Türkiye’deki İdlib tartışmalarına bakılırsa, sanki başkaları gelmiş Türkiye’nin sınırları içindeki bir yerleri işgal etmiş; buna karşı da Türk devletinin bir mücadelesi var! Ama böyle bir şey yok. Tartışılan topraklar başka bir ülkeye ait. Tayyip Erdoğan orada yapılan işgali farklı göstermek için sık sık bizim başkalarının topraklarında gözümüz yok, işgalci değiliz, diyor. Ancak uluslararası hukukta BM tarafından tanınan ve hükümeti meşru görülen bir ülkenin toprağına başka bir askeri gücün girmesi işgal olarak tanımlanır. Türk askeri herhangi bir BM kararı ile de İdlib’de değildir. Herhangi bir meşru güç tarafından da davet edilmemişlerdir. O zaman ne için oradalar? Türk devleti Milli Ordu ya da Kuvayı Milliye adını taktığı güçleri korumak için Suriye’ye asker sokmuştur. Çünkü bu çeteler yoluyla Suriye üzerinde siyasi etkide bulunmak istiyor. Zaten sahada olalım ki, masada da yerimiz olsun, diyerek bu gerçeği itiraf etmektedirler.
İnsani nedenler ve mülteciler ise bu politikalarına sadece kılıf yapılmaktadır. Suriye’de en büyük insani sorunu yaratan AKP-MHP ittifakının izlediği politikalar olmuştur. Her şeyden önce bu iktidar, desteklediği silahlı gruplar üzerinden iç savaşın parçası olmuş; Suriye’deki yıkım ve iç savaşın yarattığı sorunların sorumlularından biri haline gelmiştir.
Türkiye’nin desteklediği gruplar Suriye’deki savaşta en acımasız olanlardır. Zaten çoğunluğu El Nusra ve DAİŞ’ten devşirilmiştir. Hiçbir insani değere saygılı olmayan gruplardır. Demokrasi, insan hakları, her türlü farklı inanç ve kadın düşmanıdırlar. Bunların varlığı en büyük insani sorun yaratmaktadır. Kaldı ki, Türk devletinin Efrîn işgali, Serêkaniyê ve Girê Spî’ye yaptığı askeri harekatlar yüzbinlerce Kürdü yerinden yurdundan etmiştir. Kürtlerin yerine Milli Ordu dediği çetelerin ailelerini ya da onlar gibi düşünenleri Kürtlerin topraklarına, evlerine yerleştirmiştir. Girê Spî’de olduğu gibi bir kısım Arap halkı da topraklarını terk etmek zorunda kalmıştır. Sadece Efrîn’de yüzlerce kadın, çocuk, yaşlı katledilmiş, binlercesi yaralanmıştır. Benzer durumlar Serêkaniyê ve Girê Spî’de de yaşanmıştır. Bunlar insani sorunlar değil midir? Hatta buralarda yaşanan mültecileşmekten öte, bir daha topraklarına dönmeme biçiminde bir demografya değişimi, yani soykırımdır.
Tüm bunlar AKP iktidarının ve Tayyip Erdoğan’ın insani nedenler söyleminin demogojiden ve gerçekleri örtmekten başka hiçbir anlam taşımadığını gösteriyor. Hatta bizzat mülteci sorununu esas olarak da AKP iktidarı yaratmıştır, yaratıyor. Siyasi tezlerine haklılık kazandırmak için mültecilerin Türkiye’ye gelişini teşvik etmiştir. Açık kapı dediği politika budur. Bizde 3 milyon mülteci var (bu rakamların abartıldığı söylenmektedir), denilenlerin çoğunluğu bu politika sonucu Türkiye’ye gelmiştir. AKP iktidarı Türkiye’ye çektiği mülteciler üzerinden çeteleri kontrol edip Suriye politikasında etkili olmak istemiştir. Öte yandan düşündüğü Suriye politikasına destek almak için mültecileri Avrupa’ya karşı şantaj aracı haline getirmiştir. Mülteci kamplarının MİT tarafından silahlı grupların kontrol edilmesi ve lojistik sağlama merkezleri haline getirildiği defalarca yazılıp çizilmiştir.
