Ülkemiz ve hatta dünyanın neredeyse dört bir tarafı zor günlerden geçiyor. Sanki Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönemi yeniden ama daha korkunç bir şekilde yaşıyoruz. Böylesi felaket günlerinde akıl sağlığımızı korumaya yarayan kitaplar da olmasa ne yapardık!
Bu defa size beş kitaptan kısaca söz etmek istiyorum. Bunlar benim son ay içinde okuduğum ve okumakta olduğum kitaplar. Bazen böyle oluyor. Bir kitaba başlıyorum ama bir başka kitap için öneri geliyor ve ona geçiyorum. Dahası ev ile işyeri arasındaki yolculuklarda yanıma genelde kısa soluklu kitaplar alırken; evde daha hacimli eserleri okumayı yeğliyorum.
İlk kitap, “29 Numaralı Koltuğun Hikayesi”. Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf’u okurlarımız arasında tanımayan yoktur herhalde. Ortadoğu tarihinden esinlenen romanlarıyla, pek çok okura ulaşmış bulunan Maalouf, bu kitabında aslında son kitabından hareket ediyor. 40 kişiden oluşan ve yeni bir üye seçmek için üyelerden birinin ölmesini bekleyen Fransa Akademisi’ne seçilen son üye olan Maalouf’un Claude Levi-Strauss’un yerine seçildikten sonra, üye kabul töreninde onun hakkında konuşma yapmış ve biz de bunu onun son kitabı olarak okumuştuk. Ancak Levi-Strauss araştırması kendisini ‘kesmemiş’ olmalı, bu kez de kendisinden önce söz konusu koltukta oturan 18 kişiyi araştırmış. Böylece neredeyse Fransa’nın son dört yüzyıllık entelektüel tarihi ortaya çıkmış. Hemen 3. baskıya ulaşan bu eseri okumanızı öneriyorum.
Okumanızı önereceğim ikinci eserin ismi ise, “Çocuk Yasası”. Eseri fark edenler çok sevmiş olmalı ki, Ian McEwan’in bu eseri, 7. baskısında bulunuyor. Romanın baş karakteri, Londra’da yaşayan Yüksek Divan Aile Hukuku Dairesi’nin en başarılı ve ünlü hakimlerinden Fiona Maye. Roman, İngiliz hukuk sisteminin işleyişi hakkında temel bilgileri içeriyor ve didaktik olmadan, Britanya’da aileye, dini kurumlara nasıl yaklaşıldığını anlatıyor. Gerçekten çok iyi bir eser. Oldukça akıcı bir roman olsa da, ben olup bitenlere “İngiltere’deki yargı sistemi nasıl işliyor” şeklinde yaklaştım ve bu durum benim için baya öğretici oldu.
Son ay içinde okuduğum bir başka romanın ismi ise “Baharda Ölmek”. Kitabın yazarı Ralf Rothmann’ı hiç tanımadığım için romanı elime biraz korkarak aldım. Bir de II. Dünya Savaşı’nı fon olarak kullanan çok kitap okuduğum için biraz uzak durmaya çalıştım herhalde. Dahası dediğim gibi 1953 doğumlu Alman yazar ülkemizde pek tanınmıyor. Ancak Almanya’da üç önemli ödül kazanmış. Sıradan insanların II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde zorla askere alınmaları ardından yaşadıkları anlatılıyor. İllaki okuyun demesem de, rastlarsanız ve okursanız iyi edersiniz bence.
Evdeki kitaplarımı karıştırırken, çok ünlü bir yazar olan Andre Gide’den hiç kitap okumadığımı yeni fark ettim. Bunun üzerine kütüphanemizde bulunan “Kalpazanlar”ı okumaya başladım. Kitap 8. baskısında. Dahası çevirmeni de Tahsin Yücel olunca, insan büyük bir beklentiye giriyor. Yazar diğer eserlerini anlatı ya da uzun öykü olarak nitelendirirken, bu kitabı roman olarak görüyormuş. 1947 Nobel Ödüllü yazarın bu kitabı, ülkemizde 1989’dan bu yana -yani 30 yılda- 8 baskı yapabilmiş. İlk kez roman yazan birinin acemiliğinde olan bu eseri okursanız Andre Gide hakkında bir fikriniz olacak.
Aslında bu ay okumaktan en hoşlandığım ya da belki daha doğru deyişle, okuduğum için kendimi şanslı hissettiğim bir kitap var elimde. Adı “Masumiyet Utandı Kendinden”. Yazarı ise Fecriye Benek. Aslında okuması zor bir eser bu. Roman tarzında anlatılan konu, Êzidî halkına reva görülen 74. ferman çünkü. Uzun yıllardır içeride bulunan Fecriye Benek, bu konuda kendisine yardımcı olan bazı gazeteci arkadaşlarımız olsa da, çok zor ama gerçekten çok zor bir işe girişmiş.
Onu tanıyanlar mutlaka çok olmalı ama biz yine kendisini henüz tanımamış olanlara tanıtalım: Fecriye Benek, 1974 yılında Şırnak-Uludere’nin Hilal beldesinde dünyaya geldi. Ailesi Şırnak’tan Antalya’ya 1978 yılında göç etti. İlk ve ortaokula Antalya’da gitti. 1990 yılında mücadeleye katılan Fecriye, 1993 yılında tutuklandı. 9.5 yıl hapis yattıktan sonra Cizre’de Mem u Zin Kültür Merkezi’nde çalışmaya başladı. Farklı yerlerde ve kademelerde faaliyette bulunurken, defalarca gözaltına alındı. En sonunda 2012 yılında tutuklandı ve 16 yıl hapis cezası aldı. Önce Diyarbakır ve Siirt E Tipi cezaevlerinde kalan Fecriye Benek, şu anda Bayburt M Tipi Cezaevi’nde bulunuyor.
Okumaya başlarken zorlandığım ama sonunda okuduğum için kendimi şanslı saydığım bu çalışmayı gönlümün en derinlerinden gelen hisle tüm okurlarımıza öneriyor ve böylesi tarihsel bir kitabı yayınlayan Aryen Yayınları’na teşekkür ediyorum.