Thomas Bernhard bugüne kadar kendisini hiç okumayanlar için de ilgi geçici biridir, çünkü o çok değişik alanlarda çok değişik eserler ortaya koyan yaratıcı bir kişilikti. Nietzsche, Proust ve Kafka gibi yakın tarihin ‘gerçek hayaletlerinden’ derinden etkilenen Bernhard, İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman edebiyatının en seçkin yazarları arasında sayılan aykırı şahsiyetlerden biriydi. Edebiyat dünyasında adı Faulkner’la birlikte yeni üslupçularla anılan 20. yüzyılın büyük kalemlerindendi. Aynı zamanda postmodern edebiyat alanında önemli ölçüde iz bırakan az sayıda Avusturyalı yazarlardan biriydi. Çocukluk günlerinde ilk akıl hocalığını ve babalığını üstlenen büyükbabası Johannes Freumbichler’ın kendisi de çağın bilinen yazarlarındandı. Düşüncelerinden edebi ilhama kadar Thomas’a kol kanat geren bu adam, radikal bir anarşist ve mülksüz bir taşra edebiyat kişisiydi. Büyükbabasının etkisinde kalan küçük Thomas, daha küçük yaşlarda yazmaya başladı ve geleceğe akacak olan poetikası oluştu. Hevesinin rüzgârına yelpaze tutan dedesi Thomas’ın ruhunda saklı sırrın farkındaydı. Çocukluk ve gençliği sırasında karşılaştığı zorluklara odaklanan küçük Thomas ilk otobiyografik eserlerinden bazılarını erken bir dönemde verdi.
Hatırat kitapları seri bir şekilde karaladı, burada kendi kendine stilizasyon ve kendi kendini sahneleme ile gerçeklik deneyimlerini ustaca karşılaştırdı ve etkileyici bir şekilde yeni bir üslupçuluk biçimi yarattı. Anarşist dedenin direnişçi ruhuna rağmen Nazizmle yakınen tanıştı ve belirli bir süre Nazi gençlik okullarında eğitim görmek zorunda kalan ergen Thomas 1950’lilerin başından itibaren işçi sınıfı mücadelesine aktif destek vermek için 1955’e kadar sosyal demokrat (Demokratisches Volksblatt) gazetesine yazdı. Gazeteciliğin yanı sıra serbest yazarlık faaliyetlerine de devam etti. Dedesinin yedinci ölüm yıldönümünde ise “Yeryüzünün Cehennemi” adlı şiir kitabını yayınladı. Toplumsal itirazlarını ilk defa çok açık bir şekilde bu kitap üzerinden ilan etti.
Evrenin genişliğinde düşünen yazar, büyüdüğü toprakların darlığına hapsolmuş Batı toplumuna muhafazakârlık ve bağnazlık üzerinden daima yüklenen aykırı bir adamdı. Yarattığı eserlerinde ülkesi Avusturya özgünlüğünde öfke sarmalına hep öncelik verdi ve bağlamın bu noktasında sıkı bir modernite karşıtı olarak ortaya çıktı. Kültürel huzursuzluğun içinde dönüştürücü tavırlarla bilinen sıkı bir insan- sevmezdi kendisi. Bu tutumunu edebiyatta olduğu gibi toplumsal meseleler hususunda da ağzına perde çekmeden açıkça söyleyen biriydi. Dedesinin asi ruhu onu hiçbir zaman terk etmedi, hatta daha da radikalleşerek yaşamaya devam etti.
Yaşadığı süre boyunca beşeri toplumsal nizama karşı öfkesi hiçbir zaman dinmedi. Sistem karşıtı duruşunun yanı sıra taşranın dar kafalı tutuculuğu, düşünsel ve kültürel gelişimi engelleyen ırki ve üstenci bencillik konuları öncelikli temaların başında geliyordu. Toplumsal sosyal kurguyu ve onun nizam biçimlerini her ortamda gayrimeşru olarak gördü. Bu durum onun kendi varlığına çok yakın içgüdüsel bir histi belki de, çünkü kendisi de toplumun o zamanlar yadırgadığı gayrimeşru bir ilişkinin sonucunda dünyaya gelmişti. Varlığının bu ani fırlatılmışlığı çağın toplumsal ahlak yasaları tarafından bizatihi gayrimeşru görüldüğü için daha hayatın ilk evresinde dünya acısıyla tanışmıştı.
Dedesi sayesinde bu acıyla baş etme metodu olarak yazı, sanat ve sınıfla tanışmıştı. O varlık acısı hiçbir zaman onun peşini bırakmadı ve onun bireysel tarihine koca bir gam olarak düştü. Gamın o ani düşüşü arkasında koca yarıklar bıraktı ve o evvel zamana ait olan o gamın acılarına dokunmayan tek bir satır yazmadı. Dedesinin mülksüzlüğü, babasının olmayışı ve dünya adaletsizliği öfkesini büyüterek onu keskin bir muhalif yaptı ve onu hayatı boyunca normalliği değil hep anormalliği seçmeye sürükledi. Çöküntü adlı romanında insanlığı “ölümlü topluluk”, hayatı ise “ölüm okulu” tasvirleriyle tanımladı. Yazınsal yaratımın ve yalnızlığın insanı öz kıyımdan uzak tutuğunu ve yaratanın kendi onurunu bu sayede koruyabildiğini düşünen yazar, kapitalist toplumun sürü psikolojisinden tiksinti duyardı. Yaşadığı sürece kapitalist sisteminin sıkı bir muhalifi olan yazarın, kapitalist tüketim toplumu tarafından ikonlaşmış bir muamele görmesiyse “kaderin” bir cilvesi olsa gerek. Edebiyat böylece onun nazarında ve edebi yaratımlarında yaşam için deneysel bir alan ve başarılı sanatsal yaşam biçimlerinin geliştirilmesi için bir platform haline geldi. Edebiyat, şiir ve müziğin yanı sıra tiyatroda da sanatsal gelişim denemeleri onun yaşamının bir parçası olarak kaldı. Özellikle bilinmeyen kelimeler, sonsuz açıklık ve “makine” ile yaptığı kelime icatları dikkat çekici buluşların başında gelmektedir. Bernhard’a göre, sanattan azade söz kağıt üzerindeki toplam gerçeği yalan haline getiren bir medyumdur. Onun ölümünden birkaç ay önce, son büyük sanatsal başarısını skandal Kahramanlar Meydanı (Heldenplatz) adlı oyunuyla son defa perdeye açıldı. Ona babalık yapan dedesinin ölümünün 40. yıldönümünden birkaç saat sonra soğuk bir şubat günü son sözünü söyledi Thomas. Arkasında bıraktığı onca eserin yanı sıra yaşadığı her anın hatırına sahip şu etkileyici sözleriyle 58 yaşında dünyadan göçtü: “Eğer varlığımın tamamını yaşamamış olsaydım, muhtemelen aynısını kendim icat ederdim ve aynı haylazlıkla aynı sonuca ulaşırdım.”