Yeniden bir uyarlama olan Yokuş Aşağı, Östlund’un da Faxon’un da versiyonunda çığ altında kalan bir aileyi kurtarma çabasında. Ama karın altında unuttukları biri var: Kadın
İsveçli yönetmen Ruben Östlund’un Turist’inin (Force Majeure ) uyarlaması Yokuş Aşağı (Downhill), ilk versiyonu daha kara mizah filmi, karikatürleştirip Amerikan komedi-draması haline getiren bir yapım olmuş. Başrollerinde Will Ferrell, Julia Louis-Dreyfus, Miranda Otto gibi daha çok komedi türünde gördüğümüz oyuncuların olmasının da elbette bunda katkısı var. Turist’e dair birçok kişi ‘Bizde olsa ne olurdu?’ yorumunu yapmaktan kendini alamadı. Zira oyuncu, aynı zamanda komedyen ve senarist olan Nat Faxon, filmin yönetmen koltuğuna oturarak düşünmekten fazlasını yapmış anlaşılan.
Birlikte vakit geçirmek
Bilmeyenler ya da daha önce Turist’i de izlemeyenler için özetle konu şöyle: Turist’te Fransa Alpleri, Yokuş Aşağı’da ise Avusturya’ya kayak tatiline giden iki çocuklu bir ailenin başına gelen, orta şiddette bir felaket sonrası ile bu ilişkinin sarsılması. Amerikalı çift oğullarıyla kayak merkezinde iyi vakit geçirecekleri bir tatil planlar. Aslında gittikleri otel pek ailelere göre olmasa da onlar bütün tatili ‘birlikte vakit geçirmek’ üzerine kurgulamıştır. Tıpkı Turist’te olduğu gibi ailece yapılan ritüeller bir sevgi seli gibi akar. Ta ki Amerikalı ‘mutlu aile’ yemek yemeye bir restoranın terasına çıkana kadar. Kontrollü sandıkları bir çığın üstlerine gelmesiyle anne, oğullarının üzerine kapaklanırken baba ise cep telefonunu alıp panik halinde kaçan insanların arasına karışır. Çığın büyük hasara yol açamadığını görünce insanlar yerine döner. Baba da hiçbir şey olmamış gibi masaya gelir ve çığdan önce almayı tasarladıkları çorbayı sipariş eder. Elbette anne de çocuklar da şok olmuştur.
Oturma düzeni
Bu sahne, Turist’e göre biraz farklı tasarlanmış. Oturma düzeni olarak iki çocuk, annenin yanındayken önlerindeki masa yüzünden hızlı hareket edemeyecekleri şekilde duruyorlar. Baba ise olası bir tehdide karşı arkasını dönüp daha hızlı kaçabileceği şekilde konumlandırılmış. Turist’te bu durum daha farklı. Baba çocukların birinin yanında oturuyor olmasına rağmen çığa yatay masadan yine de telefonunu alarak kaçıyor. Bu ayrıntı gibi görünse de Amerikan versiyonu babayı tamamen ‘bencil’ bir konuma düşürmemeyi bu şekilde kuruyor ilk olarak. Orijinal ise babaya ilk etapta ‘bencillik’ atfediyor. Yokuş Aşağı, babayı bir şekilde ‘canını kurtarma refleksi’ içeresinde ‘hata’ yapmış, o an düşünememiş kişi olarak resmediyor. Film de zaten bu ‘anne-baba’ olma ve çocukları koruma, insanın panik halinde dürtülerine yenilmesi gibi temel meseleler üzerine kurulu. Kadına biçilen rol ‘korumacı’ daha sonra da aileyi bir araya getiren bir şekilde örülmüş. Herkesin izler izlemez ‘Zaten anneler böyle yapar, çünkü o doğurdu’ yorumuna kanalize olmuş bir rol bu. Elbette başına geleni hemen sindiren bir kadın çizilmiyor. Ama Amerikan versiyonu, totali yine kadının sırtına yükleyip konuyu -ki Turist’te de benzer bir mantık var ama burada daha belirgin- ‘olur böyle şeyler, sonuçta biz aileyiz’ önermesine getiriyor.
İkisi de aileyi kurtarıyor
Filmdeki karikatürize durumunu en belirgin olarak Miranda Otto’nun canlandırdığı karakterde görüyoruz. Filmde ‘özgür kadın’ olan bu karakter Turist’teki gibi; ‘açık ilişki’ yaşayan, anne-baba olmayı hayatının merkezine koymayıp ‘çocukları için iyi olanı yapıp’ kenara çekilen biri olarak değil, kırık bir İngilizce ile konuşan ‘çapkın bir kadın’ olarak karşımıza çıkıyor. Orijinalinde annenin tam da ‘sorumluluk’ duygusunu muhasebe ettiği zaman karşılaştığı ‘farklı model’ olmadığı aşikâr. Hoş Östlund’un modern ailesinin de kendisine çizilen rolün dışına çıkmaya pek niyeti yok. Ama Amerikan versiyonunda etraftaki tüm örnekler ‘karikatür’, o yüzden yapılan bu eylem, bir hata olarak kodlanıp sonuçta ilişki çığın altından kurtarılıyor. Aslında ikisinde de erkeğe başta ‘haklı olarak’ yüklenen kadın ve hata yaptığını fark eden ‘zavallı’ adam empatisi ise fazlaca var. Her ne kadar biri Avrupa, diğeri Amerikan standartlarında bir sinema anlayışı ile yapılmış olsa da dönüp dolaşıp vardıkları nokta birbirlerinden çok da uzakta değil. İkisi de belli roller atfettikleri ve bazen bunların dışına taşabilecek ‘refleks’ gösteren aileyi, çığın altında çıkarma çabasında. Östlund’un tüm aile sorgulamaları da bu noktadan uzak bir yere varmıyor. Kadın da erkek de kendisinden ‘beklenen’ ama aynı zamanda ayıplanan ve takdir edilen iki davranışı sergiliyor.
Kaçanı değiştirirsek…
Bu filmde aynı şeyi kadın karakterin yaptığını düşünelim. Affetmek ya da ‘kadının’ hatasını anlaması gibi alternatifler azalacak. Hikâyede çığdan kaçan kişiyi değiştirdiğinizde, erkeğin her iki durumda da ya hatasını anlamış ya da terk edilmiş zavallı olma durumu ile karşımıza çıkma ihtimali yüksek. Kadın ise tersi durumda; orijinalinde bile ‘özenilmeyen’ uçlarda ve açık ilişki yaşayan ya da Amerikan versiyondaki ‘Rus gibi konuşan’ çapkın kadın olacaktır. Alternatif gibi bir kenara koyulan ama iki versiyonda da çok ‘imrenilmeyen’ kadınlara dönecektir. Yani aile kurtulsa da her halükarda kadın hala çığın altında, öyle kalp kırıklıkları ya da haksızlık oldu diye değil, kendinden beklenen bir rol olduğu için…