çocukları
çocukları
çocukları
öldürdüler
kuytu diplerde sessiz menekşe
yeşil çağla
ve tatlı bal
gözlerinden öldürüldüler
çocukların elleri yumuktur
bilinçleri
su gibidir
akıp gider
ve ölüm imgesi de
daha bilmiyorlardı ölümü
öldürüldüler
Muzaffer İlhan Erdost
Sayısız ilke imza atmış bir öncü, bir avand-garde yayıncı, yazar ve gazetecidir Muzaffer Erdost. Örneğin, NATO üyesi olarak TC’nin destek verdiği Cezayir Savaşı’na HAYIR diyen Sartre’ın önsöz yazığı Henri Alleg’in “La Question” işkence tanıklığını 1959 yılında yayınlayan genç bir yayıncıdır Erdost. 28 yaşındadır o zaman ve aynı zamanda “Pazar Posta”sının yazı işleri müdürü.
Gazetecilik ve yayıncılık yanında bir şair ve Türkiye şiirinde niteliksel bir sıçrama yaratan “İkinci Yeni” akımının isim babası. Yani sıkı bir edebiyat eleştirmeni… Birinci Yeni, Orhan Veliler, Melih Cevdetler ve Oktay Rifatlardı diye bir hatırlatma yapalım. Ve İkinci Yeni’nin politik olmadığı önyargısına karşı çıktığını da belirtelim bu arada. Kimlerdi diye soracak olan çıkarsa Ece Ayhan, Edip Cansever, Turgut Uyar, Cemal Süreya, İlhan Berk, Ülkü Tamer diye sıralayalım. Bunlar mı politik değildi diye soralım biz de. İyi ki üç kitapta topladı Erdost, şiir ve edebiyat eleştirilerini.
Kürt ve Süryani/Nasturi gerçekliğini algılamamızı sağlayanlardan bir olmuştu Erdost, ilkin YÖN dergisinde tefrika edilen, daha sonra kitaplaştırdığı “Şemdinli Röportajı” ile.
Kurduğu Sol Yayınları 1965 sonrası, 1971 darbesine kadar adeta infilak etti peş peşe çıkardığı kitaplar ile, Marksist Yayıncılık’ın belkemiğini oluşturdu. Biz 68 kuşağının okuma listesinin baş tacıydı. Elbette Sosyal Yayınlar 1960 sonrası Marksist yayıncılığın ilk yayınevi idi; Ant, Toplum, Payel, Öncü, İzlem, Bilim ve Sosyalizm, Gün, Ararat Yayınevleri de 1971 öncesi önemli katkılar sundular ama Marx-Engels-Lenin’in temel kitaplarının bir program çerçevesinde yayınlanmasında Sol Yayınları’nın yeri tartışılmazdı.
Bunun ağır bedellerini de ödedi. Gerek 12 Mart darbesi, gerek 12 Eylül darbesi sonrası gözaltılar ve hapislikler ile ve en ağır bedel, gözü önünde kardeşi, yoldaşı, çalışma arkadaşı İlhan’ın adeta linç edilerek öldürülmesi oldu. Aslında riski, yasal sorumluluğu hep o üstlenmişti; kardeş yayınevi Onur’un kurulmasının bir nedeni de buydu. Muzaffer’in hapis olduğu dönemlerde, kurumun devamlılığını İlhan sağlayacaktı. 12 Mart döneminde bu mümkün oldu ama 12 Eylül daha farklı yüklendi Sol Yayınevini çökertmek için, ikisi birden alındı.
Mamak toplama kampında, “gençliği siz zehirlediniz” diye linç ettiler adeta ikisini. İlhan’ın kaybı onun için verilmiş bir “yaşam boyu acı” cezası oldu boynunda.
Toplama kampından kurtulanlardan bazıları, uzun yaşar, 90’ları bulur yaşları. Muzaffer Abi de zulme inat 89 yıl yaşadı. Ve ölümünden 2 önce inat etti, Şekibe (Çelenk) Abla’nın cenazesine de katıldı, vedalaştı onunla.
