Yer, AKP Meclis Grup Toplantı salonu… Kürsüde AKP’nin de siyasi iktidarın da devletin de başkanı Erdoğan… Gündeminde İdlib’de savaş ve Kılıçdaroğlu’nun FETÖ’nün siyasi ayağı olduğu iddiaları… Salonda her şeyi alkışlamayı görev edinmiş taraftarlar… Derken beklenmeyen bir şey oluyor. Başkanın konuşmasını kesen bir ses “Çoluk çocuğum aç!” diye haykırıyor. Sesin sahibi hızla etkisiz hale getiriliyor (daha sonra bu kişinin gözaltına alındığını öğreniyoruz). Bir anlık duraksamanın ardından hem kürsüdeki konuşma hem de izleyici kitlede böyle bir olay hiç yaşanmamış gibi davranma, başkanlarını dinleme, çılgınca alkışlama devam ediyor.
Geçtiğimiz hafta TBMM’de yaşanan bu sahne, İktidar sahiplerinin gündemiyle halkın gündemi arasındaki uçurumun ne kadar büyük olduğunu gözler önüne seriyor. İktidardakiler, bir yandan toplumu, başka bir ülkenin topraklarında o ülkenin ordusuna karşı bir savaşın meşruiyetine ikna etmeye; öte yandan cemaatin siyasi ayağının, ana muhalefet partisi olduğuna inandırmaya çalışıyor. Ama halkın büyük kısmının derdi başka: Giderek artan işsizlik, pahalılık, yoksulluk…
Türlü baskılarla sindirilenlerin büyük kısmı, korkudan yoksulluğunu da yoksunluğunu da içine atıyor. Ne var ki bıçak kemiğe dayanmış artık! Çaresizlikten kendi canına kıymalar başlamış: Kimi sessiz sedasız son veriyor yaşamına, kimi geride bırakacaklarının sefil olmasından endişeli ailece intiharı seçiyor, kimiyse sesini kesen engelleri bedenini ateşe vererek yaşamı pahasına haykırmak istiyor. Ama nafile! İktidar sahiplerinin gözüne, kulağına, aklına ulaşmak ne mümkün? Yürekler, vicdanlar taşlaşmış. Belki bir anlık istemsiz duraksama…Sonra umursamazlık yine.
Belli ki tek amaç iktidarı sürdürmek. O da bisiklet sürmek gibi, durdunuz mu düşersiniz! Savaştı, darbe girişimiydi, iç düşmandı, dış düşmandı, komşu düşmandı… Düşmemek için pedal sürekli çevrilmeli. Pedalın sahibi bugünlerde “savaş”tan medet umuyor daha çok. Savaş tamtamları sahneye çıkınca diğer sesler kesilir çünkü!
Savaş! Başka ülkenin topraklarında, o ülkenin ordusuna karşı savaş! Libya’da, İdlip’te savaş! Meşruiyeti hem insani hem de uluslararası hukuk bakımından son derece problemli bir savaşın parçası olmak. Amaç sadece iktidarı kaptırmamak değil elbette. Kapitalist düzende krizleri aşmak, sermaye birikiminin gelişmesini, genişlemesini sağlamak için savaşlara her zaman ihtiyaç duyulur. Başta Ortadoğu olmak üzere pek çok ülke bunun için biçilmiş kaftan; çok petrol, çok maden, az demokrasi, yok hükmünde bir halk iradesi, uluslararası güçlerin güdümündeki otoriter rejimler…
Sermaye, katma değeri yüksek, teknolojik yatırımlar için”iktidarını akılla, bilimle, özgür düşünceyle temellendirmek yerine düşünmeyen, sorgulamayan, biatçı bir nesil üzerine kurmuş otoriter rejimle yönetilen bir ülke”ye gelmez. Bu durumda da geriye doğal kaynakların, emeğin sömürüye açılması kalır. Açılır da!
Türkiye de özellikle son 20 yıldır, emek ve doğa sömürüsünün bütünleştiği inşaat üzerinden ekonomisini döndürmeye çalıştı. Ama bunun bir sonu vardı. O son geldi işte. Sermaye artık konut üreterek istediği birikimi elde edemiyor. O zaman da Üçüncü Havalimanı, Kanal İstanbul gibi rasyonel olmadığı ve ekolojik felakete yol açacağı bilimsel olarak da belirlenmiş “çılgın” projeler, yatırımlar devreye sokuluyor. Ama bu da yetmiyor. Savaşın yıktığı Suriye’nin alt yapısının yeniden inşasında ihale kapma beklentisi, yatırımcıların ağzını sulandırıyor. Bunun için de savaştan pay kapmak, buranın yeniden yapılanmasında -Suriye’ye rağmen- söz sahibi olmak gerekiyor, Bu arada 2002’de 1 milyar dolar olan silah sanayi cirosunun 2018’de 8.7 milyar dolara, 5.5 milyar dolar olan silah sanayi proje sözleşme bedelinin 60 milyar dolara çıktığını yani savaş politikalarının sermayeye silah sanayi üzerinden küçümsenmeyecek bir olanak yarattığını hatırlatmakta yarar var.
Ülkemizdeki iktidar, bir savaşla iki kuş vurmayı amaçlıyor: Birincisi savaşın gürültüsüyle açların, işsizlerin çığlığını kesmek, ikincisi ise sermayeye yeni yatırım olanakları sağlamak; böylece iktidarı bir süre daha devam ettirebileceğini umuyor. Bunun sebep olduğu insani trajediyi, toplumsal bedeli ise umursayan yok.