DİSK 16. Genel Kurulu’nu kuruluş etkinlikleri ile birlikte gerçekleştirdi. Haliç Kongre Merkezi’nde yapılan genel kurul, yeni yönetim kurulunun seçilmesi ile tamamlandı. Kongre kuralsız çalışmanın kural haline getirildiği işçi sınıfının çok büyük bir bölümünün kuralsız güvencesiz ve örgütsüz çalışmaya mahkûm edildiği bir dönemde gerçekleşti. Giderek zayıflayıp etkisizleşen sendikalar, ağır ve hantal bir bürokratik aygıta dönmektedirler. Sendikacılar sınıfsal kimliklerini kaybedip orta sınıf bir kimliğe bürünürken, sendikalar mücadele örgütü olmaktan çıkıp uzlaşma örgütü olmaya başlamışlardır. Grev yapılamayan bir coğrafyada toplu sözleşmeler masa başı toplantılarda, patronlar ve iktidarın dayatmaları altında bağıtlanmakta, işçiler her seferinde kendilerine ihanet edildiği hissiyatına kapılmaktadır. İnsanların işsizlik ve yoksulluk baskısı altında intiharı seçtiği, yoksulluğun giderek tırmandığı bir süreçte tarihsel referansları nedeniyle kendisinden çok şeyler beklenen bir işçi sendikasının kongresi doğal olarak ilgi odağı olacaktır. DİSK, ağır ekonomik ve siyasal kriz ortamında, olağanüstü bir süreçte kongre gerçekleştirmiştir. Ne yazık ki kongre bu gerçekliği okuyan ve cevaplar üreten bir görüntü vermemiştir.
DİSK, doğrudan siyasal iktidarın baskılarına karşı direnerek kurulan, 12 Eylül askeri diktatörlüğü ile kapatılan bir sendikadır. Kendisi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanmış bir sendikanın sınıf mücadelesini işçilerin işyerlerine sıkıştıramayacağı, iş koşullarının düzeltilmesi ile daraltamayacağı, ücret sendikacılığına mahkûm edemeyeceği de kabul edilmelidir. Ülkenin ağır kriz, savaş ve baskı koşulları içerisinde bulunduğu süreçte doğal olarak kongreden beklenen bu süreci göğüsleyecek, sınıf mücadelesini demokrasi güçleri ile yan yana getirecek bir perspektifin belirginleştirilmesi olacaktır. Ne yazık ki kongrede Kürt hareketi ve devrimcilerden giderek uzaklaşan, uzak durmayı bir politika haline getiren bir görüntü verilmiştir. Devrimcilerden uzaklaşmak, sermayeye yakınlaşmak demektir.
Siyasal iktidarın olağanüstü bir rejime dayanan baskıcı karakteri tüm toplumsal mücadele alanlarının önünü kesen temel olgudur. Bu iktidar devrilmeden ülkede hiçbir mücadele dinamiğinin sürdürülebilir kazanımlar elde etme şansı yoktur. Mesele tam da burada başlamaktadır. Emek ve demokrasi mücadelesinin hem elinde kalmış olan haklarını koruyabilmesi hem de elinden alınmış olanları geri alarak ilerleyebilmesinin önündeki temel engel iktidarın var olan baskıcı karakteridir. Hangi sosyal kaynaktan beslenirse beslensin, tüm direnişler gelişmesinin belirli bir aşamasında iktidarın zor aygıtları ile karşılaşmakta ve geri çekilmeye, teslim olmaya zorlanmaktadırlar. İktidarın kendisini sürdürmesinin yegâne yolu da budur. İktidar, ancak toplumsal dokunun tüm hücrelerine kadar teslim alınması, teslim olmayanların parçalanarak etkisiz hale getirilesi ile ayakta kalabilir. Uzun bir süredir toplumsal rıza üretme kabiliyetini kaybetmiş, giderek kendi tabanında bile erime durumu ile karşılaşmış bütün iktidarlar gibi AKP-MHP-Ergenekon bloku da varlığını rıza göstermeyenlerin boyun eğdirilmesi ile sağlayabilir. Korku, bu boyun eğdirme hamlesinin en önemli parçasıdır. Tüm toplum değişik korkular ile teslim alınmaya ve tüm hak arayışları baskı altında boğulmaya çalışılmaktadır. Çıplak zora dayanan bu baskı aygıtı dağıtılmadan ne emek ne demokrasi ne de özgürlük taleplerinin bir karşılığı olmayacaktır. Bu aygıtın dağıtılması ise ancak ve ancak iktidara karşı en büyük direnişi ortaya koyan Kürt özgürlük hareketi ile Türkiye emek, demokrasi güçlerinin güç birliği ile mümkün olabilir. Basit sandık hesapları bile bu çıplak gerçeği ortaya koymaya yetmiştir. Kürt halkı ile Türkiye’deki saray karşıtları ortak noktalarda buluştuğu anda iktidar çaresiz kalmış, bütün büyük şehirleri kaybetmek durumunda kalmıştır. Yerel seçim sonuçları Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin kazanmasının tek yolunun Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile birleşmekten geçtiğini göstermiştir. Aynı şekilde emek mücadelesinin kazanmasının tek şartının da Kürt halkı ile yan yana gelmekten geçtiği açığa çıkmıştır. Kürt sorununa gözlerini kapayan, Kürt halkına ve onun özgürlük taleplerine kulaklarını tıkayıp ondan uzak durmayı tercih eden bir emek mücadelesinin kazanma şansının olmadığı görülmüştür.
Siyasal iktidar, Kürt siyasal hareketinin kendisi için bu parçalayıcı tehdit konumunu doğru okumuş ve tüm siyasetini bu hareketi etkisiz hale getirmek üzerinden şekillendirmiştir. İktidar toplumsal dokuya hâkim olan şoven eğilimlerin, kendisine karşı oluşan yan yana gelişi dağıtmanın en önemli unsuru olduğunun bilinci ile Kürt hareketine ve onun kazanımlarına karşı bir saldırı başlatmıştır. Bu saldırı dalgası ile hem kendisi karşısındaki en dinamik gücü zayıflatmayı ve yalnızlaştırmayı hem de bu dinamikle yan yana gelen diğer güçleri parçalamayı hedeflemiştir. Kısmi başarılar edinmiş olsa bile Kürt siyasal hareketi ve onunla kader ortaklığı halindeki yakın müttefikleri bu parçalanmaya izin vermemişlerdir. Bugün HDP çatısı altında duran bu dinamiğin bu duruşu ve Kürt halkının hâlâ ellerini uzatıyor olması büyük bir şanstır. Saray yıkılmadan kimse kazanamayacaktır. Saray ancak Kürt halkının uzattığı el sıkıca tutulabilirse yıkılacaktır. Kürt özgürlük mücadelesinden uzaklaşmak saraya yakınlaşmak demektir.