Kadın!.. Kimilerine göre ana, kimilerine göre arkadaş-dost, kimilerine göre abla-kardeş, kimilerine göre ise hayat arkadaşı-eş.
İnsanlık tarihinden bu yana, en çok horlanan canlı, birçok haktan kısıtlı olan cins.
İnsana anlamsız gelen de budur aslında. Birçok sıfata sahip, dünya nüfusunun yarısını oluşturan, ama bir türlü “güç” haline gelemeyen ve karşı cinsin, yani erkeğin, yaşamı üzerinde bile hak iddia ettiği canlı. Dünyanın neresinde olursa olsun, kaderi ne yazık ki hep aynı. Oysa demez mi İbn-i Haldun, “Coğrafya kaderdir” diye. Kadına baktığımızda İbn-i Haldun’un kaderin coğrafyaya göre belirlendiği konusunda pekala yanıldığını söyleyebiliriz. Çünkü; Doğu-Batı, Kuzey-Güney, fark etmiyor kadının kaderi için. Değişse de coğrafya, her yerde konumu bellidir kadının. Ötekileştirilendir, ikinci sınıf cins konumundadır.
Tam yüz atmış üç yıl önceydi…
Emeklerinin sömürüldüğünün farkına vardıklarında…
Oysa emek, onlar için kutsal bir kavramdı ve sömürülemezdi. Sayıları binleri ifade ediyordu. Ama bu çok da önemli değildi onlar için. Emek sömürüsüne son vermek için ellerinden geleni yapacaklardı. Kırk bin veya kırk bir sayısı hiç fark etmezdi onlar için. Emek sömürüsüne karşı isyana kararlıydılar. Özünde yiğitlik vardır ya kadının. Ortada da bir haksızlık vardı. Dolayısıyla yiğit kadın, yiğitliğini göstererek bu haksızlığa son verecekti. Günün yarısından fazlasını çalışmakla geçirmelerine rağmen çok cüzi bir ücret alıyorlardı. Bunun için sayıları kırk bini bulan kadınlar yürüyüşe geçtiler. İlk defa bu kadar çok sayıda kadın bir araya gelerek hak arayışında bulunuyordu. Bu durum egemen güçleri korkuttu. Ve bunun için de hak yürüyüşçüsü kadınlara polis saldırdı Amerika’da. Bir tekstil fabrikasında bu adaletsizliğe son vermek için 8 Mart 1857’de “grev” dediler. işçiler, uygulanan haksızlıklardan kaynaklı greve girmişler. O dönemde de kadınlara yönelik birçok hak gaspı oluyor. Kadın hem “oy hakkı” için hem de “eşit işe eşit ücret” hakkı için mücadele ediyor. Fabrikada çalışan kadınlar üzerinde yoğun bir baskı ve haksızlıklar söz konusudur. Erkeklerden daha fazla çalışmalarına rağmen, daha az ücret alıyorlar. Bu da kadının emek sömürüsüne yoğun şekilde maruz kaldığını gösteriyor. İşte yapılan bu haksızlıklar karşısında kadınlar grev kararı alıyorlar. Fabrika ateşe veriliyor ve tam 129 kadın işçi fabrikada alevler arasında can veriyor.
Bu saldırıdan dolayı kutsal emek talebinde bulunan 129 kadın, tekstil fabrikasından yükselen alevlerle hayatını kaybetti. Yaşanan bu acı olayda, yüreği yaralandı kadının. Egemen erkeğin acımasız yüzüyle tekrar karşı karşıya geldi. Egemen erkeğin korkunç yüzüne, tekrar tanıklık etti. Egemen erkeğin; küfür, dayak, şiddet, savaş ve ölüm olduğuna olan inancı tekrar tazelendi.
Bu kanlı ve acımasız olay; çok uzak bir ülkede, farklı bir kıtada gerçekleşti. Ama bu hiç de önemli değildi. Kadın, her ülkede ve her kıtada, dünyanın her yerinde aynı kaderi paylaşıyordu çünkü.
