Gülcan Dereli
HDP Şişli ilçe Eşbaşkanı Mutlu Öztürk’ün, HDP’nin 7. kuruluş yıldönümü için gittiği Beşiktaş ilçe binasına girmesi engellendi, ardından da gözaltına alındı. Öztürk bir gün sonra 14 Ekim’de tutuklandı. Savcılık, HDP’nin basın açıklamasında söylenen ‘Savaşa Hayır, Barış Hemen Şimdi’ sloganını, ‘örgüt propagandası’ olarak değerlendirerek iddianame hazırladı. Sefa Alar, Songül Çelik, Ali Edebali, Mehmet Emin Elma, Hüseyin Fidanboy, Müslüm Kılıç, Aydın Şalış, Necla Yıldız ve Mutlu Öztürk 4 ay tutuklu kaldı. Geçtiğimiz gün tahliye olan Mutlu Öztürk, sorularımızı yanıtladı.
- Hem öğretmen hem siyasetçi nasıl olunuyor? Sizi zorlamıyor mu?
İkisi bir arada gidiyor mu? Bence bu iki alan birbirine akraba aslında. Öğretmenin yapmaya çalıştığı ile iyi bir devrimci siyasetçinin yapmaya çaıştığı üç aşağı beş yukarı benzer şeyler. İnsanları güçlendirmek, insanları birer özneye dönüştürme çabasında, onlara katkıda bulunmaya çalışmak. Dolayısıyla hayır zorlamıyor, hatta tamamlıyor. Toplam olarak kendi hikayeme baktığımda da gördüğüm o. Hani insan ölür de arkasından yazılır ya, bu son süreçte, benim şansıma bunu erkenden yapma fırsatı oldu ve öğrencilerimin, çeşitli dönemden arkadaşlarımın benim için kampanya sürecinde “Mutlu Hoca’ya özgürlük” sayfasında yazdıklarının toplamına baktığımda, fena değil bilanço. Ben olmasaydım, başka birisi hakkında bunları okusaydım da, “siyaset ve pedagoji, birbirini tamamlayan iki şey imiş” derdim sanırım.
- Eşbaşkanı olduğunuz parti binasına alınmadınız ve sonra tutuklama geldi. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim ilçe değildi. Benim ilçe olsaydı Şişli polisi beni tanıyor. Dolayısıyla o kadar saçmalamazlardı. Beşiktaş ilçeye gittik. Beşiktaş ilçe eşbaşkanı ile kapının önünde polisin insanları gözaltına almasını engellemeye çalışırken, ondan 3-5 dakika sonra gelip aldılar. Baştan aşağı saçmalık. Ama benzerlerine son 4-5 yılda çok rastladığımız saçmalık. Bu defa tabii İstanbul’un ortasında Beşiktaş’ın göbeğinde olduğu için, ses getirdi. Sanırım Kürdistan’ın her tarafında Türkiye’nin neresinde olursa olsun, HDP’lilere davranışları bu. Yani herhangi bir partiye, AKP’ye MHP’ye İyi Parti’ye, CHP’ye hak olan bir şeyin, çok basit çok temel ve açıkça anayasal bir hakkın, zorbaca engellenmesiydi. Kapının önüne gittiğimizde üniformalı paramiliter bir öbek, bayağı açık bir provokasyonla, bizi gözaltına almaya çalışıyorlardı ve aldılar da. Yani bir demokratik hukuk devletinde isek, evet orada bir suç vardı ve o suç bizler değil karşımızdakiler tarafından işlendi. İnsanları kriminalize etmek ve temel bir haklarını kullanmak üzere buna hiç hakkı olmayan bir grup yürütme üyesi bir provokasyon yaptı, benim gözümden o gün yaşanan buydu. Sonra da çok öğretici bir 130 günlük hapis dönemi yaşadım.
- ‘Savaşa hayır barış hemen şimdi’ sloganı tutuklanma gerekçesi olabilir mi?
