Türkiye’de artık demokrasi diye bir sistemden söz edilemez. Bazı demokrasi kırıntılarının varlığı ise tamamen mevcut tek adam yönetiminin, tek kuvvetin ve diktatörlüğün asma yapraklarıdır. Meclis de kalmamıştır. Meclis tek adam diktatörlüğünün asma yaprağı haline getirilmiştir. Yasa karakterindeki her karar cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle çıkarılıyor. Aslında cumhurbaşkanı demek de doğru değil. Bu da toplumu aldatmak için kullanılıyor. Zaten Devlet Bahçeli tarafından bu kavramın kalması önerilmiştir. Yeni sistemde cumhurun zerresi yok. Tayyip Erdoğan her şeydir. Kemal Sunal’ın Salako filminde ağa için birçok şeyi sıralayarak sen her şeysin demesi, tam da Tayyip Erdoğan’ın bu durumunu ifade ediyor.
Batı Avrupa’da siyasi otoriteleri dengelemek için uygulamaya geçirilen kuvvetler ayrılığı da artık Türkiye’de yok. Kuvvetler ayrılığının teorisini Fransız düşünür Montesqui yapar. Kanunların Ruhu adlı kitabında kuvvetler ayrılığının nasıl ortaya çıktığını anlatır. Toplum eskiden parçalanmamıştır, iktidar da, devlet de yoktur. Halkların komünal yaşadığı dönemde iktidar olmadığı için kuvvetler ayrılığı yoktur. Yasama, yürütme ve yargı toplumun denetimindedir. Yasama yani meclisler toplum için esastır. Yargı da, yürütme de bu meclislerin denetimindedir. Toplumlar bu temel toplumsal yaşam alanlarının denetimlerinin dışına çıkmasını istemez. Bu açıdan ilk toplumsal yaşamda toplumun denetimi altında yasama, yürütme ve yargının birliği vardır.
Bu temel toplumsal yaşam alanlarının halkın elinden ilk çıkanı yürütmedir. Yürütmenin toplumun denetiminden çıkması hiyerarşi ve iktidar güçlerinin var olmasıyla başlar. Bu yetkiyi toplum kolay bırakmak istemez. Sömürü artıp iktidar odakları güçlendikçe yürütme giderek meclislerden kopar ve güç odaklarının denetimine girer. İktidar odakları yürütmeyi ele geçirdikten sonra el attığı diğer toplumsal alan adalet alanıdır. Toplumlar bu alanı bırakmaz, bu konuda önemli bir mücadele dönemi yaşanır.
Toplumlar yürütme ve yargıyı zaman içinde önemli oranda kaybetmiş olsa da meclisleri bırakmamakta ısrar ederler. Karar gücünü elinde tutmak isterler. Direnirler. Meclisi kaybederlerse yok olacaklarını düşünürler. Ancak iktidar ve devletler gelişip güçlendikçe meclisleri de ortadan kaldırılırlar. Böylelikle tümüyle topluma ait olan yasama, yargı ve yürütme yetkisi tümüyle kral, padişah, şah, çar, emir vb. tek kişide somutlaşmış iktidar güçlerinin eline geçer. Bu despotizmi ortaya çıkarır.
Tarihte devlet ve iktidar dışı alanlar fazlasıyla olmuştur. Kırsal alanlardaki toplumların önemli bir bölümü devlet dışı toplum olarak yaşamışlardır. Yine şehirlerde dinler, tarikatlar ve inanç topluluklarının da benzer bir devlet dışı toplum olarak yaşama pratikleri vardır. Bu açıdan iktidar ve devletlerin tümden toplumsal alanları kontrol ettiği söylenemez. Kapitalizmin tarih sahnesine çıkmasına kadar devlet dışı toplum olarak yaşayan çok önemli bir nüfus ve coğrafik alan bulunmaktadır.
Kral, padişah, şah, emir tüm yetkiyi elinde toplayan despotlar olsalar da toplum, karar yetkisini devletin var olduğu alanlarda da yeniden ele geçirme mücadelesi verir. Batı Avrupa’da krallara karşı rahatsızlıklar ve daha sonraları kralların meşru krallığa yönelmelerini zorunlu kılar. Sonrasında bunlar yerini seçilmiş meclislere bırakır. Bu, Avrupa’da burjuvazinin ortaya çıkmasıyla gerçekleşen demokratikleşme süreci olarak tanımlanır. Bu doğru değildir. Kuşkusuz yeni gelişen bu sınıf kararlarda etkili olmak ister ancak meclisleri esas ortaya çıkaran toplumun varlığıdır. Bu açıdan Rönesans ve Reform hareketlerini burjuva hareketleri olarak tanımlamak da yanlıştır. Toplumun ayağa kalkışı vardır. Burjuvazi de bu ayağa kalkışın bir parçasıdır ve daha sonra bu halk hareketlerini kontrolü altına alır.
Toplum ilk önce kralların yetkisini meclislerle sınırlar. Halk devrimleri Avrupa’da geliştikçe ve egemenler açısından iktidar mücadelesi başlayınca kralların yetkisini sınırlama yanında bir kliğin, bir odağın tümden her şeye hakim olmasını engellemek için kuvvetler ayrılığı prensibi ortaya çıkar. Egemen sınıfların iktidar olduğu Avrupa’da, bu bir tedbir olarak siyasal sistemin temel ilkesi olarak kabul görür.
Ancak toplumların dağılmadığı, komünal yaşamın hakim olduğu zamanlarda böyle bir ayrılık yoktur. Bu erklerin ayrılıp toplumun denetiminden çıkmasını kabul etmez. Bu açıdan kuvvetler ayrılığı temel bir demokratik ilke değildir. Egemenlerin hakim olduğu ülkelerde demokratik bir muhteva taşır. Bu prensip aynı zamanda bu erklerin toplumun elinde olmadığını da ifade eder. Bu açıdan toplum egemenleri etkisizleştirirse tabi ki yasama, yargı ve yürütmeyi kontrolünde tutacaktır.
İktidar ve devlet dünyasında kuvvetler ayrılığının bir demokratik anlamı vardır. Şu anda Türkiye’de olduğu gibi bu erklerin tek bir kişide toplanması demokrasi ve toplum düşmanlığıdır. Yani kuvvetlerin tekliğidir. Bu açıdan Türkiye’de adalet, hak, hukuk, eşitlik en temel sorun haline gelmiştir. Dolayısıyla şu anda Türkiye’de en temel mücadele demokrasi mücadelesidir. Aş, iş, ekmek ve halkın diğer tüm talepleri demokrasiyle gerçekleşir.