Matematik için eskiler, “umm ul ulum/ilimlerin anası” derlerdi. Onsuz hayatı sürdürmek, daha doğrusu insan olarak sürdürmek hemen hemen olanaksız gibi. Yani insanı, “sayı saymasını bilen hayvan” olarak da tanımlasak yeridir.
Geçtiğimiz hafta Çin’in İstanbul Başkonsolosu’nun Sabancı Üniversitesi öğrencilerine yazdığı bir mektup düştü medyaya. Korona virüsünün yarattığı imajı ve yanlış bilgilendirmeleri ön plana çıkarmıştı elbette ama Çin hakkında çoğumuzun bilmediği ya da yanlış bildiği çok şey vardı. Afaki bilgiler değildi, hep rakamlarla, sayılarla vermişti bu bilgileri. Hepsi ilginçti ama içlerinden belki herkesin bildiği birkaç sayı dikkatimi çekti ve o konuda birkaç söz etmek istiyorum.
Bir zamanların uyuşturucu ve batılıların fuhuş yatağı olarak bilinen Çin, 1949 devrimiyle Mao önderliğinde büyük bir silkinmeyle o imajından kurtulmakla birlikte son yıllara kadar hala çok ucuz iş gücü ile dünya piyasalarına kalitesiz ürünler sürmekteydi. Daha birkaç yıl önce, artan nüfusa karşın ekonomi bir hayli gerilerdeydi.
Dikkatimi çeken noktalara bakacak olursak aslında dediğim gibi bilinen şeyler ama Türkiye ile karşılaştırmak ilginç olacak.
Çin’in yüzölçümü, 9 milyon kilometrekare, Türkiye’nin onbir buçuk katı, nüfusu, 1.4 milyar, Türkiye’nin on yedi katı, fert başına düşen ortalama geliri, 10 bin dolar, Türkiye birkaç yıl önce bu sayıdayken sekiz binlere doğru gidiyor.
Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi, birinciliği zorlamakta. Birkaç yıl önce alt sıralardayken Türkiye 16.’ydı, şimdi övünerek 19. olduğu söyleniyor, G20’den düşme noktasında.
Çin’in bu başarısının sırrını bulmak elbette ekonomistlerin işi, ben Türkiye’nin durumuna bir göz atmak istiyorum.
Geleneksel geçim kaynağımız olan tarım gerilemekte, makinalaşma ve sulamaya rağmen bir zamanlar kendi kendine yeten yedi ülkeden biri iken buğdayı dışardan ithal ediyoruz.
Hayvancılıkta giderek geriliyoruz. 60’lı yıllarda 55 milyon olan küçük baş hayvan sayısı, üç kat artan nüfusa rağmen yarı yarıya inmiş durumda, eti ve samanı dışarıdan alıyoruz.
Denizleri kirlettik, balıkları yok ettik. Marmara bir ölü deniz haline geliyor.
Tüm fabrikaları özelleştirme adı altında satıp betona gömdük, işsizliği arttırdık, verimi düşürdük. Tek teselli, dolar milyoneri sayımızın hızla artarak dünya ortalamasının üstünde olması.
Dış sermayenin gelmesinin olmazsa olmaz koşulu olan güveni ve onu sağlayacak hukukun üstünlüğünü yok ettik, yargıya güveni sıfırladık. İhaleler, adrese teslim ve eş, dost, yandaş arasında yapılmakta. Her ihalenin özel durumuna ve kazanması istenenlere göre ihale kanunu gece yarıları değiştirilmektedir. Şu ana kadar iki yüze yakın değişiklik olmuş bulunmaktadır.
“Çılgın” projelerle yeni yeni rant alanları açılmakta, yap-işlet-devretlerle ve taahhütlerle geleceğimiz ipotek altına alınmakta. Görmediğimiz, geçmediğimiz yolların, köprülerin, tünellerin geçiş ücretleri, bizden alınmakta.
Eğitimde yerlerde sürünmekte, gençlerimiz fen derslerinde on üzerinden 2’nin, Türkçede 4’ün altında notlarla yetinmekte.
Tabii bütün bunların sonucunda işsizlik, yüzyılın rekorlarını kırmakta, eğitimli gençler çareyi yurt dışına gitmekte aramaktadır.
Bu şartlar altında her geçen gün kötüye giden ekonominin iktidar kanadında yarattığı erozyonu gidermenin yolu, sayılarla, rakamlarla oynayıp enflasyonu düşük gösterme, “şahlanıyoruz, uçuyoruz” teranelerinde arandı ama yetmedi.
Son olarak iktidarı korumanın yolu savaşta aranıyor. Mezhepçi politikalarla Esat’ın yerine İhvan’ı getirmek ve Kürtlerin Suriye’de statü sahibi olmalarını önlemek için tüm dünyanın terörist olarak tanıdığı Kaidecilerle birlikte bize hiçbir yararı olmayan ve Ortadoğu’yu kan gölüne çevirme istidadı taşıyan bir savaşa girildi. Bunun sonucunda bir yandan yüzlerce genç insanın ölümü, diğer yandan yerlerinden edilen milyonların göçü ile karşılaştık. Elli milyon dolar yüzünden ordunun Tank Palet Fabrikası yabancılara satıldı, Türkiye’ye gelen dört milyon mülteciye kırk milyar dolar harcandı. Ama işçimize, emeklimize kemer sıkmak, pazarlara akşam saatlerinde gidip çürük sebze meyve toplamak düşüyor.
Meclis kararı olmadan savaşa giriliyor, Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin acele toplantı kararı almasına rağmen, tek yetkili merci olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin toplanması reddediliyor, halktan gizli, kapalı yapılacak rutin toplantıda tek yetkili ve sorumlu olan sayın Erdoğan’ın değil, Milli Savunma Bakanı’nın bilgi vereceği söyleniyor. Tabii o bilgiler ne kadar sıradan, ne kadar bilindik olursa olsun en az on yıl gizli kalacaktır. Bu yazının yazıldığı sıralarda henüz Meclis toplanmamışken neler konuşulacağını tahmin etmek kehanet değil. CHP savaşın gereksizliğini, Esat’la görüşülmesini; HDP, Suriye’den derhal çıkılıp savaşa son verilmesini, İYİ Parti şehitlerin sayısını dile getirecek, MHP, bekadan söz ederek Şam’a gidilmesini isteyecek, AKP dış müdahaleden söz ederek karşı tarafların kaybını onla çarpacak, kendi kayıplarının sayısı hakkında saygın yabancı ajanslarının haberleri aksine 34 şehitten söz ederek savaş karşıtlarını vatana ihanetle suçlayacaktır.
Akşam haberlerinde ise biz yine Türkiye’nin yanlış politikaları yüzünden Suriye’den gelen mültecilerin, çoluk çocuk Avrupa kapılarındaki perişan halini seyredeceğiz.