Orta Doğu’da “Arap Baharı” olarak adlandırılan olayların sürdüğü 15 Mart 2011’de Dera ilinde bir grup öğrencinin okul duvarına, Beşşar Esad’a hitaben, “Ey doktor şimdi sıra sende” yazmasıyla, Suriye’de fitili ateşlenen iç savaşın üzerinden 10 yıl geçti. Bugün, 3. dünya savaşının merkez üssüne dönüşen İdlib’de artık her şey pamuk ipliğine bağlı. Türkiye ile Suriye Ordusu’nun ilk kez vesayet yerine doğrudan karşılaşması bir ilk olarak Ankara’da travma yaratacak şiddette sonuçlandı: Nedeni bu kadar yüksek sayıda kayıp mı? Ya da ABD’yi karşısına alacak kadar sırtını gözü kapalı dayadığı Rusya’nın 33 askerin vurulmasına göz yumması mı? Yoksa başından bu yana Rusya ile ABD arasında git gellerle işini yürüten Ankara’nın Rusya’ya karşı elini güçlendirmek için kapısını çaldığı ABD ve AB’den istediği desteği istediği alamaması mı? Bugün Moskova’da yapılacak görüşme sonrası bu soruların cevabını alabilecek miyiz belli değil. Ankara’nın koz olarak sahaya sürdüğü mültecilerin Rusya için ne kadar zorlayıcı olacağı bilinmiyor. Ancak öncesinde Rusya Dışışleri Bakanı Lavrov’un Avrupa’nın mülteci sorunu çözülsün diye İdlib’de teröristlere karşı yürüttüğümüz savaşı durduracak değiliz” sözleri, sınırına yığılan mültecilerle zorda kalan AB’nin, Rusya’yı nasıl ikna edeceği merak konusu. Ankara’nın kendisi dahil herkesi zora sokan bu son hamlesinden sonra, şimdi ne olacak sorusuna yanıt bekliyor. Suriye savaşından bu yana mülteciler üzerinden yapılan hamleler de işler kopma noktasına gelmiş durumda. İzlenen Suriye politikası, giderek Türkiye’yi mültecileştirmeye doğru götürürken, Ankara’nın bu zor süreçte İdlib’e yönelik başlattığı ve büyük riskler taşıyan harekata, sonucu trajediye uğramış Arap Baharı’nı çağrıştıran “Bahar Harekatı” adını vermesi de bir tesadüf olsa gerek. Sahi tüm bunlar nasıl başladı? Yarım asır tek parti ile yönetilen ülkede, işsizlik, yolsuzluk ve baskıdan şikayetçi sivillerin ülke geneline yayılan tepkilerine ordunun şiddetle karşılık vermesiydi.
2011’den bu yana
Türkiye’de gidişat, Ankara yönetiminin Suriye savaşı karşısında aldığı pozisyona bağlı olarak şekillenmekte. Bunu her alanda hissetmek oldukça mümkün. Suriye savaşı, içeride tek partiyi tahkim etmenin en önemli aracı haline gelirken, askeri harcamalar ve savaş giderleri yeni vergiler olarak halka geri dönüyor. En son akaryakıttaki ÖTV artışına gidilmesi çifte vergi politikasının bir başka pratiği olurken. aynı günlerde bir yeni vergi kararı da cep telefonları için alındı. Türkiye’de üretimi yapılan veya yurtdışından ithalat yoluyla getirilen cep telefonları için bundan böyle devlete yüzde 1’lik vergi ödeyecek. Sonuçta bu verginin de halka yansıtacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Soğanın kilosu 5 TL. En dikkat çekicisi olanı döviz kurundaki tırmanış; Suriye savaşının başlamasından bir yıl önce yani 2010’da 1,507 Lira iken, 2011’de 1.678 Liraya çıkan dolar kuru, 10 yıl sonra 6.25 lirayı buldu. 2009’da yüzde 6,2, 2010’da 8.5 ve 2011’de 10.4’e yükselen Enflasyon 10 yıl sonra bütün iddialara rağmen yüzde ise 12.37’de. 12 Aylık ortalama enflasyon ise yüzde 13.94’e varmış durumda. Suriye savaşıyla birlikte Türkiye’ye başlayan mülteci akını ve getirilen düzenlemeler yeni bir emek sömürüsü yarışına yol açarken, işsizlik de, savaş ve ekonomik kriz sarmalına bağlı olarak son yıllarda zirve yapmış durumda.
2009’daki ekonomik krizin etkisiyle 3.5 milyonu bulan 2011’de ise 2.6 milyona gerileyen işsizlik, Kasım 2019 itibariyle 4.3 milyona ulaşmış durumda. En somut yansıma Çaykur işletmelerinin geçici işçi başvurularında yaşandı. İşkur üzerinden Rize, Trabzon, Giresun ve Artvin’de istihdam edilecek toplam 850 işçi için 24-28 şubat tarihleri arasında tam 34 bin kişi başvurdu. Kasaplar Odası Başkanı Murat Saruhan Yağmur, “Mal bulunmadığı için” kokoreçin karaborsaya düştüğünü söyledi.
Sınırda neler oluyor?
Suriye savaşı herkes gibi gazetecileri de vurmaya devam ediyor. Son örneği Türkiye’nin yol verdiği mültecilerin Yunanistan sınırına yığılması sırasında yaşandı. Olayı takip etmek, gelişmeleri bildirmek ve mültecilerin karşı karşıya kaldığı durumu öğrenmek isteyen gazetecilerden 20 tanesi göz altına alındı. Aslında Ankara’nın amacı, bu mültecileri dünya çapında görünür kılarak, AB’ye baskı yapmaktı. Aslında basın da bunun için biçilmiş kaftan. Ancak işini ilginç yanı, olay tam tersi cereyan etti. Gazeteci Dayanışma Ağı’na (GDA) göre, gözaltı gerekçesi “1. derece askeri bölgelerde izinsiz görüntü alınmasının yasak olması”ymış. 1. derece askeri bölgeye sığınmacıların girişine izin veren anlayışın gazeteciyi burada çekim yapmaktan suçlu bulması, olayın politik kurgusunun bozulma endişesi taşıdığını gösteriyor. Nitekim, GDA da, “Devletler arasında süregelen gerginlikler halkın haber hakkını engellemek için kullanılamayacağına” vurgu yaptı