Kıbrıs’ta birleşmeyi önleyen sağ saltanatı yıkan ikinci cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat yönetiminin başbakanı Ferdi Sabit Soyer 12 Mart darbesinin yıldönümünde sorularımızı yanıtladı: Lefkoşa’da beş gece eziyetin daniskasını yaşadık. ‘BEY Faşizmi’ne karşı mücadele verdik
Mehmet Ali Çelebi
Etnik, dinsel vb. ayrımları aşamayanların müdahaleleri nedeniyle Kıbrıs’ta Kuzeydeki Türk toplumu ile Güneydeki Rum toplumu arasındaki duvarlar indirilemiyor. Çözümsüzlüğü yöntem belleyen Rauf Denktaş’ın her seferinde cumhurbaşkanı ilan edilmesi Kıbrıs’ın kördüğüm olmasında öne çıkan parametrelerden oldu. Bu sağcı döngüyü kıran partilerden biri CTP oldu. Lefkoşa Belediye Başkanlığı’ndan başbakanlık ve cumhurbaşkanlığına uzandı. 12 Mart darbesinin yıldönümünde, müzakerelerin yoğun olduğu 2005-2009 dönemi başbakanı Ferdi Sabit Soyer, Kıbrıs eksenli dalgalanmalar, çözüm rotaları ve 26 Nisan 2020 cumhurbaşkanı seçimi konusundaki sorularımızı yazılı olarak yanıtladı.
- Siyaset serüveniniz, milletvekili, CTP GS, CTP Başkanı ve Başbakanlık olarak ilerliyor. Zor bir tarihsel iklimde yol haritanızda öğrencilik döneminden beri aldığınız yolu, kritik dönemeçleri sormak istiyorum…
Siyasete atıldıktan sonra diye soruya başladınız. Hep şunu söylerim, bizim kuşaklar, öncesi ve sonrası siyasete mi atıldık, yoksa siyaset ve siyasi gelişmeler mi bizi siyasetin tam göbeğine taşıdı? Bence ikincisi. Düşünün çocukluk döneminde, duvarlara “Ya Taksim Ya Ölüm” ile “ENOSİS” sloganlarının karşılıklı yazıldığı, Lefkoşa’da Küçük Kaymaklı’dasınız. Bir yandan İngiliz sömürge yönetiminin askeri baskısı. Öte taraftan da EOKA ve TMT’nin dar milliyetçilikle oluşturduğu şiddet ve baskı ortamı. Ben Kıbrıs Sendikal Hareketinin (PEO) en etkin yöneticilerinden olan Ahmet Sadi’nin eşinin Leman hanımın Küçük Kaymaklı’da halkın desteği ve katkısı ile açtığı Ana Okulunda öğrenime başladım. Bir gün bir haber: Ahmet Sadi’yi TMT öldürmek için suikast yaptı ve eşi suikastçının önüne
geçti. Ağır yaralandı. O kadın da sizin öğretmeniniz. Neden niçin soruları ve içinizdeki isyan büyüyor. Size bazıları diyor ki “O vatan haini, Rumcu onun için vuruldu.” Ama siz çocuk aklınızla o iri iri lafları söyleyene “hayır öyle değil” diyorsunuz. Çünkü o vurulan kadın, bize Atatürk’ü , 23 Nisan’ı, 19 Mayıs’ı anlatandı. Okulun içinde Türk bayrağını gösteren ve “aman çocuklar bunu İngilizler bilmesin” der, biz de öğretmenimizi İngiliz askerlerini şeytan gibi görerek koruduğumuzu sanırdık. Bu sorulara cevaplar aramaya ta o çocukluk yaşlarından başladık. Sonra Emekçi gazetesini çıkartan çok sevdiğiniz, babanızın da çok sevdiği Fazıl Önder Saraç’ın da aynı nedenle vurulup öldürüldüğünü duyarsınız. İsyan çocuk yüreğinizde büyür. Sonra babanız korku dolu gözlerle size gelir ‘bu soruları sormayacaksın eğer sorarsan babana, annene kardeşlerine saldırırlar’ der. Bir başka korku sizi sarar.
