PKK lideri Abdullah Öcalan’ın avukatı Serbay Köklü, son görüşmeyi gazetemize değerlendirdi
Hüseyin Kalkan
İmralı Adası’nda bir yangın çıktığının hükümet tarafından açıklanmasından sonra, dünyanın her tarafında Kürtler alanlara çıktı. Çok geçmeden bu defa Kürt medyası İmralı’daki Öcalan ile bir aile görüşmesi gerçekleştiğini duyurdu. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan tarafından içeriği açıklanan görüşme, önemli bir yankı yaptı. Bu görüşmenin içeriğini daha da detaylandırmak ve görüşme notları etrafında yürüyen tartışmaya katkıda bulunmak amacı ile Öcalan’ın avukatlarından Serbay Köklü ile görüştük. Sorularımızı yanıtlayan Köklü, bazı ana başlıkların altını çizdi. Bunların başında, görüşmenin siyasi içeriğinden önce avukat ve aile görüşmesinin bir insan hakkı ve yasal bir durum olduğunun altını çizdi. Bu söyleşinin bölgemizdeki gelişmeleri anlamak ve her gün meydana gelen olayları yorumlamak için yararlı olduğunu düşünüyoruz. Serbay Köklü sorularımızı şöyle yanıtladı:
- Bu görüşmenin gerçekleştiği duyulduktan sonra, herkes İmralı’da meydana gelen yangınla ilgili olduğunu düşündü, öyle yorumladı. Sizce bir de siyasi yönü de var mı?
Görüşme her şeyden önce tam da yangınla ilgiliydi. Şüphesiz başka sebepleri de olabilir. Ancak yangından kaynaklı bir görüşmeydi. 2019 yılı bildiğimiz gibi olağanüstü, çok hızlı gelişmelerin yaşandığı bir süreçti. Süreç, Leyla Güven öncülüğünde bir açlık grevi ve devamında gelişen ölüm orucu süreciyle başlamıştı. Çünkü İmralı’da bir tecrit sistemi olarak; hukukun sınırlarının aşıldığı keyfiyetin ve fiili gerekçelerin öne sürüldüğü bir rejim uygulanıyor. Bu noktada zaten 8 yıldır herhangi bir avukat görüşü gerçekleşmemişti. Ancak açlık grevleriyle birlikte açığa çıkan toplumsal tepki ve demokratik kamuoyunun yoğun ilgisi ve hassasiyeti bir şekilde tekrar avukat görüşmesinin zeminini oluşturdu.
Beş avukat görüşmesi gerçekleşti.12 Ocak görüşmesiyle birlikte toplam üç aile görüşmesi gerçekleşti. İmralı’da çok özel bir rejim söz konusu, bir tecrit sistemi söz konusu. Birkaç görüşmeyle aşılabilen bir şey değil. 21 yıllık bir rejim. En son 7 Ağustos’ta bir avukat görüşmesi ve 12 Ağustos’ta bayram vesilesiyle bir aile görüşmesi olmuştu ve o gün de sayın Öcalan’ın bir çağrısı olmuştu. ‘İmkan verilirse ben bir haftada bu meseleyi çözerim’ demişti. Ancak yine farklı bir süreç yaşandı. 7 Ağustos’tan sonra herhangi bir avukat görüşmesi gerçekleşmedi. 12 Ağustos’tan sonra da herhangi bir aile görüşmesi gerçekleşmedi. Şimdi yakın zamanda birden bizim anlamakta zorlandığımız bir şekilde İmralı cezaevinde bir yangının çıktığı haberi kamuoyuna yansıdı.
Haberin verilme biçimi de tartışmalı bir şekildeydi. Doğal olarak bu şekilde tamamen kapalı bir ortamda ve karadan, denizden ve havadan yüzde yüz güvenlik önlemlerinin alındığı yüksek düzeyde bir güvenlik sistemi söz konusu. Bir yangın olduğu kamuoyuyla paylaşıldı. Kamuoyuyla paylaşılma biçimi de oldukça ciddiyetsizdi. Bu açıdan doğal olarak başta Sayın Öcalan ve Kürt halkı olmak üzere tüm kamuoyu açısından orada yangının etkisinin ve boyutunun bilinmesi zaruri bir insan hakkı meselesiydi. Bu açıdan görüşme öncelikle yangın vesileyle kamuoyunda oluşan hassasiyetin bir sonucu. Sayın Öcalan İmralı öncesinde, 1993’ten beri bir barış mücadelesi geliştiriyor. Bu yangınla birlikte doğalında bazı değerlendirmeleri ve görüşleri açığa çıktı. Bu açıdan biz aile görüşmesinin sebebinin her şeyden önce temel olarak yangından kaynaklı bir durum olduğunu özellikle belirtiyoruz. Şüphesiz başka durumlar da olabilir. Ancak bu kadar hukuksuz, bu kadar keyfiyete açık, hukukun sınırlarının kabul edilmediği herhangi bir ahlaki ölçünün tanınmadığı bir tecrit rejiminde sadece açlık grevleri, yangın, deprem vs. gerekçelerle görüşmelerin sağlanması zaten kabul edilebilir bir durum değil. Biz bunun bu şekilde bilinmesini istiyoruz.