Kanlı katliamın üzerinden onlarca yıl geçmişti. Ama kadınlar bu olayı unutmadılar, unutturmadılar. Çünkü vahşetti. Çünkü öldürülen kadınların, hak talep etme dışında hiçbir suçları yoktu. Katledilen 129 kadının anısına, kanlı katliamdan tam elli üç yıl sonra, kanlı gün olan 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilan edilerek, dünyadaki bütün emekçi kadınlara armağan edildi. Ve 1910 yılında, dünya kadınları tarafından alınan karardan sonra, birçok ülkede büyük bir coşkuyla kutlanmaya başlandı.
Bazen küçük mutluluklar için uzunca zahmetlere katlanıldığı gibi koskocaman bir yılın sadece bir günü için de tam 129 kadın kurban edildi. Kansız devrim olmaz, özdeyişi doğrulunu tekrardan kanıtlamış oldu. 8 Mart devrimi de kadın kanıyla gerçekleşti. Hemen her gün, kadın katliamı haberleriyle güne başladığımız ülkemizde ise 1920 yılından itibaren 8 Mart, kutlanılmaya başlanmıştır.
Özgürlük sevdalısı kadınlarımız, her yıl olduğu gibi bu yıl da 8 Mart’ı karşılama heyecanına girmiş bulunmaktalar. Ama ne yazıkki emek sömürüsü, koca dayağı, polis dayağı, devlet baskısı, taciz tecavüz olayları, töre ve namus adı altında gerçekleştirilen cinayetler, dur durak bilmeden devam ederek, kadının en doğal hakkı olan yaşam hakkını elinden almaktadır. Yaşanan tüm bu hukuksuz uygulamalara rağmen her zaman erdemli duruş sergileyen kadın, hiçbir zaman sesini savaştan yana yükseltmedi. Hiçbir zaman intikam demedi. Hiçbir zaman ölüm demedi. Yüreği yaralı olmasına rağmen, barış çığlığını yükseltti hep. Özgürlüğü haykırdı tüm dünyaya. Barış ve özgürlük talep eden bu kadınlardan biri de Aysel Tuğluk’tur.
Aysel Tuğluk… Halkın vekilliğini (milletvekilliği) yaptığı dönemde kendisiyle tanışmıştım. Mütevazi, kibar bir kadındı. Anaç yönü de güçlüydü. Bugün, tam da 8 Mart arifesinde on yıl hapis cezası verildi. On yıl ceza bir tarafa da, insana en çok dokunan, insanı en çok yaralayan yönü ise bu cezanın kadınlar gününe günler kala onaylanmış olması. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü armağanı(!) olarak reva görülen on yıl hapis! Aysel Tuğluk, ülkenin güçlü muhalefet partisinde vekillik yapmış, güçlü bir kadındır. Bu cezanın onu inancından zerrece uzaklaştıracağını sanmam. Siyasi kimliğinin yanı sıra hukuk kimliğine de sahiptir. Yapılan hukuksuzluktan hepimizden daha çok farkındadır. Tüm dünya kadınları şahsında kendisine uygulanan tüm insanlık dışı uygulamalara rağmen, adil bir hayat ve barışa olan inancını haykırmaktan bir an olsun bile vazgeçmeyeceğinin bilincindeyiz. Çünkü doğası gereği kadın, hiçbir zaman demokrasi mücadelesinden vazgeçmez. Özgürlük ve barış çığlığını her daim haykırır. Bunun için hayatı boyunca her türlü bedeli, yaşamı pahasına olsa bile ödemiştir ve ödemeye de devam ediyor.
Bilinmelidir ki kadın sorunu sadece kadının değil; tüm toplumların, aynı zamanda dünyanın da sorunudur.
Eğer dünya güzelleşecekse, yine bilinmelidir ki kadın eliyle güzelleşecektir. Verdiği bedellerden dolayı; yüreği yaralı olan, güneşe sevdalı, barışın sesi ve özgürlük çığlığı olan başta Aysel Tuğluk olmak üzere, tüm kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyorum… Jin Jiyan Azadi!..