Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, yasal, siyasal düzeninin temellerini atan lideri. Aynı zamanda da CHP’nin kurucusu. Mustafa Kemal’in Türkler için bir kült olduğu biliniyor. O söz konusu olunca sağcısından solcusuna, dindarından dinsizine herkes için dokunulmazdır. Başarılıdır, kusursuzdur. Hatta dünyanın gelmiş geçmiş en büyük lideridir.
Bir Kürt olarak benim için aynı yaklaşım asla söz konusu değildir. Kurduğu düzen 100 yıldır başta Kürtler olmak üzere birçok etnik, dinsel, kültürel ve siyasal gruba kan kusturdu. Katliam, soykırım, sürgün, yıkım, asimilasyon gündemden düşmedi. M. Kemal’in eseri olan zihniyet Türkiye’de sol ve demokratik hareketleri bloke etti, Arap dünyasında Baasçılığa ilham kaynağı olup diktatörlüklere kaynaklık etti. Emperyalizm, feodalizm, gericilik karşıtlığı söylemiyle Sovyetlerden para, silah ve politik destek alırken, emperyalist-kapitalist ülkelerle yaptığı ekonomik, ticari ve siyasi işbirlikleriyle de sözde blokları kullanma siyasetiyle pragmatik, istikrarsız ve güvensiz bir anlayışı miras bıraktı ki, son kalıntısı Rusya ile Amerika arasında sıkışmış Erdoğan’dır.
M. Kemal’in Kürtlere yaklaşımında değişim
Kürtlerin durumu Mustafa Kemal’i de fazlasıyla meşgul etti. İlkin Amasya Protokolü ile yaklaşımını dışa vurdu. Devam eden yıllarda söylemleri ve pratikleri ile rejimin resmi ideolojisinin de temellerini oluşturdu. Musul-Kerkük dahil, oluşturduğu Misak-ı Milli sınırları ile Kürtleri Türkiye’nin bir parçası olarak görmekteydi. Kürtlerin nüfus yoğunluğu ve bağımsızlıkçı hareketler mücadelelerine rağmen petrol, zengin topraklar ve yönetebileceği nüfus daha cazip geliyordu. Süreci dikkatli yöneterek, bağımsızlıkçı Kürtleri eliminize etmek, zenginliklerini ele geçirmek, toplumsal, kültürel, siyasal taleplerini de kontrolde tutmak gerekiyordu. Örneğin Koçgiri’de olduğu gibi bağımsızlıkçılara karşı şiddet uygulamaktan kaçınmadı. Ama birlikte hareket eden Kürtlere meclisin yolunu açarken, yerel düzeyde ya da kentler bazında özerklik vermeyi taahhüt etmekteydi. 1919 Amasya Protokolü’nde, Erzurum Kongresi, meclis oturumları ve siyasal demeçlerinde özerkliğe dair değerlendirmeleri hep vardı. Kastettiği sınırları çizilen federalizmi çağrıştıracak bir özerklik değil, iller bazında seçilmiş meclis ve belediyelerin eğitim, ana dil, kültür, sosyal yaşam, ekonomi ve güvenlik konularını kendilerinin organize edeceği, geniş yetkilerle donanmış bir tarzdan bahsediyordu.
Ancak Musul ve Kerkük gibi petrol zengini bölgelerin elden çıkacağının, Kürt coğrafyasının ve nüfusunun parçalanacağının anlaşılmasından sonra, bizzat kendisi söylem ve eylemini değiştirmiştir. Meclisteki Kürtler eliminize edildiği gibi, önceki sözleri de unutmuş, hatırlatanları veya bu haklarını almak için mücadele edenlere de şiddet uygulamış, öncüleri idama götürmüş, direnişçileri sürgün etmiştir. Şeyh Said, Ağrı ve Dersim’de büyük katliamlar yapmıştır. Bu amaçla diplomatik ve siyasi ilişkileri de kullanmış Almanya, Sovyetler ve İngilizlerden de destek almıştır. Konvansiyonel ve kimyasal silahlar, para ve politik destek sağlamıştır.
Yetinmemiş Kürt dilini, kültürünü, tarihini, etnik yapısını, toplumsal değerlerini reddetmiş, resmi tarih ve ideoloji ile asimilasyon ve zaman içinde eritmeyi hedeflemiştir.
Mustafa Kemal’in vakti zamanında bütün planladıkları halen devrededir. Ama o dönemde olduğu gibi günümüzde de sorun çözülmemiştir. Aksine sadece Kürtleri değil Türkleri de tüketmektedir. Ekonomik, teknolojik, politik, ruhsal ve insani bütün değerleriyle Mezopotamya’dan Anadolu’ya derin bir kriz var, çürüme ve tükenme hâkim.
Neo-Kemalistlerin Kürtlerle dansı
Yüzyıl sonra 2019’da Atatürk’ün partisi ile Kürtlerin yolu ortak bir zeminde buluştu. Nasıl ki, Kürtler, Amasya Protokolü’ne, Erzurum, Sivas kongrelerine ve Büyük Meclisin oluşmasına yönelik süreçlere katılıp destek verdiyse, başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin batı bölgelerinde, metropollerinde Kürtler yerel seçimlerde CHP’yi destekleyerek belediyelerde iktidar olmalarını sağladılar. Ama bu CHP’ye bir sorumluluk veriyor. 100 yıllık problemi çözmesi için kurucuları M. Kemal’in politikalarını revize etmeleri, yanlışlarını eleştirmeleri ve Kürt realitesinin isyan, asimilasyon ve yok saymayla çözülemeyeceğini idrak etmeleri gerekir. İktidara yürüyüşte de Kürt desteğini almaları en az Musul-Kerkük kadar önemlidir. Ekonomide borca, politikada batağa, toplumda yozlaşmaya saplanmış Türkiye’yi kurtarmak 100 yıllık sorunları çözmek, demokrasi, barış ve insani gelişimin yolunu açmak gerekir.
Peki CHP’nin yaklaşımı ne? Salt birkaç tane kurs açmakla, bu işi çözeceklerini mi sanıyorlar?
CHP artık Kürtlere yaklaşımını deklare etmeli, bu alanda bir politika üretmeli. Anayasalardan yasalara kadar Kürtlere tatmin edici güvenceler vermeli. Demokrasi, barış, güvenlik, ekonomide bölgesel eşitsizliği giderme gibi konularda rengini belli etmeli. Tutarlı bir konsept oluşursa, iyi bir programla kitlelerini de ikna edebilir ki, aslında toplum meseleye hâkim. Hakeza CHP yapacaklarını iktidarda değil muhalefette bir harekete dönüştürerek pratikleştirmeli.
Bugünkü haliyle CHP, Özal’dan da Çiller’den de Erdoğan’dan da geridir. Jitem, OHAL, özel tim, koruculuk uygulamasını getiren, ama çözüm içinde cesur davranan Özal’dan, katliamlarına rağmen federasyondan bahseden Çiller’den, Oslo ve İmralı görüşmelerini yapan ve Dolmabahçe Protokolü’nü kabul eden, ama sonrasında çark edip savaşta ısrar eden Erdoğan’dan da geridir. Çözüm yolunda 90’ların başında hazırladığı bir raporun ötesine geçemeyen CHP maalesef Efrin, Serêkaniyê, Grê Spî ve Başur işgalinde Erdoğan’ın destekçisi olmuştur.