- Bu görüşmenin Türkiye’nin İdlib’de sıkışmış olması ile ilgisi var mı sizce?
Biz İmralı tecrit sistemi derken, keyfiyetin oldukça yüksek, hukukiliğin oldukça düşük bir durum olduğunu defalarca vurguladık. Bununla birlikte İmralı’da yaşanan her gelişmenin yangın meselesi buna dahil olmak üzere siyasi olduğu da bütün kamuoyu tarafından biliniyor. Bu görüşmenin de bir siyasi gerekçesi, etkisi olabilir ancak biz Sayın Öcalan’ın avukatları olarak meselenin her şeyden önce temel bir insani mesele olarak ele alınması gerektiğini belirtiyoruz. Sayın Öcalan cezaevinde tüm mahpusların kullandığı temel insan haklarının, bir gerekçe ile bir pazarlık nedeni olarak kabul edilmesini ve bu şekilde anlaşılmasını doğru bulmuyoruz. Yaşanan bir aile görüşmesi ve yasal sınırları içinde de yapılması gereken bir aile görüşmesi, biz tüm aile ve avukat görüşmelerinin tüm gerekçelerden bağımsız olarak uygulanmasını istiyoruz. Diğer meseleye gelince Sayın Öcalan’ın şahsında İmralı’da gelişen her durumun mutlaka ve mutlaka; gerekçe itibarı ile de sonuç itibarı ile de siyasi olduğu tartışma götürmez bir gerçek. Kişiye özgü bir tecridin uygulandığı bu durum aynı zamanda tüm ülke için bir yönetim ve siyaset biçimi. Yani Türkiye’nin İmralı’laşması durumu söz konusu…
- Sizce görüşmeler sürecek mi?
Bu şekilde bir tecridin sürdürülemez olduğu 2019’da yaşanan gelişmelerle anlaşıldı. Yangında sonra Kürt halkında gelişen hassasiyet ve tepkiler de bu durumu bir kez daha ortaya çıkardı. Bu şekilde bir süreç artık uzun boylu sürdürülemez. Şöyle bir durum var avukat ve aile görüşmesi cezaevindeki her mahpusun temel yasal bir insan hakkı. Bunun herhangi gerekçe ile sınırlanması doğru değil. Pazarlık konusu da yapılamaz. Sadece Sayın Öcalan’a bu avukat ve aile görüşmesi bir tehdit ve bir şantaj aracı haline dönüştürülüyor. Bunun başka bir boyutu daha var. İmralı tecrit sistemi Türkiye’deki siyasal ve hukuksal sistemin bir prototipi. Türkiye’deki ana uygulamaların üretim ve uygulama merkezi İmralı cezaevi. O açıdan bu hukuki ve siyasi durumu da ifade eden bir şey. Keyfiyette sınırsız. Hukuki ölçülerin kabul edilmediği bir durum. Ancak gelişen bu duruma bu hava çok fazla izin vermez. Tabi şu çok önemli 2019 yılında, 2016 yılında tecrübe ettik; yangın meselesinde tecrübe ettik; demokratik kamuoyunun sürekli bu konuya açık olması ve duyarlı bir şekilde bunu ifade etmesi sahip çıkması tecridin uygulanabilirliğini de zayıflatır.
- Ben bu görüşmede iyimser bir söylemin hakim olduğunu düşünüyorum, siz nasıl bakıyorsunuz bu yaklaşıma?
Şüphesiz Sayın Öcalan felsefesinin kaynağını ve meselelere yaklaşımını güncel gelişmelerle ele almıyor. Bir tarihsel birikim ve strateji üzerinden inşa ediyor. Bu noktada 2019’da çok ciddi çok temel değerlendirmeleri olmuştu. Çok ciddi çağrıları olmuştu. İlk görüşmede 7 maddelik bir deklarasyondan bahsetti. İlk görüşmeden sonra son görüşmede ise çözüm gücünü ifade etti. Bir haftada bunu çözebileceğini ifade etti. Ancak bunları yaparken de çok temel uyarıları oldu. Özellikle bazı değerlendirmelerinde önümüzdeki dönemin birçok toplumsal, bölgesel ve küresel krizlerin yaşanma ihtimalinden bahsetti. Bunları henüz Türkiye’deki seçim atmosferiyle birlikte ılıman bir hava gelişirken bunları söyledi.
