Şimdiye değin bir Yusuf öyküsü biliyordum. İbrahimî dinlerin ortak trajik öyküsüydü bu; kardeşlerinin hasetten kuyuya, Züleyha’nın duygularına karşılık bulmayınca zindana attığı Yusuf’un öyküsüydü. 7 yaşında kaderinin rüyasını görmüş, 7 yıl mahpus yatmıştı Yakup oğlu Yusuf.
Şimdilerde ise kaderleri aynı öyküde kesişen, üç Ezidi Yusuf’un daha öyküsünü biliyorum. 1918 yılına değin Iğdır’ın Sürmeli bölgesinde yaşayan; o yıl yaşanan acılarla dağılıp yaşamları darmadağın olan; Hesıni aşiretinin lideri Usıv Bey ile şair ve yazar Usıvê Beko ve de sınırlar çekilince sınırın bu yakasında kalıp bir sır gibi yaşayıp ölen Usıvê Budi’nin öyküsü.
Usıv Bey 1869 yılında doğuyor. O dönemde eğitim hoş karşılanmamasına rağmen ağa oğlu olmanın ayrıcalığıyla Eçmiyadzin’de okula gidiyor. Okulda, yaşıtı ve 1915 yılına dek dostlukları devam edecek olan ve aynı kaderi paylaştıkları, etnomüzikolojinin öncülerinden müzisyen ve din adamı Gomidas Vartabed ile yakın arkadaş oluyorlar. Bey; aydın, entelektüel bir insandır. 93 Harbi’ni, Birinci Dünya Savaşı’nı görmüş, yıkımlarını yaşamış biridir. Bir dönem Rusya’daki tüm Ezidileri temsilen Ermenistan parlamentosuna seçiliyor. Fakat Stalin’in gazabından kurtulamıyor, bir süre İran’a geçiyor, geri dönünce de sürgüne gönderiliyor. Haksızlığa dayanamayan yüreği; toplumundan, dostu Gomidas gibi vatanından uzakta ve ondan bir yıl önce, 1934 yılında kahrından susuyor.
Usıvê Beko ile Usıvê Budi aynı yılın çocuklarıdır, 1909 yılında doğuyorlar. O yıllar Usıv Bey’in, babası Hesen Ağa’nın ölümü ile annesi Xezal Hanım’dan icazet alıp aşiretin başına geçtiği, namının yürüdüğü, hükmünün geçtiği yıllardır. Bu sebepledir ki bahtları benzesin diye doğan çocuklara ismi verilir. Bahtları benzer benzemesine ama acıda ortaklaşırlar.
Usıvê Beko Birinci Dünya Savaşı yıllarında anne ve babasını kaybeder. Ermeni bir ailenin himayesinde yaşar ve okur. İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise ayaklarını kaybeder. Ve yazım hayatı ondan sonra başlar. Kırkından sonra ara vermeden şiirler ve öyküler yazar, ‘Berxvan’ romanına ömrü yetmez. Yaşamını altüst eden savaş, yıkım ve yalnızlık eserlerinde derinden hissediliyor. ‘o dağlar ki kürdün gam yüküdür/ derin yaralarıdır dipsiz vadiler’ diyor bir şiirinde. Acı dolu geçen çocukluğunun sığınağı doğa ve çobanlık eserlerinin diğer yüzüdür. Karış karış bahsediyor Sürmeli’den, anbean anlatıyor yaşanmışlıkları. Ve o kadar iddialı diyor ki ‘orada her bir çoban, kuzu otaran, kaval çalar, aşık ve dengbêjdir’ diye.
Usıvê Budi’nin yaşadıkları daha bir trajiktir. Anne Xaylaz genç yaşta dul kalınca, biri kucağında üç çocukla baba evine döner. Köye baskın yapıldığında 9 yaşındaki Usıv, kendisinden birkaç yaş büyük halasının kızı Eyşan ile köyün yukarısındaki tepenin ardında kuzu otarmaktadır. Silah ve hawar sesleri ile tepeye çıkıp baktıklarında, köyden yükselen dumanları görünce, aç ve susuz günlerce kaçarlar. Ve çocuk yürekleri el vermediğinden aynı bölgede dolanıp dururlar. Birkaç gün sonra köye geldiklerinde bomboş virane olmuş köyü görünce, her şeyi bir ömür boyu arkalarında bırakıp bir daha dönmemek üzere terk ederler.
Yalnız onlar mıdır kimsesiz kalan çocuklar. Aynı kaderi paylaşan yüzlerce yüreği ve bedeni yaralı, ürkek çocuk kafile kafile dolaşır dağda ve derin vadilerde. Sadece dilenmek için köylere inerler; koyaklarda, mağaralarda barınırlar. Bir köye indiklerinde, bir ağanın üçüncü ve çocuğu olmayan eşi Usıv’ı çocukların arasında görünce, çekip konuşur, kanı ısınmıştır, yanına almak ister lakin Usıv, Eyşan’dan ayrılmaya razı gelmez. Aile ise Eyşan’ı kabul etmez. Eyşan, sağ kalması için, onu kalmaya ikna eder, kendisi de ara sıra teselli etmeye gelecektir. Dediği gibi de yapar, Eyşan bir iki sefer gelir ama son geldiğinde hali perişandır. Üstü başı parçalanmış kan içindedir, bellidir ki saldırıya uğramıştır. Geceleri uykusunda çığlık atıp, ağladığı birkaç günden sonra, bir daha dönmemek üzere ayrılır. Usıv o günden sonra kendini daha bir kimsesiz sayar. Korkar, içine kapanır, sırrına lal kesilir. Yetmişini aşmışken de köyü ve Eyşan’ı rüyasında gördüğü her gece, küçük bir çocuk sesi ile ağlar, soranlara yok bir şey der. Ölmeden önce çocuklarına sır kalmasını tembihleyerek, ilk ve son defa ‘Ben Ezidiyim’ der. ‘Kimse bilmesin, yoksa sizi öldürürler’ diye de ekler. Usıv’ın yaşadıklarını duymak, acısının dili olmak isterdim. Verilen söze bağlılıktan mıdır, yoksa toplumsal travmadan mı bilmem, sırrı duyanların sınırına varamadım.