Arkasından EOKA şiddeti ve sizi de o EOKA şiddetinden koruyacak tek alternatifin de TMT olduğunu duyarsınız. Sonra birlikte top oynadığınız Kıbrıslı Rum çocuklarla tüm temasınız kesilir. Birbirinize korku ve düşmanlıkla bakmaya çalışırsınız. Sonra sokak çatışmalarını görürsünüz.
Onca olaydan sonra ansızın bir haber: Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu, artık barış geldi. “Ne oldu ne bitti?” kimse bir şey söylemiyor. Cumhuriyet ilan edildikten sonra büyüklerin söylediği şu sözü o çocuk hafızam kaydetti. “Onlar ya öleceyik ya ENOSİS” derdi, biz de “Ya böleceyik ya öleceyik” derdik. Şimdi Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti. Cumhurbaşkanı Makarios, Yardımcısı da Dr. Fazıl Küçük, Amerika ve İngiliz ne isterse, Ankara ve Atina neyi kabul ederse o olur. Biz de “hullum bullum develer peşinden gideriz.” Yani “neden, niçin” sorularına bir de “biz neyiz” sorusu da eklendi.
Cumhuriyet döneminin sakinliği de 1963 Aralık ayında, şiddetli silah sesleri, çatışmalar ölümler ve en nihayetinde yaşadığımız semti, evimizi terk ederek göçmenlik maceramızla son buldu. Artık ne okulumuz, ne bölgemiz, ne de evimiz kalmıştı. Lefkoşa’da bir akrabanın evinin bir odasında yaşamımızı sürdürmeye başladık. Silah seslerinden silahları tanımayı öğrendik…
Zor günler zor zamanlar. Ortaokulu böyle okuduk. Evde ise tüm haber bültenleri tek tek dinlenir Kıbrıs sorunu konusunda bir gelişme aranırdı. Bu arada Ankara Radyosu kısa dalgadan, babam TBMM saatini dinlerdi. Artık farklı sesler duyuyorduk. TİP milletvekillerinin Mehmet Ali Aybar’ın, Çetin Altan’ın, Behice Boran’ın ve diğerlerinin konuşmaları bizim için yeni ve çok farklı idi. Bu yalnız benim serüvenimin değildi. Tüm yaşıtlarımın serüveni idi.
Daha sonra Lise hayatı başladı. Lise ikiye gelince de okul müdürümüzün teşvik edici konuşmaları ile Mücahit Ordusu’na katıldık. Evimizden çıktık, kışlaya gittik. Sabah 7.30 ile öğlen 1 arası okula gider, ama saat ikide kışlada içtimada hazır olmak zorunda idik. Askerlik eğitimi ve nöbet tutar ağır ve hafif silahların tümü ile haşir-neşir idik. Çok iyi askeri eğitim alırdık. Ama 1968 yılı dünyada devrimci gençlik hareketinin yükseldiği dönemdi. Ayrıca Türkiye’de de devrimci gençlik hareketi yükselmişti. Bizden büyük abilerimiz Kıbrıs’a bu değerleri taşıdılar. Tüm baskılara karşın kışla duvarlarını aştı bu değerler. Kitaplar, müzikler, konuşmalar ama her şey yeni ve farklı idi. Nazım Hikmet’i okumak, sol dergi ve kitapları okumak yaşamımıza girdi.
Sonra 12 Mart 1971 askeri darbesi. Üstümüze Kıbrıs’ta da balyoz gibi çöktü. Türk bölgelerinde var olan askeri idare daha da ağırlaştı. Biz işte Türkiye’ye Ekim 1971’de yüksek öğrenim için üç yıl askerlikten sonra gittik. Gittiğimiz İstanbul, Ankara ve İzmir’de Kıbrıs öğrenci yurtları kapatılmış. Kıbrıslı Türk öğrencilerin bu üç şehirde bulunan dernekleri ve bunların üzerinde yükselen Kıbrıs Türk Ulusal Öğrenci Federasyonu kapatılmıştı.
