Bu yazı yazıldığı sırada henüz TBMM’nin “kapalı toplantısı” yapılmamıştı…
Toplantının “kapalı” yani “gizli” yapılması CHP tarafından İdlib “muharebesinin” hemen akabinde önerilmişti.
CHP neden “gizli” bir oturum önerdi?
Saray’ın TBMM’ye “gizli kalması gereken” sırları vereceğini mi düşündü?
Bu gülünç olur. Saray TBMM’yi diktatörlüğün üstünü örten yırtık pırtık bir örtü olarak kullanıyor. Onun oturumunda değil “gizlenen” hakikatleri dile getirmeyi, asker kayıplarının gerçek sayısını bile açıklamaya tenezzül etmeyecektir. Halkın İdlib’de olan biteni bilme hakkı vardır.
Bununla birlikte “gizli oturum”dan sürpriz bir açıklamanın çıkması ihtimali de vardır.
Bu ihtimal “tehlikeli” bir ihtimaldir. Açıklama yapacak olan Savunma Bakanı “Türkiyenin Suriye Arap Cumhuriyeti ile savaş halinde olduğunu” dile getirebilir.
Bunun arkasından ise “resmen savaş ilan edilmemiş” bile olsa, bu gerekçeye dayanarak Cumhurbaşkanı “Seferberlik ve savaş hali yasasını” tek bir kararname ile yürürlüğe koyabilir.
O halde böyle bir ihtimali şimdiden dile getirmek çok önemlidir.
Eğer “gizli oturumun” ardından Erdoğan “seferberlik ve savaş hali yasasını” yürürlüğe koyarsa, biz şu gerçeği derhal ilan etmeliyiz:
Rejim, içine yuvarlandığı krizden çıkabilmek için, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni “hava sahası” kendisine kapalı olduğu halde bilerek İdlib’e sürmüş, Suriye devletine verdiği “kendi topraklarından çekil” ültimatomunu çatışmayı provoke etmek amacıyla yapmıştır. Erdoğan “ikinci bir Allah’ın lütfunu” İdlib’deki askerleri “feda ederek” imal etmiştir. Tıpkı 1 5 Temmuz darbesini Olağanüstü Hal ilan ederek rakiplerini tasfiye amacıyla nasıl kendi ülkesine karşı kendisi tezgahladysa, İdlib’deki son çatışmaları askerleri ölüme sürükleyeek, “savaş hali” ilan etmek amacıyla kendisi tezgahlamıştır.
“Gizli oturumun” ardından Olağanüstü Hal ya da “seferberlik ve savaş hali” yasası eğer yürürlüğe sokulursa, bu adım, Erdoğan’ın kendi askerlerini bu yasayı yürürlüğe koymak için Ruslara “öldürttüğü”nü kanıtlamış olacaktır.
Böylece, rejimin Rusya ve Suriye hava sahasını kapattığı için hava desteği olmayan orduyu İdlib’e sürmesinin, onları bile bile ölüme sürüklemesinin sebebi de böylece anlaşılacaktır.
Eğer böyle bir gelişme olursa, muhalefet “gizli oturumun” tutanaklarını, yasaklamayı dinlemeyerek halka duyurmalı ve eğer ilan edilirse “seferberlik ve savaş ilanı yasasının” hiçbir hükmünü tanımayacağını, geç kalınmadıysa, derhal ilan etmelidir.
Şunu eklemeliyim: Erdoğan rejiminin “seferberlik ve savaş hali yasasını” yürürlüğe koyması için, Suriye ya da Rusya’ya “resmen savaş açmış olması” şart değildir. Bu yasanın maddelerinden birisinde şöyle denmektedir:
“Seferberlik ilanına gerek görülmeden savaşa girilmiş veya muhasamat fiilen başlamış ise, kanunlarda yazılı savaşa ve seferberliğe ait hükümler ile yine kanunlarda savaş hali, savaş zamanı ve savaş esnası gibi hallerde uygulanacağı yazılı hükümlerden hangilerinin, nerelerde veya ne zaman uygulanacağı ve bunlardan ne suretle vazgeçileceği, Cumhurbaşkanı kararı ile belirtilir ve Resmi Gazete’de yayımlanır. Bu karar, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bilgisine sunulur.”
Demek ki, “Seferberlik ve Savaş Hali” ile ilgili yasanın hükümlerinin yürürlüğe konması için “seferberlik” ilanına gerek yoktur. Aynı zamanda “savaş ilanına” de gerek yoktur. “Muhasamatın fiilen başlamış” olması yeterlidir. Kaldı ki Erdoğan “savaşa girildiğini” bizzat açıklamıştır.
Cumhurbaşkanı ortada seferberlik ilanı ve resmen savaş ilanı olmadığı halde seferberlik ve savaş ilanı durumunda uygulanacak her türlü önlemi alma yetkisine sahiptir. Bu önlemlerin neler olduğunu tahmin etmek zor değildir. Bunların arasında Olağanüstü Hal’den de ağır hükümler vardır.
Rejim ağır bir krize yuvarlanmıştır. Bizzat devlet kararıyla savaşa girilmiştir. Mültecilere “kapıları açmak” insani bir faciaya kapıyı açmak anlamına gelmektedir. Korona-virüsü savaş ve mülteci krizinden de yıkıcı sonuçlar doğurmaya adaydır. Babacan’ın parti kurmasıyla birlikte Batı için Erdoğan’a karşı “sistem içi bir alternatif” ortaya çıkacak ve bu da AKP içinde parçalanmaya yol açacaktır.
O nedenle rejimin “ikinci bir Allah’ın lütfuna” ihtiyacı var.
Hiç kuşkusuz bu lütuf Allah tarafından değil, bizzat Erdoğan ve etrafındaki suç ortakları tarafından imal edilmiş olacaktır. Ve bilelim ki, bu yasa Suriye’ye karşı “savaş ilanı” olmayacak, AKP-MHP rejimine muhalif olanlara “savaş ilanı” olacaktır. Düşünün: Savaşa girecek bir ülke bütün dünyayı ve içeride tüm muhalefeti karşısına alır mı? Alıyorsa dışta savaştan çok “içte savaş” planlıyor demektir.
Tehlike, bana sorarsanız 15 Temmuz’dan daha büyüktür.