Görüşmeyle ilgili yansıtılan iki vurgunun, İmralı aklının ve misyonunun özünü yansıtan yeterlilikte bir netlik taşıdığı kesindir. Gelecek, bu duruşa bağlı politik irade ve toplumsal gücün etkisi ve katkısı olmadan belirlenemeyecektir
İmralı Adası’nda çıkan yangın haberi duyulur duyulmaz milyonlarca insanın yüreğinde derin kaygılar, aklında kaygılı sorular yeniden harekete geçmişti. Başta Abdullah Öcalan olmak üzere Ada’da esaret altında tutulan tutsakların, yaşamı ya da karşı karşıya kaldıkları akıbetti söz konusu olan.
Haberi duyuran İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olunca ve üstelik iktidarın İdlib’de cehennem ruhlu hesaplar ve girişimler peşinde koştuğu zamanlara denk gelince durum, doğal olarak her ihtimale açık, ama “tesadüfi” olamayacak bir gelişme olarak algılandı. Kürt Özgürlük Hareketi’nin her kademesinden kurumların, dost devrimci parti ve örgütlerin, HDP’nin, vb. peş peşe gelen açıklama ve çağrıları konuyu hızla gündemleştirmiş oldu.
Kürt halkı başta olmak üzere, aynı kaygının ortaklaştırdığı geniş halk güçleri her yerde tepki eylemlerine girişti, rejimi teşhir eden, Öcalan’ı sahiplenen ve durumu somut olarak açığa çıkaracak görüşme talebini dile getiren hareket başlatıldı.
Devlet adına yapılan, yangının çapı ve cezaeviyle ilgisiz olduğuna yönelik ciddiyetten ve somutluktan uzak muğlak açıklamalar hiç kimseyi ikna etmedi ve edemezdi kuşkusuz. Nitekim, geliştirilen politik baskı sonuç vermiş, devlet, İmralı kapısını bir kez daha aralamaya mecbur bırakılmıştır. Öcalan’ın avukatlığını üstlenen Asrın Hukuk Bürosu tarafından kamuoyuna, aile görüşünün gerçekleşeceği bilgisi verilmiştir. Bir gün sonra da görüşmenin gerçekleştiği duyurulmuş ve görüşme içeriğiyle ilgili kısa bir yazılı metin paylaşılmıştır. Abdullah Öcalan’ın sağlık durumunun iyi olduğu teyit edilmiştir.
Bu düzeydeki açıklama içeriğinden anlaşıldığı kadarıyla da Abdullah Öcalan, “Ortadoğu ve Türkiye’deki siyasi krize çözüm olduğunu” tekrar vurgulamış, “2019’da yapmış olduğu görüşmelerde ortaya koyduğu duruşu daha güçlü bir şekilde devam ettirdiğini” belirtmiş. Görüşmeyle ilgili yansıtılan iki vurgunun, İmralı aklının ve misyonunun özünü yansıtan yeterlilikte bir netlik ve açıklık taşıdığı kesindir. Gelecek, şöyle ya da böyle, bu duruşa bağlı ve onu sahiplenen, sürdüren ideolojik yaklaşım, politik irade ve toplumsal gücün etkisi ve katkısı olmadan belirlenemeyecektir.
Bu o kadar kesindir ki, dünya-tarihsel boyutta bir derinlik taşıyan uluslararası komplo güçleri tarafından yaratılan, inşa edilen ve sürdürülen İmralı tecridinden, yadsımanın yadsıması diyalektiğine örnek bir gerçeklik çıkmıştır. Daha doğrusu çıkarılmıştır. “Zamanın ruhu”nu çözümleme, ona ait bir iradeleşme geliştirme ve ona bağlı kalma direnişçiliği inşa etme çizgisi olarak tanımlanabilecek bu nitelik, komploya karşı tarihin yanıtı olmuştur. Tarihsel çözümlemenin süreçsel ve geniş ufkundan bakıldığında, Ortadoğu’da, Suriye’de ve Türkiye’de olan biten şeylerde neyin ve nelerin yansımasını görürüz? Uluslararası komplo güçlerinin geleceksizliklerinden doğan varoluşsal küresel çözümsüzlük krizini; bunun sonu gelmez rekabetini, güç çatışmasını ve savaşla ayakta kalma politikasını görürüz. Sınıfsallıklarını; farklı farklı güçlerin ama aynı kökten beslenen kör ekonomik güdülerini, çürümüş ideolojik sitemlerini, çözülmüş ulus devletsel siyasal yapılarını tarihe, insanlığa ve toplumlara zor yoluyla, kan, ölüm, kıyım ve yıkım yoluyla dayatma gayretlerini görürüz. “Zamanın ruhu”na karşı yaşadıkları ve yaşattıkları budur.
Örnekse eğer, daha öncekiler bir yana Suriye sürecinde İdlib’e gelmiş düğümlenmiş görünen cehennem denkleminden neyin çözümünü çıkaracaklar, gelecek ve insanlık adına? Uluslararası İmralı komplosunun tüm emperyalist aktörleri, destekçileri, piyonları ve daha fazlası dolaylı ve dolaysız orada boy gösteriyor. Dünyayı, Ortadoğu’yu, Suriye’yi, Türkiye’yi getirdikleri yer belli. İdlib’den götürecekleri yer de…
Örnekse eğer, mülteci boyutuna bakmak yeter. Savaş boyunca yerinden yurdundun edilen, başka diyarlarda hayata tutmak için yollara düşen; denizlerde, nehirlerde, dağlarda on binlercesi ölüm karanlığında kaybolup giden: yüz binlercesi kamplarda sefalete mahkum edilen, ucuz emek sömürüsünde öğütülen, tecavüze uğrayan, bedenini satmak zorunda bırakılan; ötekileştirmenin, ırkçılığın nesnesi haline getirilen, lince uğrayan, devletler arasında kirli pazarlık konusu haline getirilen vb. milyonlarca insan…
Edirne ve Yunanistan sınır kapılarında şimdilerde mültecilere yaşatılan dram, insanlık adına utanç duyulacak, soğukkanlılıkla planlanmış alçakça bir senaryo olarak sahneye konmadı mı?
Mültecilere dayatılan geleceksizlik, her aktörüyle küresel sistem güçlerinin kendi geleceksizlerinin, çözümsüzlüklerinin ta kendisini göstermiyor mu, ondan köklenmiyor mu?
Trump ya da Erdoğan, Putin ya da Ruhani, Merkel ya da Esad, Netanyahu ya da Miçotakis vs. hukukuyla, kültürüyle, ahlakıyla çoktan cesetleşmiş eski dünyanın topraklarında nafile “geleceği” sürdürmeye çalışıyorlar. Acımasızlıkları da çaresizlikleri de bundandır.
Onurun, adaletin ve özgürlüğün güçleri de “zamanın ruhu”nun çekimi etrafında aydınlanmaya, harekete geçmeye, birleşmeye ve yeni dünyanın topraklarında yol almaya çoktan başladı ama… İnsanlığın toplumsal kurtuluş mücadelesinin tarihsel mirası, “zamanın ruhun”da ve dünyanın her yerinde yaşamaya, direnmeye, isyan etmeye, ayaklanmaya, devrim yapmaya devam ediyor. Rojava topraklarında başarıldığı gibi, geleceğin damarlarına kök salan büyük insanlık ağaçları da boy veriyor.
Velhasıl, İmralı’dan gelen son haberlerin özüne uygundur durum. “Zamanın ruhuna” uymaya ve İmralı kapısını daha güçlü zorlamaya devam.