UNESCO, 17 Kasım 1999’da aldığı kararla 21 Şubat’ın tüm üye ülkelerde ‘ana dilini kutlama günü’ olarak anılmasını sağladı. Bireylerin ve toplumların en önemli ifade aracı olarak dil, tarih içinde sayısız kereler zorun baskısına maruz kalmıştır. Söz konusu baskının en temel gerekçesi ise dilin yok olması ile ulusal kültürün, buna bağlı olarak ulusal kimliğin ve aidiyetin de yok olacağının bilinmesidir. Anadili yasağı asimilasyonun ilk ve en sonuç alıcı aracıdır.
Konuya Türkiye açısından baktığımızda ise, Cumhuriyet rejiminin tüm ısrarlarına rağmen ülke halklarının ana dilini koruma konusunda 21 Şubat anmalarını mücadelelerini yükseltmek, bu anlamda farkındalık oluşturmak, ulus aidiyetini bilince çıkarmak için değerlendirdiklerini görüyoruz. Bilgi Üniversitesi çatısı altında düzenlenen ana dili etkinliği için coğrafyamızda yok olan bir dile; Ubıhça’ya dikkat çekilmesi son derece önemli. Bu bağlamda 2020 yılı ana dili bildirisi, kimsenin anlamayacağı bir dille, Türkiye yargısının benimsediği ifade ile ‘bilinmeyen bir dille’ Ubıhça ile yapılacak. Aynı bildiri ayrıca, Türkiye’de konuşulan tüm dillere de çevrildi. UNESCO ayrıca her yıl dünyada konuşulan toplam dil sayısını, bunlar arasında yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunanları belirttiği bir rapor da yayınlıyor. Bu rapora göre Türkiye’de konuşulan dillerin bir kısmı da yok olmaya yüz tutmuş diller arasında sayılıyor.
Bir kez daha Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarına dönecek olursak, kurucu ideolojinin, yani Kemalizm’in ulus-devlet anlayışı tekçiliği benimseyerek Osmanlı bakiyesi çokkültürlülüğe, bu bağlamda çokdilliğe karşı savaş açtı. Bu savaşın en önemli enstrümanlarından biri ‘tevhid i tedrisat’, yani eğitim birliği yasası oldu. Okullar ana dillerinin kullanılmasının, konuşulmasının ceza ve dayakla engellendiği asimilasyon odaklarına dönüştürüldü. “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyası da tekçi ideolojinin sokağa inmesine, gündelik yaşama müdahale edilmesine imkân veriyordu. Okulda Türkçe dışında bir dil kullanılmasını engelleyen öğretmen, yani devletin memuru iken, toplum içinde de bu görevi durumdan vazife çıkararak uygulayan kesimler oldu. Özellikle İstanbul’da göstermelik bir modernizm adına başörtüsü ile mücadele eden ‘çağdaş’ Türk kadınları, çarşıda, pazarda, belediye otobüsünde çocuğuyla Rumca veya Ermenice konuşan annelerin kâbusu haline geldiler. Egemen unsur olmanın bahşettiği özgüveni hırçın bir şirretliğe dönüştürüp insanları azarladılar. Bu faşist dürtü günümüzde de aynı tahammülsüzlüğü mültecilere ve başta Arapça olmak üzere onların dillerine karşı uyguluyor. Söz konusu saldırganlığın gerekçesi ise bir zavallılığın dışa vurumu adeta. Yıllarca hor görülmüş bir kültür, şimdilerde egemen unsur olunca “Ne konuştuklarını anlamıyorum, benim hakkımda konuşmadıkları ne malum?” diye açıklıyor hoşnutsuzluğunu.
Kamusal alanda anlamadığı bir dille konuşulmasını saygısızlık sayan çarpık zihniyete karşı verilmiş bir cevaptır Ubıhça, yani hiç kimsenin anlamadığı bir dille okunan 21. Dünya Ana Dili Günü’nün Türkiye’deki bildirisi. Ne yazık ki Ubıhça adeta diller ve kültürler mezarlığına dönüşmüş olan coğrafyamızda defnettiğimiz son dil olmayacaktır. Sosyal, ekonomik ve politik kaygılarla bizatihi sahipleri eliyle inkâr edilen bir dizi dil daha aynı sona doğru gidiyorlar. Batı Ermenicesinin, Pontusçanın, Zazacanın, Hemşin Ermenicesinin bu topraklarda yok oluşunu sadece TC devletinin baskıcı siyaseti ile açıklamak mümkün değil. Çerkes boylarının kendi dillerini, Lazların Lazcayı konuşmamalarının arka planında dışlanma korkusu, egemen olana entegre olma, uyum sağlama, git gide aynılaşma kaygısı gibi çıkarcılık kaynaklı etmenleri de hesaba katmak gerekir. Özellikle solun yıllarca ‘kimlik siyaseti’ ifadesi ile küçümsediği ana dili mücadelesi, tekçiliği dayatan zihniyete karşı en geniş tanımı ile bir antifaşist mücadeledir aynı zamanda. 21 Şubat Dünya Ana Dili Günü, yaşadığı ülkede farklı bir dili korumaya çalışan herkese kutlu olsun.