O Beşiktaş Emniyet’in işgüzarlığı. Polis o sloganı tahkikat dosyasına koymuş suç niyetine; ama savcı biraz daha dikkatli davranıp, iddianamede suçumuzu, “Katil devlet, Bijî berxwedana Rojava, bijî berxwedana Kobanê” sloganlarını atmak yoluyla “Terör örgütü propagandası” yapmak diye tarif etmiş. Yani “Savaşa hayır, barış hemen şimdi” tahkikat dosyasında var, iddianameye koymamışlar. Ama tabii bana sorarsan, bu 3 sloganın toplam manası da o: Savaşa, hayır! Dahası, bu sloganların atıldığına dair de herhangi bir kanıt yok dosyada. Uydurmuşlar. O gün “Katil devlet” lafını hakikaten ben duymadım. “Bijî berxwedana Kobanê” haykırışını böyle açıktan üstlerine alıyor olmaları ise epey tuhaf. Çünkü bu IŞİD’e karşı üretilmiş bir slogan. Kürt halkı 10 bin gencini toprağa verdi IŞİD’i yenmek için ve tıpkı 36 İspanya iç savaşındaki “No Pasaran!” (Geçit yok!) sloganı gibi, neredeyse enternasyonal bir dayanışma sloganı olarak kabul gördü Bijî berxwedana Kobanê sloganı. Bunu bir savcının üzerine alınıp iddianamelere geçirmesi, aslında kendi devletini dünyaya ihbar etmek, “IŞİD’le iltisaklıyız”ı resmen ilan etmek demek; ilginç bir cüret. Kendileri bilir. Bunların tartışılacağı yer parlamento, mahkeme salonları değil. Meraklılarsa, cübbelerini çıkarsın yargıçlar savcılar emniyet amirleri; kahvede oturup tartışalım. Ya da gönüllerindeki partilerden aday olup seçimlere girsinler, sandıkta yenelim. Yani bu arkadaşlar, siyaset yapmak istiyorsa siyaset yapsınlar tabii, ama iddianamelerde bize böyle siyasi sorular sormasınlar. Mahkemelerin işi bu değil.
- Mahkemede yaptığınız savunmada birkaç dil bildiğinizi ama kendi anadiliniz olan Kürtçe’yi bilmediğinizi söylediniz. Devlet nasıl bir asimilasyon politikası izliyor?
Yargıç sağ olsun, bizim duruşmayı 21 Şubat’a, Dünya Anadilleri Günü’ne koymuştu. Öyle bir günde anadil hakkı üzerine konuşmasak olmazdı. Ve zaten, HDP’nin yürüttüğü mücadele ile anadil konusu öylesine akraba ki! Dolayısıyla savunmada onları birbirine bağladık. 9 arkadaştık. Anadili Kürtçe olup Kürtçe’yi hala bilenler Kürtçe konuştular. Kürtçe’yi öğrenme veya geliştirme fırsatı bulamamış arkadaşlar bunun altını çizerek konuştular, dolayısıyla o anlamda da güzel bir HDP’li yelpazesi sunduk, izleyicilere ve yargıca. Affedilmez bir haksızlık ve insanlık dışı bir durumun, anadili elinden çalınmış insanların kısa öykülerini dinledik, dinlettik o gün. Yeni değil, neredeyse 200 yıldır, ulus-devletler, dünyanın her köşesinde bunu yaptılar ve kültürel homojenleşmenin ülkeye katkı olduğunu sanan ahmakça bir ideolojinin peşinde sayısız trajedi yaşattılar. Türk devleti de bu vehimin peşinden gidip, 70 yıl boyunca, düşünün yani, ‘Kürt yok, Kürtçe diye bir şey yok’ gibi apaçık bir yalanı, bütün olanaklarıyla topluma dayattı. Biz de onun kurbanlarıyız. İngilizce ve Fransızca’yı öğrendim, çünkü bunların örgün eğitim içinde sunulduğu 2 okula gitme şansım oldu. Kürtçe’yi böyle öğrenebileceğimiz bir kurum, hala ama hala yok. Bir devletin kendi halkına kendi yurttaşına bu olanağı sunmuyor olması, 2020 dünyasında, bir insanlık suçudur.
- Bunun için ne yapmalı?