Ama takdir edersiniz ki hemen Ağustos sonrası önce bir kayyum politikası devreye sokuldu. Hemen bir ay sonrasında Rojava’daki durum ve gelişmeler yaşandı. Son bir hafta ve 10 gündür de İdlib meselelerini konuşuyoruz. Sayın Öcalan’ın bu konudaki tespitlerinin ve gelecek noktasındaki öngörülerinin ne kadar isabetli olduğu ortaya çıktı. Bir diğer boyut da şu Sayın Öcalan’ın bugün her zaman olduğundan çok daha fazla bir özgüveni söz konusu. Geçtiğimiz 7 yıldan sonra 2013-2015 sürecinde gelişen diyalog sürecinin üzerine inşa ettiği çok daha derinlikli, çok daha temel, çok daha sonuç alıcı yaklaşımlar içerisinde olduğunu ifade etti. Bugün mevcut durumda devletin özellikle sistemin iki ayaklı bir masa üzerinde durduğunu bu iki ayaklı masanın her an devrilebileceğini ortaya koydu. Bunu söylerken de Kürtler olmadan bugün bu devletin bu sistemin ayakta kalamayacağını ifade etti. Bu açıdan bugün Sayın Öcalan’ın umudu iyimserliği yaşanan siyasal durumla ilgili değil kendi çözüm gücü ve öngörüleriyle ilgili.
- Üç ayaklı masa metaforunu nasıl yorumlamak gerekir?
Bu metafor; şu an yaşadığımız coğrafya ortada, Suriye’deki Irak’taki durum ortada, yaşanan İdlib ve mülteci krizi ortada, İran’daki meseleler ortada. Çok açık bir kaos hali söz konusu. Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türkiye devletinin de dayandığı sacayakları vardı. Sayın Öcalan bu sacayaklarını hem bir sosyoloji hem de bir siyasal üst ifade biçim olarak belirtiyor. Bir boyutu şu anki kendisini siyasette ifade eden aktörler açısından söylüyorum bir muhafazakar Türk İslam milliyetçiliği bir diğer çizgi olarak da laik Türk milliyetçiliği arasındaki bir çatışma ve kutuplaşma hali olarak ifade ediyor. Tabi bunların dışında da Kürtlerin öncülüğünde diğer inançların, kadınların ve demokrasi güçlerinin bir arada olacağı bir gücü de belirtiyor. Bu iki ayaklı masa bugün çatışma ve kutuplaşma halinde; ve bu iki ayaklı masa her an devrilebilecek bir durumda. Bu durumun artık Kürtler olmadan demokrasi güçlerinin varlığı olmadan sürdürülebilir olmadığı da ortada. Ve Sayın Öcalan bu iki ayaklı masanın demokratikleşme zemini içerinde demokratik cumhuriyete geçiş noktasında Kürtler ve demokrasi güçlerinin öncülüğünde başka bir aşamaya evrilebileceği noktasında bir gözlem ve tespiti var. Bugün de yaşadığımız süreç de bu durumu çok net bir şekilde doğruluyor.
- Daha önce ortaya koyduğu Üçüncü Yol açılımı ile aynı şey olduğunu söyleyebilir miyiz?
Tamamen aynı şey. Sayın Öcalan’ın değerlendirmeleri günlük ele alındığı zaman ve güncel magazinsel bilgiler üzerinde ele alındığı zaman bazen anlaşılmayabiliyor. Ancak anlamak isteyenler için çok net vurgular ve ifadeler var. 2019 yılındaki 5 görüşmede de bir Üçüncü Yol çizgisinin durumunu ifade etti. Bunun da inşası noktasında çok yoğun bir çalışması ve girişimi oldu. Bugün HDP projesi bu üçüncü çizgisinin net bir dışa vurumdur. Dışa yansıması. Sayın Öcalan’ın geçmişten günümüze öngörüsünün bir sonucu, bir yansıması. Bugün birçok meselede yaşanan durumda sistem belirli renkler ve kutuplar üzerine bir çaresizliği dayatıyor. Ancak Sayın Öcalan çarenin bir öz güç inşa ve üçüncü çizgi olduğunu bir demokratik inşa çizgisi olduğunu belirtiyor. Zaten geçmiş mücadele pratiklerinde de bu net bir şekilde ortaya çıktı. Bugün de yaşanan tecrübe edilen bu.
- Öcalan, bölgedeki, özellikle Suriye’deki gelişmeleri nasıl değerlendiriyor?