İdlib’de yaşadığı çıkmazla birlikte abartılı biçimde 2 milyon mülteci Türkiye’ye geliyor, diyerek çeteler üzerinden yürüttüğü politikayı sürdürmek istiyor. ABD ve Avrupa ise mevcut Suriye rejimi üzerinde baskı kurmak ve Suriye’de çıkarlarına göre bir siyasi sistem yaratmak için Türkiye’yi destekliyor. Nitekim Jeffrey hemen, ABD Türkiye’yi destekliyor, açıklaması yapmıştır. Tayyip Erdoğan’ın kabadayıca konuşmaları tamamen ABD’ye ve bazı Avrupa ülkelerinin tutumuna dayanılarak yapılan konuşmalardır. Efrîn’de yaşanan ağır insani sorunları, yüzbinlerce insanın yerinden yurdundan edilmesini, Serêkaniyê ve Girê Spî’nin işgal edilmesini sorun yapmayan ABD ve Avrupa İdlib’de insani sorunlardan söz ediyorsa, bunu Türkiye ile ortak siyasi çıkarlarında görmek gerekir. Mülteci sorunu Türkiye gibi sadece bu siyasi hedeflerini göz ardı etmek için dillendirilmekte ve öne çıkarılmaktadır.
Türkiye’de şovenizm o kadar kışkırtılmıştır ki, birileri Suriye toprağında ne işimiz var, dediğinde üzerine gidilmekte, vatan haini ilan edilmektedir. Öyle ki, evrensel standart kavramların kullanılması bile suç sayılıyor. Efrîn işgal edilmiş, diyemezsin. Serêkaniyê’deki askeri varlığa işgal diyemezsin. Ne denilecek? Terörle mücadele! Türkiye işte böyle gerçeklerin öldürüldüğü bir ülke haline gelmiştir. Zaten savaşta ilk önce gerçekler öldürülür, diye bir söz vardır.
Solun, sosyalistlerin, demokratların en temel sorumluluklarından biri, böyle savaş politikalarına, işgallere karşı çıkmak değil midir?! Dünyanın başka yerindeki işgallere, savaş politikalarına, haksızlıklara karşı çıkmak insanları, grupları, kurumları, solcu ve demokrat yapmaz. İlk önce kendi ülkelerindeki iktidarların, egemenlerin bu yönlü politikalarına karşı çıkmak, bireyleri, toplulukları, kurumları, demokrat ya da sol yapar. Türkiye’nin Suriye politikalarına cesaretle karşı çıkılmayacaksa, neye karşı çıkılacaktır? Meral Akşener gibileri de, orada askerlerimizin ne işi var, askerlerimiz neden böyle bir ölümle karşı karşıya bırakılmışlardır, diyerek iktidardan hesap soracağına, Suriye’yi yakıp yıkın, diyor. Türkiye’de HDP ve belli bir sol demokrat kesimler dışında ciddi bir muhalegücü yoktur. CHP, Suriye politikalarına açıkça karşı çıkma yerine kem küm ediyor. Bu nedenle AKP, politikalarını rahatlıkla sürdürüyor. Türkiye’deki aydınların, demokratların, solcuların bu durumun değişmesi için ilk önce CHP’nin bu tür politikalarına tutum almaları gerekir. CHP’nin, AKP’nin kuyruğuna takılan ve onun politikalarını günün sonunda meşrulaştıran politika ve tutumlarına karşı çıkılmadan AKP’ye karşı etkili mücadele verilemez. Toplumda AKP’ye yönelik tepki ve öfkelerden de bu politikalardan dolayı sonuç alınamaz.
AKP’nin politikaları bütündür. Bunun merkezinde de en başta Suriye politikası vardır. Suriye politikalarına karşı çıkmadan AKP’nin politikalarına karşı çıktığını söylemenin toplumu aldatmaktan başka bir anlamı kalmaz. Tayyip Erdoğan, bir merminin fiyatı ne kadardır, biliyor musunuz, demedi mi? AKP ve şefi Erdoğan, iktidarını ayakta tutmak ve olmayacak hayaller peşinde koşmak uğruna savaş politikasında ısrar ediyor. O zaman en başta da bu politikalara açık ve net karşı çıkmak AKP’ye muhalefet yapmanın ilk koşuludur.