Almanya’nın Hanau kentinde yabancı düşmanı bir ırkçının iki kafeye düzenlediği silahlı saldırılar kendisi dahil 11 kişinin canına mal oldu. Olayla ilgili Sözcü’nün internet sayfasında ‘Son Dakika’ anonsuyla verilen haberin başlığı şöyle: “Almanya’daki saldırıda maalesef Türklerin de öldüğü doğrulandı.” Habere göre Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, “Ölenler arasında Türk vatandaşları da var iddiasını ne yazık ki doğrulamış” ve “Türk vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet” dilemiş. Ekrem İmamoğlu da twitter’dan yayımladığı mesajda, sadece “hayatını kaybeden vatandaşlarımıza” rahmet diliyor ve ekliyor: “En temel dileğim; ırkçılığın dünyanın hiçbir yerinde kendine yer bulamaması.” Irkçılığı kınamaya çalışırken bile ırkçılık yapmadan edemeyen memleketim insanı! Ölenler arasında Bosna, Romanya, Pakistan ve Polonya kökenliler de var, ama işte bizim için olayı trajik kılan detay “maalesef Türklerin de” olmasıydı; diğerlerine rahmet dilenmese de olurdu. Lakin şu ırkçılığın da allah belasını versindi! Ne demişler, deve kendi kamburunu görmez karşısındakini görürmüş. Bu arada ölenlerin beşi Türkiye vatandaşı evet, fakat Türk değil Kürt! Yabancı düşmanlığı (zenofobi), ırkçılığın özel ve yaygın bir türü. Bizim ülkenin toprağını ve iklimini çok sevdiği su götürmez. Bundan altı yıl kadar önce -ne yazık ki online arşivi yok olan- Özgür Gündem gazetesine bu konuda yazdığım yazıdan bir kaç alıntı yapacağım, müsaadenizle. Irkçılık çağımızın normali. Aramızda ırkçıların olmasına şaşırmıyoruz, ama dediğini uygulamaya, yani insanları öldürmeye başladığı anda şok oluyoruz. Yoksa milliyetçilik/ulusalcılık adı verilen ölçülü ırkçılığa da bir itirazımız yok, nefsine hakim olup elini kana bulamadığı sürece. Yıllar önce İstanbul’un en nadide müzik festivalinde, Aynur sahnede Kürtçe şarkı okuduğu anda sahneye minder yağdıran, kocaman anfi tiyatroyu ‘şehitler ölmez’ sloganlarıyla inleten tahsilli kitlenin milliyetçiliği makbul sayılıyor; Kürtçe konuşan gençleri linç eden lümpen ırkçılarınki ise ölçüyü biraz fazla kaçırmak oluyor.
Dil olsun, insan olsun ‘yabancı’ sayılan her şeye düşmanlık da çağımızın normali. Türkiye bağlamında dün Romanlar, Kürtler, Aleviler, bugün Suriyeliler, yarın hepsi birden bu düşmanlığın doğal hedefleri. Antep’te, Urfa’da, Maraş’ta (siz Gazi-, Şanlı-, Kahraman- diye okuyun) Suriyelilere karşı yürütülen linç kampanyaları sadece yerinden edilmiş yoksul mültecilere değil, Arapça tabelalara da karşıydı. Atrium’da, Galleria’da, Metrocity’de, bilmem ne Center’da alışveriş eden, showroom’lardan araba beğenip cineplex’te film seyreden, aquapark’larda, cafe’lerde eğlenen, fast-food zincirinde big mac tüketen, hastalanınca clinic’lere gidip köpeğine pet-shop’lardan mama alan, çocuğunu yabancı kolejlere sokmak için bir tarafını yırtan insanların memleketinde, Suriyelilere hizmet eden dükkanların Arapça tabela asmasına tahammül edilemiyordu işte. Başkasının ırkçılarından muzdaribiz, ama kendi ırkçılarımızla bir şekilde geçinip gidiyoruz. Alevilerin sık sık maruz kaldığı şeyi adıyla çağırmaktan imtina ediyoruz sözgelimi. Arşivlere girip bakalım, Türkiye’deki siyasetçilerin ve medyanın bir Solingen kundaklamasına, bir de ondan bir ay sonra gerçekleşen Sivas Katliamı’na verdiği tepkileri karşılaştıralım isterseniz. Solingen’de aynı aileden beş kişiye mezar olan ev sonradan müzeye dönüştürüldü, ölenler anısına ödül konuldu. 33 aydına mezar olan Madımak Oteli ise bildiğiniz gibi; önce kebapçı, yıllar sonra da ne şiş yansın ne kebap babında bir şey (‘bilim ve kültür merkezi’) oldu, dava ise zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı.
Zenofobi bir hissiyat ya da siyasi tutum değil, öldüren bir şey. Yüzlerce yıldır yanıbaşında konuşulan ama hâlâ ‘bilinmeyen dil’ Kürtçe’ye, bilinip de bir türlü sevilmeyen Arapça’ya, Batılılar dışındaki tüm mültecilere, bu ülkenin bir kısım vatandaşının ‘yabancı’ isimler taşımasına, kısacası kendin dışındaki her şeye tahammülsüzlüğün birkaç adım sonrası, Hanau’da nargile içenlerin infazına benzer bir katliamdır; ya da şehir dışından gelen dinsizlerin otele kıstırılıp yakılmasına… Yabancı düşmanlığının doğal sonucu tam da budur.