Elbette buna karşı koymamız ve hepimizin kendi anadilimizi öğrenmemiz lazım, ama bir taraftan da, 100 yılın hasılası olarak, böyle bir sosyolojik tabaka da oluşmuş durumda: salt biz değil, Gürcüler, Çerkesler, Lazlar, (…), bu memlekette “anadili unutturulmuşlar” diye, bu anlamda tırnak içinde sakatlanmış sayısız insan varız. Oysa çok sevdiğim bir söz var: ‘Tek dillilik, tedavi edilebilir bir hastalıktır.’ İnsanın doğası çok dilli. Bir bebeği çok dil konuşulan bir eve bıraktığınızda hiç kafası karışmadan o dilleri ayırarak hepsini ayrı ayrı öğrenir. Bizim bu yeteneğimiz, bu ulus-devletçi tekçi zihniyet tarafından elimizden alınmış durumda ve dil gibi bütün insanların ortak kültürel mirası, en kıymetli en biricik ortak eserimiz, dillerimiz, bir tür suça, bir kriminalizasyon aracına dönüştürülmüş durumda.
Geçen gün Necat Ayaz, Özgür Politika’ya bu meseleyle ilgili çok güzel bir röportaj vermişti. Orada meselenin bazı boyutlarının altını çiziyor, yani karşı karşıya kaldığımız dert, salt TC’nin arkaik ve saçma tarzıyla sınırlı değil. Kapitalizm yeryüzündeki ekolojik çeşitliliğe ne yapıyorsa, İngilizce’nin hegemonyası da, yeryüzündeki bütün o dilsel çeşitliliğe aynı soykırımı uyguluyor. Bir sürü dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıya, bunun iktisadi ve siyasal, kültürel nedeni var. Zaten bazı diller çözüldü gitti bile, geçen gün o öldürülen güzelim dağ keçisi gibi, bu topraklarda bir sürü dil zaten öldürüldü şu ana kadar. Mesela Zazaki (Kirmançkî) yok olma riski ile çok daha hızlı bir şekilde karşı karşıya, Kirmancî’nin çeşitli yerel lehçeleri de git gide yitiyor.
Bu dillerin yaşaması için mekanizmalar oluşturmamız lazım. Bu da sadece inatla olacak bir şey değil; akıllı ve sistematik bir inatla, kendini örgütlemeyi bilen bir inatla gerçekleştirebilecek bir şey. Şunu da ekleyeyim: Kürtçe’nin yok oluşu ya da bir memlekette herhangi bir dilin yok oluşu, aynı zamanda diğer dillere de yapılan bir haksızlıktır. O dili de güçsüzleştirir. Ben öğretmenim oradan da biliyorum, kendi anadilini bilmesi engellenmiş bir çocuğun diğer dillerle kurduğu ilişki de, bilgiyle, kültürle kurduğu ilişki de sakatlanır. Anadili Kürtçe’yi iyi öğrenmiş bir çocuk Türkçe’yi de iyi öğrenemiyor. Kürtçe’sine ket vurulmuş bir çocuk başka bir dili öğrenirken çoğu durumda çok ciddi sorunlar yaşayabiliyor. Neticede bu sorun Kürtlerin, asimile olanıyla, olmayanıyla, hala kanayan en derin yarası.
7’den 70’e bir Kürt yelpazesi vardı
- Cezaevinde nasıl bir yaşamınız oldu? Bize biraz cezaevindeki durumu anlatır mısınız?
55 yaşındayım ve demin de dediğim gibi kendimi hep bir devrimci olarak düşündüm. Ama bunca zamandır cezaevine girme fırsatım olmamıştı. Bu eksiğimi giderme fırsatını bana nihayet sunan Türk devletine, teşekkürlerimi iletiyorum. Çok öğretici bir 130 gün yaşadım. Gardiyanlarıyla, adli koğuşlarıyla, Fethullahçılarıyla, memleketin mikrokozmosu olarak zindan, bakmasını bilene, çok öğretici. Haysiyetli bir halkın devrimci duruşunun nasıl aynı zamanda insanlık onurunu koruyan, küçücük detaylarda bile insanlık onurunu koruyan bir güç olduğunu görme şansı buldum. Mesela, gardiyanların bize davranışı ile diğer kesimlere davranışı arasında çok net bir fark vardı. Bize, içselleştirilmiş olmasa da, ciddi bir saygı gösteriyorlardı. Bu da, devletin niteliği hakkında çok şey söylüyor bize. Dik durursan, örgütlü durursan, karşındaki sana saygı duyuyor. Ve en küçük tereddüttü hissettiğinde de, akla gelmeyecek bir zalimlikle üstüne geliyor. 130 gün boyunca F5 koğuşunda elliden fazla arkadaşla tanıştım. Hakikaten 7’den 70’e idik; 18 yaşını yeni doldurduğu için çocuk koğuşundan bizim koğuşa yollanan Esenyurtlu Abdullah’tan, 1949 doğumlu dört bin yıla mahkum Sabri abiye, 7’den 70’e, bir Kürt yelpazesi… Nasıl bir çeşitliliğin ve nasıl bir direniş gücünün söz konusu olduğunu, ben o koğuşta gördüm. Bize HDP’nin doğum gününü kutlatmadılar ama, parti mi yok, biz içeride, başka bir partinin doğum günü kutlamasına şahit olma şansını bulduk. Cin şişeden çoktaan çıkmış durumda ve tek yol: özgürlük, eşitlik, kardeşlik. Tek yol, onurlu barış.