Aynı ağırlıkta bir acıyı da yükledi sırtına, oğlu Barışta’nın acısını. 55’indeydi Barışta o lanet illetten dolayı bizlerle vedalaştığında. Ayşe Nur da 56’sındaydı bizden ayrıldığında…
Barışta’yı en son, Sait Çetinoğlu’nun 2015 yılında Ankara’da düzenlemeyi başardığı ve Hrant’a ithaf ettiği 1915 Soykırımı’nın 95. yılı konferansından (Metinleri Ütopya Yayınları tarafından 2013 yılında kitaplaştırıldı) hatırlıyorum. Barışta Erdost da, Sosyalist Demokrasi Partisi adına sunum yapmıştı.
Muzaffer Abi ile görüştüğünüzde hep bir hüzünle buluşurdunuz gözlerinde. Ta çocukluğundan miras bir hüzün; kardeşi İlhan’ı 5 yaşında iken yitirmişti 1941’in karneli, zor savaş günlerinde. İkinci İlhan 1944 yılında doğdu ve hep onun kanadı altında yürüdü, çırağı, kalfası, çalışma arkadaşı oldu. Daha 56’sındaydı o da, Mamak’ta linç edildiğinde. Muzaffer Erdost, Muzaffer İlhan Erdost oldu, adeta iki kardeş, birbiri içinde, tek bir kişi olarak tabahhur etti.
12 Eylül sonrası Toplum, Dost kitapevleri gibi pes etmeyen, kendi kendini kapatmayan kitapevlerinden biri oldu Sol. Ayşe Nur’un İstanbul’da sol kültürü ayakta tutan Cem-May Dağıtım’ın sorumluluğunu üstlenmesi gibi. Ayşe Nur, ayrıca Ankara’da Arkadaş Dağıtım’ın da yeniden açılabilmesinin koşullarını yarattı. O günleri hep birbirimizle dayanışarak, omuz omuza vererek geçirdik.
Muzaffer Erdost ile bir başka yakınlıkta Tokat kökenli olmamızdandı. Hatta ailelerimiz arasında uzak da olsa bir hısımlık bağı da vardı, Küpçüzadeler nedeniyle.
Daha sonra Muzaffer Abi ile İnsan Hakları Derneği’nin oluşumunda da buluştuk. Emil Abi (Galip Sandalcı) nasıl İstanbul Şubesi’nin kurucu başkanı oldu ise, Muzaffer Abi de Ankara Şubesi’nin kurucu başkanlığının ağır sorumluluğunu üstlendi. İnsan Hakları Vakfı’nın da kurucularından biri oldu.
Kürt sorunu, Emil Abi gibi, onunla da İHD içinde bir çeşit yol ayrımına neden oldu. Ama yol ayrımları ne zaman olmadı ki, 71 öncesinde de, 80 öncesinde de olduğu gibi. Türkiye İnsan Hakları Kurumu’nun oluşumunda yer aldı.
Onlarca gazete ve dergiye yazdı. Yüzlerce kitabı son derece titizlikle yayına hazırladı. Kendi kitaplarının sayısı 30’u buldu.
28 Şubat postmodern darbesinden de nasibini aldı. “Türkiye’nin Yeni Sevr’e zorlanmasının odağında: Üç Sivas” (Onur Yayınları 1999) adlı kitabı yasaklandı ve bölücülükten yargılandı. 1999 yılında Türkiye Yayıncılar Birliği olarak ona, aynı nedenle hapsedilen Ragıp Duran ile birlikte Düşünce Özgürlüğü Ödülü verdik. Ama 5 yıl sonra TC adaletini, Strasbourg’da AİHM’de mahkum ettiren de Erdost olur.
Muzaffer Erdost da gökyüzüne ağdı, peş peşe vedalaşan dostlarla.