Abilerimizin kimisi Kıbrıs’a gelmiş, bir kısmı sınır dışı edilmiş ve tümü baskı altında idi. Biz eski abilerimizin de desteği ile o faşizan şartlarda buluştuk ve yakalanmadan Kitap bulmayı, okumayı ve bir birimizle bağ kurmayı kısa sürede öğrendik. Ben 1972 yaz ayında Kıbrıs’a tatile gittiğimde CTP’ye üye oldum. Sonra Türkiye’de Ecevit hareketi ile CHP’ye elimizden geldiğince katkı koyduk. 1973 seçimlerinde karınca kararınca aktif olarak çalıştık. Ecevit’in MSP ile kurduğu koalisyon ve Sayın Ecevit’in başbakan olması 12 Mart askeri idaresinin gerilemesi Kıbrıs’a da etki etti. Sendikal ve demokrat hareketler gelişti. Ancak bunun öncesinde 1973 yılının başında Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı seçimi vardı. Dr. Fazıl Küçük askeri yönetimin de baskısı ile adaylıktan çektirildi. Rauf Raif Denktaş tek aday dendi. İşte o aşamada 1970’de kurulan CTP Cumhurbaşkanı Yardımcılığı için Başkanı Ahmet Mithat Berberoğlu’nu aday gösterdi. Biz de Türkiye’den bir grup arkadaşla birlikte seçim çalışmalarına destek olmak için geldik. O kampanya inanılmaz faşist saldırılar ve baskılar altında sürdü. Ama yılmadık. Ancak en nihayetinde Berberoğlu’na “adaylıktan çekilmezsen partili gençlerini vuracağız” dendi. Berberoğlu bunu kaldıramadı ve adaylıktan çekildi. Bu bizim için ciddi bir kırılma idi. Ancak dağılmadık ve ayakta kaldık.
Sonra Ecevit hükümeti döneminde artan demokratik potansiyel ve ‘BEY Faşizmi’ (BEY Faşizmi, Bayraktarlık, Elçilik ve Yönetim üçlüsünün baş harflerinden oluşur. Bayraktarlık, askeri yönetim. Elçilik, Türkiye’nin Kıbrıs’taki yönetim gücü. Yönetim de Kıbrıs Türk Toplumu yönetimi. Üçünün ortak faşist anlayışına dönük ortak bir ifade) diye tanımladığımız yapının çok az dahi olsa gerilemesi ile mücadelede artış oldu. Nitekim sendikal hareketlerde ciddi gelişmeler olmaya başladı. Nihayetinde o dönem ismi Kıbrıs Türk İlkokul Öğretmenler Sendikası olan günümüzün KTÖS sendikasının başkan ve aktif üyeleri olan Arif Hasan Tahsin ve arkadaşlarının tutuklanması üzerine, Ankara, İstanbul ile İzmir’deki Kıbrıslı Türk öğrenciler olarak bu faşist baskıları protesto eden ve sendikacılara dayanışmamızı ifade eden bildirileri Türkiye’de basıp, tüm ada çapında halka dağıttık. Bu adım üzerine 10 Temmuz 1974’’te tutukladık. Lefkoşa’da hücreye konduk. Tam beş gün beş gece eziyetin daniskasını yaşadık. Sonra hücrelerde iken silah sesleri duyuldu. Tam bir çatışma hali. Ne oluyor demeye kalmadı hücreler açıldı ve bize, “Rum tarafında Yunan Cuntası, EOKA-B ile birlikte darbe yaptı, hadi çocuklar artık durum ciddi, seferberlik ilan edildi, eski bölümlerinize gidin” dendi. Hücrelerden çıktık. Ailelerimizle buluştuk, sonra partiden arkadaşlar geldi. “Bu bir faşist darbedir, artık halkımızı buna karşı savunmak için mevzilere gitme kararı aldık. Herkes eski görev yerlerine” kararını ilettiler. Böylece hücrelerden çıkarak askere girdik. Sonra 20 Temmuz 1. ve 2. askeri hareketinde yer aldık. Savaşı yaşadık. Bu yüzden barışın önemi yaşamımızda belirleyici oldu.
