Türkiye, neden Esad rejimini ABD ile birlikte yıkmayı hedef alan stratejisini Rusya üzerinden revize ederek Esad’ı tanımaya rotayı kırdı? Neden “Rejim belirlediğimiz sınırlara çekilmezse omuz üzerinde baş kalmayacak” tehdidinden Suriye Arap Cumhuriyeti’nin altına imza attı? Neden yıllardır koruyup kolladığı Cihadist grupların, mutabakat metninde Rus destekli Şam rejimince “terörle mücadele” kapsamına alınmasına göz yumdu? Ve neden Erdoğan Moskova’da Lavro’ya “Esed ile görüşüldü mü” sorusunu daha sormadan, Esad Şam’da “Suriye’de Kürt meselesi diye bir şey yoktur” diyerek Erdoğan’a elini uzattı?
Birincisi; Türk hükumeti, “NATO/ABD İdlib’i uçuşa yasak bölge ilan etsin” çağrılarını ısrarla yenilediği; NATO’nun da “Türkiye’nin yanındayız” dediği süreçte rotayı tekrar Avrasya eksenine kırdı. Çünkü devreye giren Avrasyacı akıl; “bugün İdlib uçuşa yasak bölge ilan edilirse yarın Rojava Kürdistan’ı uçuşa yasak bölge ilan edilir. Dün üçlü garantör devletler olarak İdlib üzerinden önünü kestiğimiz Kürt koridorunun önünü kendi elimizle açmış oluruz” görüşünü Erdoğan’ın önüne koydu. Böylece yeniden örülmek istenen Ankara-Kudüs-Washington ekseni yerine Ankara-Moskova-Şam ekseni öne çıkarıldı.
İkincisi; Şaka kaldırır yanı yoktu, ABD destekli Türkiye, Rus destekli Suriye ile doğrudan savaşa girecekti ki kısmen girmişti bile. 25 yıldır örgütler üzerinden sürdürülen vekalet savaşı, bu kez vekil devletler üzerinden sürdürülmekle burun buruna gelmişken, Türkiye, rotayı Esad ile uzlaşmaya çevirdi.
Üçüncüsü; Suriye rejimi ise, ABD’yi arkalamış bir Türk devleti ile savaşmayı hem göze alamazdı hem ayrıca böyle bir savaşla, Suriye’nin üçe (AlevistanSünnistan-Kürdistan) bölünme sürecini kendileri hızlandırmış olacaklardı. Parçalanmış Suriye’nin federal ya da bağımsız Kürdistan üreteceği ihtimali zaten Türkiye’nin rotasını belirliyordu.
Mutabakat belli başlı kriz noktalarına çözüm üretmedi!
Moskova Mutabakatı İdlib-SuriyeRojava Kürdistan’ı meselesinde geçici nefes alma veya krizi şimdilik dondurma-öteleme dışında kalıcı bir şey üretmiyor.
1 – Protokolde, “İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki temas hattı boyunca tüm askeri faaliyetler 6 Mart 2020 tarihinden itibaren durdurulacak” deniliyor. Bununla Suriye ve Türk taraflarının “temas hattı boyunca tüm askeri faaliyetlerinin” durdurulması yani ikisi arasında ateşkesi öngörüyor. Ama aynı mutabakat metni, “sivillere zarar veren eylemlerden kaçınılması” ifadelerinin yanı sıra “terörizmin tüm tezahürleri” ile “BM Güvenlik Konseyi’nce terörist olarak tanımlanan tüm gruplar”ın “ortadan kaldırılması” denilerek Rus destekli Şam rejimine HTŞ ve “El-Kaide’ye biatlı Asyalı ve Kafkasyalı cihatçıları” ile savaşmayı içeriyor.
Yani M4 Karayolu’nun 6 km kuzey ve 6 km güney dışındaki tüm İdlib sahasında Rus destekli rejimin, HTŞ ve MSO vb. ile savaşı sürecek. Zaten şimdiden M-4’ün güneyinde kalan küçük alanda Rejimin HTŞ ve SMO’nu çıkarması an meselesi. Dolayısıyla ilginçtir; Güvenli Koridoru fiilen M4 Karayolu’nun Halep-Laskiye hattını Suriye rejimimi için koruyan güvenli koridora dönüşüyor ve Türkiye’ye de yolu koruma görevi verilmiş olunuyor.
2 – Moskova mutabakatı, Suriye’nin en büyük kriz öğelerinden biri olan Sünni Arap halkının sorununa çözüm üretmekten de uzak. Mutabakat; Suriye dışında ve İdlib’de 10 milyonu geçen Sünni Araplar meselesinde “mültecilerin dönüşünün kolaylaştırılması” ya da “gönüllü topraklarına dönüş” denilmekle çözüm üretmiş olmuyor. Çünkü kökleri derinlere dayanan ve HamaHumus katliamı ile derinleşen Sünni Araplar ile Nusayri Araplar arsındaki kutuplaşma kapanması zor bir derinlik kazandı son 9 yılda. Ülke dışına çıkmış ve İdlib’de yoğunlaşmış Sünni Araplar bir daha asla BAAS rejiminin egemenliği altına dönmezler. 10 milyon Sünni Arap halkının meselesine çözüm sunmayan hiçbir anlaşmanın ömrü uzun olmaz. Çünkü tartışılan “İdlib Sünni devleti” aslında Irak-Suriye hattındaki Sünnistan coğrafyasına gönderme yapılıyor ve ABD ile Körfez ülkeleri bunu her an krizi derinleştirme kartı olarak ellerinde tutuyorlar.
3 – Moskova mutabakatını ta baştan kırılgan kılan Rojava Kürdistanı meselesidir çünkü bu konuda resmiyette tek bir şey söylenmezken fiiliyat Kürtlere karşı Türkiye-Suriye yakınlaşma kurgusunu içeriyor. Dikkat çekicidir Türk hükümeti “hem Esad hem SDG”yi hedef alan politikasından çark ederek SDG’yi tek ana hedef haline getirmekle, Esad’ın “Suriye’de Kürt meselesi diye bir şey yoktur” yani “ortak davranalım” çağrısına “zaten hazırız” mesajı veriliyor. Tam da bu süreçte, ABD Kürtleri Şam ve Moskova’dan, Rusya ise Kürtleri, ABD’den uzaklaştırıp Şam’a yaklaştırma politikalarını her fırsat ve araçla sürdürürken; özellikle Türkiye ve Suriye pozisyon değiştirmenin ciddi işaretlerini verirken, Kürtlerin yeni politikalar üretmeleri lazım. Bu konu başlı başına ayrıca ele alınması gerekir.
Sonuç; Ankara; Moskova mutabakatını imzalarken; ABD ile Rojava meselesinde pazarlık kapısını kapatmayı; Gözlem noktalarının süreçte işlevsizleşmesini; Suriye Ordusu’nun “terörle mücadele” kapsamında HTŞ ve diğer Cihadistlere yönelik savaşını kabul etmeyi; İdlib krizinde Esad’ın elini güçlendirmeyi; sınırında 30 kilometre derinliğinde güvenli bölge oluşturma yerine, M4’ün 6 km kuzey 6 km güneyde toplam 12 km ile sınırlandırmayı kabul etti. Suriye-Rojava, ömrü aylar hatta haftalarla sınırlı çok anlaşmalar gördü!
Rusya’nın ABD’yi dışlayarak ve esas Kürt meselesini yok sayıp Kürtlerin taraf görülmediği bir mutabakat Suriye’de kalıcı olamaz.