için karar aldı. Devletin verdiği destek parası çiftçilerin eline ulaşmadan enerji şirketlerinin kasalarına aktı. Elektrik borcunun altında inim inim inleyen çiftçiler, “pamuk ekemeyeceğiz, ürün yetiştiremeyeceğiz” diye feryat ediyor, ne çare! Kulaklar tıkalı, duyan yönetim beri gelsin. Üstüne üstlük, “zaten onlar elektriği kaçak kullanıyorlar; devletin sırtında yükler” diye propaganda yapılarak itibarsızlaştırılıyorlar bir de. Su nedeniyle borçsuz çiftçi yok dereceye gelmişken bu kara propaganda hala sürmekte. Güneydoğu’da durum böyle de, batıda iyi mi? Ne gezer! Konya’daki obruklar ve çiftçi borçları batıdaki olumsuzluğa tanık olarak orta yerde duruyor.
Anlayacağımız şu meselesi, şu an, iyi devlet yönetimi (toplumdan yana) ile iyi olmayan (şirketlerden taraf) devlet yönetimi konusunda turnusol kağıdı görevi görüyor.