Ben, İKÖK Kurucu üyesi ve daha sonra başkanı, ondan sonra KÖGEF kurucusu ve başkanı oldum. 1977 yılı itibarı ile Kıbrıs’a geldim. CTP de aktif olarak çalışmaya başladım. Devrimci Genel İş Sendikası’nda ve onun oluşturduğu DEV-İŞ Federasyonu’nda aktif sendikal görevler yaptım. CTP Parti Meclisi üyeliği, MYK üyeliği, partide eğitim sekreterliği görevlerini yaptım. 1985 seçimlerinde milletvekili seçildim. Sonra partimizin efsanevi Genel Sekreteri Naci Talat’ı 46 yaşında vakitsiz kaybettik. 1992’de Genel Sekreterlik görevine seçildim. 1994 itibarı ile parti koalisyon ortağı olunca Tarım Doğal Kaynaklar ve Enerji Bakanlığı görevini parti verdi. O dönem zor bir dönemdi. Yüzde 200 enflasyon yediğimiz ve Kıbrıs sorunu ile ekonomide çok ciddi çalkantıların yaşandığı bir dönemdi. Ancak CTP o dönemde günümüzde hala etkisini devam ettiren Toplu Sözleşme ve Referandum yasalarını çıkartarak sosyal sigortalarda önemli gelişmeler sağlayarak, emekçilerin gasp edilen haklarını iade ederek, söz ve fikir özgürlüğü alanlarında hayati gelişmelere katkı koyarak demokrasiyi geliştirmeye katkı sağladı. Öte taraftan Kıbrıs sorunu ile ilgili önemli gelişmelere destek oldu. Ama bu yapı 1997 itibariyle Refah-Yol Hükümeti’nin desteğiyle bir darbeyle yıkıldı. Ancak biz, bizi darbeyle götürenlerin, 28 Şubat Darbesi ile alaşağıya edilmesini alkışlamadık. Akabinde darbeye karşı durduk. Çok zor süreçler yaşamımıza karşın, barış demokrasi ve emeğin hakları ile kendi kendini yöneten bir toplum hedefinden uzaklaşmadık.
Daha sonra partide Genel Sekreterlik görevimi başkan Sayın Mehmet Ali Talat’la birlikte devam ettim. 1998 2003 yılları arasında tüm baskılara karşın, barış ve demokrasi için parti en büyük kitle eylemlerinin ve direnişlerin odağı oldu. 2002 yerel seçimlerinde Lefkoşa, Girne, Mağusa basta olmak üzere Belediye Başkanlıklarını kazandık. 2003 Aralık seçimleri ile partimiz birinci parti oldu. Genel Başkanımız Talat Başbakan oldu. Üstelik en olmayacak işi gerçekleştirdik. Genel Başkan Başbakan olarak Kıbrıs görüşmelerinde görüşmeci oldu. Arkasından Cumhurbaşkanlığı seçimi oldu. Talat Cumhurbaşkanı seçildi. Ben de 2005’’te Başbakan ve Parti Başkanlığı görevi aldım. Başbakanlığı 2009 seçimlerine kadar sürdürdüm. 2011 yılına kadar parti başkanlığını devam ettirdim. Sonra Kurultayda aday olmadım ve görevi diğer arkadaşlara devrettim. Daha sonra milletvekilliğine de aday olmadım.
- 15 Kasım 1983 devlet ilanı sürecini sormak istiyorum. Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesinin dumanları tüterken Ankara-Lefkoşa hattında yaşananları bugünden bakınca nasıl değerlendirirsiniz?
Bir kere 12 Eylül faşist darbesi bizde de büyük bir öfkeye yol açtı. Çok konuşulmaz, ancak 12 Eylül askeri darbesinden hemen sonra Kıbrıs’ta, Devlet Başkanlığı ve milletvekilliği seçimi yapıldı. 1981 yılının yaz aylarına denk genel bu seçimlerde, Rauf Raif Denktaş UBP adayı, Toplumcu Kurtuluş Partisi’nden (TKP) Ziya Rızkı ve Cumhuriyetçi Türk Partisi’den Özker Özgür adaydı. Ancak hala tartışmalı olan bir seçimde Denktaş’ın 1. turda kazandığı daha sandıklarda oylar sayılırken ilan edildi.
