Tarihsel metinlerde başörtüsünün esas işlevi, soğuk ve sıcağa karşı korunma olarak geçer. Zamanla görünüm, nazar, stil ve güç gibi ek özellikler de eklenmiştir. İnsanın en görünür beden parçası hiç şüphesiz başıdır ve derin bir şuur kuyusu olduğu çok erken dönemlerde fark edilmiştir. Tüm kültürlerde “başın” önemi bu bağlamda vurgulanmıştır. Zira erk sahipleri dünyevi “haysiyetin” en güçlü simgesi olarak kabul gören tacı her vakit başın üzerine koymuşlardır. Nitekim erkin bir niteliği olarak taç veya başlık, tarihsel olarak kadınlar için de erişilebilir bir statüye ulaşmıştır, ancak kendi iktidarları için değil, kralın gücünün tescili içindir. Bugün birçok kültürde otoritenin ve zaferin sembolü olarak işlev gören nesneler görmekteyiz. Gücün sembolü olarak ister taç ister başka objeler olsun ekseriyetle erkeklerin başlarına göre tasarlanmıştır. Başlarına taktıkları taçlarla birlikte göksel varlığın yerdeki temsilcileri olarak hükmetmeye başlarlar.
Antik çağlardan beri birçok ataerkil toplumda kadınların örtünme gelenekleri olduğunu biliyoruz. Vücudun yanı sıra saçın da gözden sakınılması bir saygınlık işareti olarak kabul edilirdi. Örtünme, kadınların pak ve akide kalmalarının göstergesiydi tanrılar huzurunda. Tarihin bugüne aktardığı bilgilere göre Asur ve Babil döneminde sadece özgür yurttaş kadınlar tül giyme hakkına sahiptiler. Alt sınıfların bu haktan mahrum kalmalarıysa ahlaki bir buyruğa bağlanıyordu. Dolayısıyla zaruri gereksinimler sonucunda ortaya çıkan başörtünün zamanla bir “kültürlenmeye” dönüştüğü görülmektedir. Romalı Tacitus, (MS 1. yy) German kadınları hakkındaki bir notta uzun saçlarının üzerine beyaz/kırmızı örgü veya nakışlı bir başörtüsü taktıklarını aktarır. “Genç kadınların başları açıkken, evli kadınların tül veya şalla örtünmek zorunluluğu var” demiştir. Lakin Almanca’da “peçe” (Schleier) ve “kadın” (Frau) kavramlarının bileşkesinden yeni bir “kadın” (Weib) tanımı türemiştir. Bugün bir aşağılama fiili olarak kabul edilen bu kavram “sarılı gelin” (umhu¨llte Braut) anlamına gelmektedir. Gelin başı geleneğindeki şeffaf peçeyle örtünme adetinin buna bağlı olarak geliştiği varsayılmaktadır. Dolayısıyla Ortaçağ’dan beri Avrupa’da devam eden başörtü geleneği Mezopotamya ve Anadolu kültürleriyle çok benzer bir paralellik göstermektedir. Ayrıca bütün dini metinlerde kadının örtünmesi ile ilgili buyruklara rastlamak mümkündür. Onun için Ortaçağ Hıristiyanlığı ve İslamiyette olduğu gibi, boyun eğmenin bir sembolü olarak kadın örtünmeye zorlanmıştır. Buradaki örtünme buyruğu aynı zamanda bir sınıflandırma gayretinin işaretlerini de içermektedir. Bu nedenle örtünme sözel olmayan bir toplumsal sınıflandırma işlevi görmektedir. Taşıyıcının hem inançsal hem de toplumsal statüsünü tanımlar ve böylece bir kategori haline getirir. Çoğunlukla belirli bir örtünme tipi, bir gruba ait olarak kullanıcının kimliğinin ipuçlarını ele verir. Bu tür etiketleme örnekleri, inançsal konum, toplumsal cinsiyet ve sosyal statü farklılıklarına vurgu yapar.
Bütünün bir parçası olarak Kürdi coğrafyadaki örtünme gelenekleri tarihi verilerle örtüşen nitelikte gelişmiş ve devam etmektedir. Her ne kadar Kürt kültürünün etnografik haritasına hâkim olmasak da örtünme geleneklerinin yörelere göre bazı küçük farklılıklarla değiştiğini söyleyebiliriz. Soy ve toplumsal konuma bağlı olarak tülbent ipek veya düz kumaştan yapılır. Ayrıca “hasat, güz, bahar ve yas” için çeşitli tülbentler vardır. Bütün bunların başında son günlerin tartışma konusu olan Remziye Tosun’un beyaz tülbenti geliyor. Beyaz, birçok kültür ve inançta olduğu gibi Kürtlerde de paklığın, sadeliğin, temizliğin ve masumiyetin rengi olarak kabul görür. Onun için antik Kürt inançlarının birçoğu ağırlıklı olarak beyaz renkli giysileri önceler. Bu coğrafyanın yerlileri olan Ezdiler, Aleviler ve birçok köklü Kürt İslam tarikatı beyazı paklığın sembolü olarak inançsal merkezlerine almışlardır. Onun için beyaz tülbenti popüler kültürün istihzası veya “geriliğin sembolü” olarak beyan etmek insanlığın kültürel mirasından bihaber olmak anlamına gelir. Lakin her giyinme veya örtünme biçimi ait olduğu kültür öğeleri içinde bütünlüklü bir anlam ifade eder.
Sembollerin toplumdaki yerini, kültür ve gelenekler içindeki saygınlığını ölçüp biçmeden ileri geri konuşmak cüretkarlık ve kültürel çöküştür. Onun için Remziye Tosun’un başındaki beyaz tülbent bütün kadim halkların sembolüdür, paklığın ve barışın nişanıdır. O beyaz tülbent şerre karşı ilahinin sınır hattıdır kavga edenler arasında. Kavganın sebebi, ağırlığı veya keskinliği ne kadar büyük olursa olsun “durdurun” ,“Tanrılar adına, insanlık namına bu buyruğa riayet edin” demektir. Remziye’nin yemin kürsüsündeki beyanı, içindeki yüzlerce yeminli sırrın dışavurumuydu. Kavganın bitmesi için asırlardır kederle susmuş binlerce kadının sözü ve gözleriyle yeter diyordu. Ve tek silahı başındaki o akide tülbentti. Ama anlaşılmadı veya anlamak istenmedi. Oysa o tülbent; karanlığın içinden yükselen beyaz bir aydır hepimizin yüzüne karşı!