İnsanın varoluşsal olarak yaşamını idame ettirmek için, besine sahip olmak, çoğalmak, barınmak gibi insani ihtiyaçları hep olmuştur. İnsan yaşamı boyunca bunları sağlamak için uğraşırken elbette enerji çok önemli bir yere sahip olmuştur. Hareketin sürekliliği açısından dahi bakınca enerji hem ihtiyaçken hem de araç olabilmektedir. Fakat yaratılan endüstriyalizmle insanlar eskiden sadece bir ısınma için gereken odun, bunun yanında madenlerin bulunmasıyla kömür gibi benzeri araçlar sonrasında enerjinin de endüstri boyutuna taşınmasıyla masum bir ihtiyaç yerini sömürüye, sonuç olarak ise insan yaşamının ve doğanın tüketilmesine yol açmıştır.
Son süreçte ise enerji için bir kavga sahasına dönen Ortadoğu insan yaşamının doğasını ve bununla birlikte gelişen yaşamı tehdit etmektedir. Her şeyden bir sömürü malzemesi yaratmak amacıyla yola çıkan endüstriyalizm her yeri işgal etmektedir. Türkiye’nin her tarafında özel sektör ve muktedir çevrelerce birlikte kurulan termik santrallere ülkenin her tarafında rastlanmaktadır. Son zamanlar çok tartışma konusu olmasına rağmen sadece filtre takıp takmama konusuna getirilip mesele mevzuat ve yasa boyutuyla tartışılmaktadır. Oysaki bu konuda gerekli mi değil mi tartışılmamaktadır. Ve bu haliyle hep yapıldığı gibi sorunlara sadece köklü çözümler üretmek yerine, reformist bakış açılarıyla savunulan tüm çözüm arayışları sorunu ortadan kaldırmamakla beraber sorunu kangrenleştirmektedir.
Bu sorunla en çok karşılaşılan bölgelere bakınca Silopi’ye 2008 sonu gibi Cudi’nin tepesine Çalışkan ve Gürümlü’ye kurulan sadece iki termik santral açık maden sahası için binlerce ağaç ve bir orman ekosistemi yok edilmiştir. Yine bunun yanında doğasına has dağ keçilerinin yaşam alanları yok edilmiş bulunmaktadır. Son olarak ise bunlara ek olarak üç yere daha kurulacağı söylenen termik santraller adeta istihdam adına bir müjde veriliyor havasında bölge halkına sunulmaktadır. Yine termik santrallerin yanında kurulan okullar olayın vahametini gözler önüne sermekteyken, nereye kurulacağına dair bir saha araştırması dahi yapılmadığını göstermektedir.
Senelerce çatışmalı sürecin yarattığı orman yangınlarından, petrol sahalarına, maden ocaklarına bugün ise termik santraller de aynı şekilde doğanın ve insan yaşamının tüketilmesine yol açmaktadır.
Termik santral bacalarından salınan gazlar üretimle beraber çeşitli gazları havaya salıyor, kükürt ve azot madenlerinin oksitlenerek havaya karışmasıyla hava kirliliğini ve hava kirliliğinden kaynaklı bölge halkının sağlığını tehdit etmektedir. Haliyle bölge halkının yanında, bitki ve hayvanları yani bir bütün ekosistemi de bütünüyle doğayı talan etmektedir. Hele ki bölgede tarım insan yaşamı için bu denli önemliyken ve insan yaşamının besin ihtiyacı buradan sağlanırken, üretim aşamasında havaya karışan gazlar asit yağmurlarıyla dönerken haliyle besinlerin de zehirli olduğu ve insan sağlını önemli boyutlarda tehdit etmektedir.
Bölge halkında son süreçte yapılan araştırmalara göre havaya dağılan partiküller çoğu insanın sinir sistemini altüst etmekteyken, zehirli besinlerden, solunan havadan şüpheli 511 kanser vakası, astım ve kalp krizi vakaları bariz olarak artmaktadır. Yine 11 bine yakın engelli yurttaşın olduğu saptanmaktayken, su kirliliğinden toprak kirliliğine, hava kirliliğine sebep olmaktadır.
Sonuç olarak yapılması gereken gerçekten zaruri bir ihtiyaç olup olmadığı tartışılmalıdır ve ihtiyaç var ise elzem olan alternatif enerji arayışları olmalıdır. Ve sorulması gereken: Amaç insan ve doğa yaşamının sürdürülebilmesi midir, yoksa insan yaşamı için ihtiyaç olduğu yalanı üretilerek kapitalizmin sürdürülmesi midir?