Ancak TKP, CTP ve DHP o seçimlerde 40 kişilik KTFD Meclisinde 21 milletvekili ile çoğunluğu Denktaş-UBP iktidarına karşı 12 Eylül askeri yönetimine ve yapılan tüm baskılara karşı kazandılar. TKP 14 milletvekili, CTP 5 milletvekili ve DHP iki milletvekili çıkardı. Üç parti ortak hükümet kurmak kararı aldı. İlk adım olarak Meclis Başkanlığı seçiminde üç parti eski Başbakanlardan DHP milletvekili Nejat Konuk’u Meclis Başkanlığına aday gösterdi. Nejat Konuk Meclis Başkanı seçildi. Arkasından Denktaş hükümet kurma görevini UBP’ye verdi. UBP azınlık hükümeti kurdu. Kurulan o azınlık hükümetine üç parti güvensizlik önergesi verdi. Bu Mecliste kabul edildi. Bu kez kendisi demokrat bir insan olan Mustafa Çağatay istifa etti. Artık TKP Genel Başkanı Alpay Durduran Başkanlığında üç partinin hükümet kurması gerekiyordu. Ancak 12 Eylül askeri idaresinin MGK üyeleri Kıbrıs’a geldi. Yapılan baskılar sonucu Nejat Konuk milletvekilliğinden istifa etti. Bu arada Kıbrıs’a gelen 12 Eylül hükümeti görevlileri resmen Genel Başkanımız Rahmetli Özker Özgür’e “siz NATO’ya sıcak bakmazsınız bu nedenle hükümet olamazsınız” dedi. Bu baskılar, açık müdahaleler ve oyunlarla halk iradesi çiğnendi. 12 Eylül askeri idaresi Kıbrıs Türk Toplumunun iradesine müdahaleyle fırsat vermedi.
O günlerde Rauf Raif Denktaş, “Kıbrıs ‘ta sol güçlendi tedbir almak gerekir” diyen meşhur demecini verdi. 12 Eylül askeri yönetiminin desteği ve baskısı ile halk iradesine karşın bir hükümet kurdular. İlk çıkardıkları yasa da Olağanüstü Hal Yasası oldu. Buna karşı toplumda mücadele başlatıldı. Ancak bir başka olgu daha gelişti. Özellikle sol ve demokratik kamuoyu içinde “self determinasyon” hareketi adı altında bir çalışma ileri çıktı. Bu sol ve demokratik kamuoyunu böldü. TKP içinde hücrelerimiz var denilerek o etkili parti içine dönük oyunlar başladı. Bu kendi kaderini belirleme ifadesi ayrılıkçılığın düşünsel altyapısı için alabildiğine istismar edildi. Bu konuda eskiden farklı olarak yalnızlaşmaya başladık. Tüm argümanlarını da “Rumlar şunu yapıyor” üstüne kurdular.
Nitekim Haziran 1983’te Meclise bir kendi kaderini belirleme hakkı temeli bir Referandum Yasası getirdiler. Biz CTP olarak buna karşı çıktık. Çünkü tek taraflı referandumun doğru olamayacağını ve bunun birleşme temelinde olmasını öngörmesini de istedik. Bu konuda TKP ile farklılaştık. Ama onlarda bunun adanın birleşmesi alternatifini içerdiğini ifade ettiler.
Ancak büyük tantanalarla Meclisten geçirdikleri Referandum Yasası’na karşın, KKTC ilanını referanduma götürmeden, Meclis kararı ile ilan ettiler. Bu kararla birlikte de solun güçlü olarak yer aldığı KTFD Meclisini de feshettiler. Atamalarla KKTC Kurucu Meclisi oluşturdular. Bu oluşan yapıda sol azınlığa düştü. Böylece Denktaş’ın 12 Eylül askeri darbe yönetiminin desteği ile ifade ettiği “sol güçlendi, tedbir almak gerekir” sözünün ne olduğu da açığa çıktı. KTFD Anayasası’na göre iki dönemden fazla Devlet Başkanı olunamazdı. Bu adımla ve arkasından o Kurucu Mecliste yapılan 12 Eylül Anayasasının benzeri olan Anayasa ile bu sınır da kalktı.
‘Anaysaya yüzde 30 hayır çıkması asaplarını bozdu’
- Kıbrıs jeopolitiğinde Ankara’nın etkisi nasıl evrildi?