Sayın Öcalan önceki görüşmelerde de özellikle Kuzey Suriye’ye dönük yaklaşımın bir çılgınlık olduğunu ifade etmişti. Ve bu çılgınlığın önlenmesi açısında da bir çözüm imkanın sağlanması için rasyonel bir devlet aklına çağrı yapmıştı. İşte imkan verilirse bir haftada bu sorunu çözerim şeklinde ifade etmişti. Ancak bu yaklaşım karşılık görmedi. En azından siyaseti yürüten ekip tarafından karşılık görmedi. O görüşmelerden sonra bir Kuzey Suriye meselesi, bir Libya meselesi, akabinde de bir İdlib meselesi yaşanmaya başladı. Sayın Öcalan, bu yayılmacı politikayı bu çılgınlığın bir devamı olarak niteliyor. Mehmet Öcalan’ın aktardığına göre, Sayın Öcalan bu durumda üç paşanın ülkeyi sürüklediği duruma benzetiyor. Talat, Enver ve Cemal paşanın durumuna benzetiyor. Ancak, bu benzerlik sadece yayılmacı bir ihtirasın benzerliği değil, sonunun da benzeyebileceği ihtimali üzerinden belirtiyor. Bilindiği gibi, bu üç paşa sonunda çeşitli şekillerde Türkiye’den kaçmak zorunda kaldılar. Bugünkü bu çılgınlığın da, benzer sonuçları ortaya çıkacabileceğine dair gözlemleri olduğunu biliyoruz.
- Rojava ile ilgili söylediklerini nasıl anlamak gerek?
Açlık grevlerinin çok yoğun olduğu ve artık kritik bir düzeyde olduğu ilk görüşmede, ( 2 Mayıs’ta gerçekleşen ve 6 Mayıs’ta açıklanan görüşme) Sayın Öcalan kimsenin beklemediği bir şekilde DSG ve Suriye ile ilgili Rojava ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. Suriye ve Türkiye’ye yönelik bakışını ortaya koydu. Bölgede yaşanan bütün meselelerin dış mesele olarak alınamayacağı birbirine girmiş iç meseleler olarak ele alınması gerektiğini her görüşmede ifade etti. Uyarıları oldu. 7 Ağustostaki son görüşmede ‘buradan gireriz şuradan gireriz’ şeklindeki yaklaşımın bir çılgınlık olduğunu söyledi. ‘Nereye girdiklerinin farkında değil savaşın 40 yıllık maliyeti her anlamda ortada. Bu savaşın daha derinleştirilmesi anlamına gelecek. Ben 21 yıldır Kürtlerin ve Türklerin bir arada yaşayabileceği bir zemininin inşası için çabalıyorum, ancak küresel güçler ve bu noktada savaş çizgisi savunanlar Kürtlerin ve Türklerin bir arada yaşamasının imkanını zorlaştırıyor. Sürekli birbirleriyle boğazlaşacak bir zemini, bir savaş politikasını dayatıyor. Bunları devlet anlamıyor. Aynı şekilde Suriye’de demokratik bir geçiş yaşanmazsa her gün yeni felaketler yeni krizler yaşanabilir’ şeklinde değerlendirmeleri vardı. Takdir edersiniz ki 7 Ağustos avukat görüşmesi 12 Ağustos aile görüşmesinden sonra önce Rojava’daki durum gerçekleşti. Son 10 gündür de kamuoyu İdlib meselesini tartışıyor. Sayın Öcalan bir kez daha çözümün kaynağını ve yöntemini vurguluyor. Eğer demokratik bir zemine anayasal bir zeminle güçlendirilmiş çözüm arayışı gerçekleşmezse bu tip durumların daha fazla yaşanabileceğine ancak bu dönemdeki çözüm gücünün her zamankinden daha fazla imkan dahilinde olduğunu da ifade ediyor.
Suriye’nin garantisi Rojava
Serbay Köklü, Öcalan’ın Rojava’nın önemi ile ilgili yaklaşımını şöyle özetliyor: “Az önce konuştuğumuz iki ayaklı masa metaforu bugünkü süreçte Suriye için daha fazla geçerli. Suriye’nin 2011 yılından önceki nüfus 20 milyon civarındaydı. Ancak aradan geçen 7 yıllık süreçte nüfus ölümler, göçlerle önemli ölçüde azaldı. Bugün Suriye’deki savaş tıkanmanın da yansıması. Bu noktada oradaki halkların bir arada yaşayabileceği bir düzen ancak Kürtlerle birlikte kurulabilinir. Kürtlerin rızasının alınmadığı, içinde yer almadığı bir düzenin ayakta kalma imkanı yok. Sayın Öcalan özellikle Kuzey Suriye’de gelişen demokratik çizginin bugün Suriye’nin çözümü ve geleceği noktasında çok kritik bir rol taşıdığını belirtiyor. Bu durumun orada yaşayan halklar tarafından net olarak görüldüğünü ve Sayın Öcalan’ın da çözüm için daha fazla bir çaba ve gayretin gerektiği noktasında düşünceleri olduğunu da zaten biliyoruz. Bu görüşmede de (Mehmet Öcalan ile yaptığı görüşmede de) bunu bir kez daha vurgulamış olduğunu görüyoruz.”