Mehmed Uzun anadil yasağını, dilinin boğazından kopartılarak yerine bir protez takılması diye tarif etmişti. Bir protezle konuşmaya, o protez yordamıyla hayatı algılamaya, yorumlamaya mahkum edilmek…
İlkokula başladığı gün bir tokatla anadilinden koparıldığını aktarıyor. İstanbullu yedeksubay öğretmen, “Türkçe konuş” diye üzerine yürümüş okul bahçesinde. Bütün Kürt çocukları, er ya da geç bu travmatik kopuşu yaşamak zorunda bu ülkede ve sonunda olan oluyor: Dayîken ku tirkî Nizanibun zarokê ku Kurdî nizanin mezin kirin.
“Livaneli inşaattaki yeteneği buldu.” Youtube’a koyduğu videodan yıllardır keşfedilmeyi bekliyormuş meğer o yanık sesli Kürt genci ve nihayet buluşma gerçekleşiyor da milletçe kolektif bir saadet içinde çalkalanıyoruz; “halkların kardeşliği” işte…
Ama tarihçi Ayşe Hür, bu medyatik vakayı “Salvatore (kurtarıcı) Sendromu” olarak niteledi ve Livaneli’ye ulusalcı/Kemalist “fıtratını” hatırlattı. Livaneli ise “Siz hiç Mustafa Kemal’in Kürt yoktur, dili kart kurt dilidir dediğini duydunuz mu?” diye bir cümleyi asla kurmadığını iddia etti. Aksi ispatlandığında ise bu kez ulusalcıları eleştirmek için yazdığı cümlelerin kavranamamış olduğunu belirtti; hakaretlerle birlikte. Oysa 2009 tarihli “Kürtlerin Onuruna Hitap Edin” başlıklı yazısı, noktası virgülüne kadar o cümleyle bitiyor. Livaneli’yi “kavrayarak” düşünecek olursak, Atatürk ile ulusalcıları ayırmak gerekiyor çünkü Mustafa Kemal onlar gibi Kürtlerin varlığını da Kürt dilini de inkar etmemiş. Oysa öyle olmadığını, ulusalcılığın en hakikisinden Kemalizmin ta kendisi olduğunu Livaneli de çok iyi biliyor. “Akademisyen geçinen, ruhundaki karanlığı her yere bulaştırmak isteyen alçak müfteri” Ayşe Hür’ün, “Atatürk … Kürt dilini, Kürt varlığını, Kürt haklarını yok saydı, ısrar edeni ezdi” saptaması tarihsel olgular ve belgeler ışığında hiç de iftiraya benzemiyor.
Neyse ki derdimiz Livaneli’nin Salvatore kompleksi değil; ne de, Mehmed Uzun’un dilini zorbalıkla koparan o İstanbullu yedek subay öğretmen. Çünkü muhtemelen o öğretmenin de Siverek’te gün batımına karşı yanık bir Kürtçe türkü ile hislenmişliği vakidir; Livaneli misali. Hatta Gezi “kalkışması” günlerini hatırlayalım: Livaneli de Ayşe Hür de muhtemelen Taksim meydanındaydılar aynı saflarda. Tevellütü yetse, o yanık sesli Kürt genci de orada olurdu. Ama bitmedi, dahası o yedek subay öğretmen, biraz daha geç gelmiş olsaydı dünyaya, o da Gezi’de olacaktı mutlaka.
Faraziyeyi bırakıp günümüze dönecek olursak, Gezi Parkı davasında beraat kararı ardından Osman Kavala’nın “yukarıdan” bir müdahaleyle derhal yeniden tutuklanması geçtiğimiz günlerde hepimizin ortak kaygısı, üzüntüsü oldu. Bir kez daha gördük ki Gezi, ne bir park, ne iki ağaç ne de belli bir zamanda yaşanmış bir büyük vakadan ibaret; Gezi, toplumsal muhalefetin en geniş kesimlerini birleştirmeyi sürdüren muazzam bir kolektif başkaldırı ruhunun adı. Ve neredeyse üç yıldır tutsak olan Osman Kavala artık o muhalif ruhun kişileşmiş, cisimleşmiş bir sembolü.
Öte yandan, Gezi duruşmasının hemen öncesinde ve Livaneli’nin o yanık sesli Kürt gencinin peşinden koşması ile eşzamanlı olarak HEP eski Milletvekili Mahmut Alınak’ın polisler tarafından hırpalanarak zorla kelepçelenmesinin görüntüleri de yayındaydı. 68 yaşındaki Alınak, onuncu kez tutuklanıyordu. Suçu, Bêkes adlı kitabının gelirini 2015’te Cizre’de öldürülmüş olan Mehmet Tunç’un ailesine bağışlamak; o halde “örgüt üyeliği”
Alınak’ın tutuklanma görüntüleri ile Kavala davasının farkındalık oranları arasında bir kıyaslama girişimi abesle iştigal, ya da Ece Temelkuran’ın sarsıcı tespiti üzre “bayılmakla ölmeyi karıştırmak” olacaktır: “Gezi ile her şeyi anlayanlar, anladığını söyleyenler, küçük bir harekettir bu, minnacık … kafalarını çeviri verirler.”
Yani işler değişip de bu kez dünkü düşmanın saflarında o yanık sesli Kürt gencinin dilini koparma zarureti yeniden hasıl olduğunda, ilk önce İstanbullu yedek subay öğretmen derhal asıl mesleğini hatırlayacak, kalabalıklar ise gözlerini vukuat mahallinden başka yöne çeviri verecektir. Halkların kardeşliğinin de bir haddi, hududu, bir büyük biraderi, ağabeyi, küçük kardeşi falan olmalı; yoksa maazallah memleket bölünü verir değil mi? Uzun sözün kısası, muhalefet ile “muhalefeti” ayırt etmek için Ayşe Hür’ün işaret ettiği turnusol kağıdına ziyadesiyle ihtiyaç var.