Bir parantez açıp şunu ifade etmek gerekir: 1983’te Meclise, Referandum Yasası’nı tek taraflı getirip, halkın kendi kaderini tayin hakkı söylemi yapanlar; KKTC’yi referandum yapmadan, Meclis kararı ile ilan ettiler. Bunun kararını veren Meclisi de olduğu gibi feshedip Kurucu Meclis kurdular. Yani açık bir şekilde darbe yaptılar. Bu işler için gücü de 12 Eylül faşist idaresinden aldılar. Ama bu “kendi kaderini tayin hakkı” demagojisi yapanlar; daha sonra 2002-2003 döneminde, BM’nin kabul edeceği bir Referandum Yasası’nı Meclis’ten geçirmeyi reddettiler. Gerçek anlamda referandumu, 2004’te yasasını da yaparak biz gerçekleştirdik. Üstelik sonuçları bakımından, Güneyin “Hayır” demesi bizi çözüme götürmese de, BM Tarafından kabul edilen bir Referandum oldu ve 1960 sonrası gerçekleşen liderler imzası ile adanın siyasi ortağı olduğu olgusundan sonra, tarihte ilk kez, Kıbrıs Türk halkının, adanın geleceğini belirlemede Kıbrıs Rum halkı kadar hakkı olan ve karar almaya ehil ve olgun bir halk olduğu da evrensel siyasetin ve hukukun bir unsuru oldu.
1983’teki KKTC kararına Mecliste nasıl oy kullanılması konusu, CTP Parti Meclisinde sabaha kadar tartışıldı. Sonuçta bir oy farkı ile “Evet” denmesine karar verildi. “Evet” denmesine karar veren arkadaşlarımız, “Evet”i partinin kapatılacağı endişesiyle savundular. Ancak son anda Kuruluş Bildirgesi’ne eklenen KKTC ilanının, 1977 ve 1979 Doruk Antlaşmaları temelinde Federal Kıbrıs’a ulaşma hedefi için ilan edilmiştir ibaresini de değerlendirerek, bunun Kuruluş Bildirgesi’nde yer alması nedeni ile Federal Kıbrıs mücadelemizi engelleyemeyeceği görüşünü de dile getirmişlerdi.
Ancak bugünden bakınca Federal Kıbrıs mücadele sürecimize bu ibarenin hakikaten önemli bir kanal açtığını söylemek isterim. CTP bu karara, “Evet” denmesini çok tartıştı. Her açıdan bunu değerlendirdi. Ancak ne “Evet” diyenler, ne de “Hayır” diyenler asla Federal Kıbrıs mücadelesinden geri kalmadılar. Tartışmalar en sert şekilde parti içinde sürdü. Ancak dışa dönük kırılma yansımadı. Dostluklar ve yoldaşlıklar gölgelenmedi. Dıştan kaşımak isteyenler fırsat bulamadı. Guguk kuşu gibi başka yuvaya yumurta bırakmak isteyen odaklar yuvanın yanına dahi yanaşamadı…
Arkasından Kurucu Meclis’ten 12 Eylül askeri yönetiminin Türkiye’de yaptığı Anayasa benzeri Anayasayı geçirdiler. CTP Mecliste temsil edilen tek parti olarak sivil toplum örgütleri ile birlikte 1985’te referanduma sunulan Anayasaya “Hayır Kampanyası” açtı. O kampanyada anti-demokratik bir ortama karşın Anayasaya % 30 “Hayır” oyu çıktı. Türkiye’de % 95 “Evet” alanın burada % 30 “Hayır” alması onların asaplarını çok bozdu. Öfkelerini kabarttı. Ancak 12 Eylül sonrası kurulan ANAP’ın yapılan seçimlerde TBMM çoğunluğu almasıyla Başbakan olan Turgut Özal’ın “bu ilanı kucağımda buldum” serzenişi de konu ile ilgili olarak unutulamazlar arasındadır.
Yarın: 2004 Referandumu gecesi yaşanan olaylar. Denktaş’ın Sarayına yürüyüş. Hükümet krizi. Doğu Akdeniz gaz denklemi, seçimler…