Mehmet Bal’ı bize geri versinler
- Mehmet Bal’ın çocuğu Vedat Bal ile aynı koğuşta kaldınız. Mehmet Bal’dan bir ayı aşkın süredir haber alınamıyor. Mehmet Bal’a ne oldu?
Vedat ile 3 ay boyunca aynı koğuştaydık. Sonra Vedat’ın 22 yıllık bir cezası onaylandı ve hükümlü koğuşuna geçti. Tanıdığım en naif, en dürüst ve yetenekli gençlerden birisiydi. Vedat’a uzun süre zaten babasının kayıp olduğunu söylememeye çalıştı arkadaşlar, ama 10-15 gün geçtikten sonra bir şekilde Vedat da duydu. Sadece Vedat değil, Mehmet Bal’ın yeğeni Murat Bal da bizim koğuştaydı. Ona da 18 ağırlaştırılmış müebbet isteniyor. Aleyhinde doğru dürüst hiçbir delil yokken. Tam bir hukuk cinayeti. Yani şöyle bir şey hissettim içerde; devlet, belli aileleri seçiyor, özellikle yurtsever harekete ciddi katkıda bulunduğunu düşündükleri aileleri ve onların üstüne çok sert ve hukuk dışı, hiçbir sınır tanımayan şekilde gitmeye çalışıyor. Bal Ailesi’ne yönelim, tam da bu. O yüzden o meselenin üzerinde çok durmamız lazım; devletin bir kanadı, bu Fethullahçılardan iyice alıştı bu “insan kaybetme” meselesine. Şunu bilsinler ama: Kürtlere bunu yapamazlar. Kürtler o kadar sahipsiz değil, birbirine sahip çıkmayı çok iyi öğrendi. 90’larda bunun benzerlerini yaşadı, yılmadı. İşe yarasaydı o zaman yarardı. 90’lardaki gücümüz ile şimdiki gücümüzü karşılaştırsınlar ve biraz akıllı olsunlar. Aynı politikalara geri döndüklerinde olacak tek şey, bizim daha da çok güçlenmemiz. Kürt halkı, geçen pazarki kongrenin de gösterdiği gibi, çok haysiyetli ve güçlü bir halk artık. Dolayısıyla hukuka dönsünler ve Mehmet Bal’ı da bir an önce, bize geri versinler.
Mutlu Öztürk’e dair…
HDP Şişli ilçe Eşbaşkanı Mutlu Öztürk, ellili yaşlarında bir Kürt Alevi öğretmen, bir yandan da bütün ömrü boyunca kendisini solda konumlandırmış bir aktivist. Güzel okullarda okumuş, bir yandan da kültür sanat dünyasına olabildiğince ilgili. Bir taraftan iyi öğretmenlik ne demek, iyi sosyal bilim öğretmenliği nedir, nasıl olmalı, üzerine kafa yormuş. Tarih Vakfı’nın mütevelli heyetinden, dolayısıyla hem tarih eğitimi nasıl olmalı üzerine düşünmüş. hem de demokrasi ve eleştirel düşünme eğitimi nasıl verilmeli diye, öğretmenler ve öğrenciler ile çalışma fırsatı bulmuş 20 yıl boyunca. HDP’nin kurucularından HDK’nin de yöneticilerinden biri olarak, bu mücadeleye de bir şekilde katkıda bulunmaya çalışmış. Yani bir sürü şapkası var. Şu anda ise, dört buçuk aylık Silivri misafirliği sonrasında, içerde iken yapılan kongrede seçildiği HDP İstanbul il yönetiminde çalışacak.