Şeyma Yıldız, henüz 17 yaşında genç bir kadın. Lise öğrencisi. Hiçbirimiz Şeyma’yı tanımıyorduk ta ki cinayet haberini alana kadar. Şeyma’yı, Ankara’nın Çubuk ilçesinde babası denilen şahıs Harun Yıldız tarafından katledildiğini öğrendikten sonra tanıdık.
Şeyma’nın katledilme haberini okurken, toplumda bir refleks gelişti ve babasına lanetler okunmaya başlandı. Duyulan üzüntüler dile getirildi, Şeyma’nın hayallerinin elinden alındığına dair sözler sarf edildi vesaire.
Şeyma’nın katledilmesine “erkek arkadaşının olması!” gerekçe gösteriliyor. Bu gerekçede eminim ki tüm kadınlar, kendisinden bir şeyler bulmuştur. Çünkü biz kadınlar; eşitsizliğin, dünyaya gözümüzü açtığımız anda yüzümüze çarptığının farkındayız. Erkek egemen yapının dayattığı eşitsizlik daha bebekken başlıyor erkek ve kadınlar arasında. Erkek çocuklarına “babalık/kurtarıcılık/kahramanlık”, kız çocuklarına “annelik/itaat etme” öğretiliyor. Biz kadınlara, ergenliğe adım attığımız zamanlar değil mi ki bedenimizden utanılmasını öğreten, regl olmamızı “hasta” olarak gösteren, kahkahalarımıza “meşrep” yakıştırmaları yapan partiyarka.
Şeyma’nın katledilme gerekçesi tam da bu noktada bize Türkiye’de kadın olmanın “suç” olduğunu göstermiyor mu? Her gün kadınların katledildiği, tecavüz ve tacize maruz bırakıldığı bir ülkede, erkeklerin; iktidarın ya da onun yandaşları tarafından erkekliği yücelten ideolojiden güç aldığı açık bir şekilde görülüyor. Sadece birkaç örnek bile bunu kanıtlamaya yeter.
Mehmet Ağar’ın AKP’den vekil yapılan oğlu Zülfü Tolga Ağar’ın, “Bu ülke, göçük altından ‘başım açık, beni çıkarmayın’ diyenlerin imanıyla korunuyor” açıklaması,
Berfin Özek’e kezzap atan Casim Ozan Çeltik’e, “kasten yaralama” suçundan 13 yıl ceza verilmesi,
Yeni Akit’in, “Yıkım çetesi Mor Çatı böyle yoldan çıkarıyor” başlıklı haberinde, “Mor Çatı bileşenlerinden İstanbul Kadın Savunması’nın düzenlediği ‘Mor Mekan’ etkinliklerinde feminizm ağına takılan kadınlara PKK’nın ‘öz savunma’ metotlarının anlatıldığı, Marksizm propagandası yapıldığı ve ahlaksız faaliyetlere yer verildiği tespit edildi” sözleri,
“Yaşamak İstiyoruz” diyerek eylem yapan kadınlara yönelik saldırı ya da gözaltılar,
Ankara’da cinsel saldırıya maruz kalan veteriner hekim Ç.B.’ye, “Ben de kadınım sen de kadınsın. Ben neden tecavüze uğramıyorum da sen uğruyorsun?” diyen savcının sözleri.
Bunlar, sadece birkaç ay içerisinde gelişen olaylar. İktidar ya da onun kurumları tarafından hayata geçirilen politikalar ya da söylenen sözlerin kadına yönelik şiddet olarak geri dönmesi yadsınamaz bir gerçek. Özellikle; genç kadınların katledilmesini, yeni nesli “hizaya getirme” politikası olarak değerlendirmeliyiz.
Ancak, bu politika ya da anlayışların hiçbiri işe yaramıyor. Kadınlar, her gün daha fazla kendilerine yönelik şiddetin, cinslerine yönelik olduğunun daha çok farkına varıyor. Özellikle; genç nesil bu durumun daha çok farkında. Çünkü, annelerinin, ninelerinin “kaderini” yaşamak istemiyorlar. O yüzdendir ki, 25 Kasım ya da 8 Martlarda sokakları dolduranlar hep genç kadınlar. Dans ederek, “tecavüzcü sensin” diyen genç kadınlar; kendilerini cinsel ilişkiye zorlayan ya da şiddet uygulayan erkekleri sosyal medyada teşhir eden yine genç kadınlar.
Kadınlar, kendilerini yok sayan bu erkek egemen sisteme isyan ediyor, onunla uzlaşmıyor. Bunun bedelini ise katledilerek, şiddete maruz kalarak, dört duvar arasına hapsedilerek ödüyor.
“Bir kişi eksilmeyeceğiz” diyen biz kadınların, katillerimizi durdurmanın yolu, milyonlar olup sokaklara akmamızdan ve dayanışmamızdan geçiyor. Şiddete uğramamızın önüne ancak ve ancak kadın mücadelesini daha fazla büyüterek ve ortaklaştırarak geçebiliriz. Erkek devletin her türlü yol ve yöntemle beslediği patriyarkaya karşı daha güçlü durarak, bize dayattığı kendi normlarına yüksek sesle reddederek biz kadınlara uygulanan vahşete son verebiliriz.
Zuhal Atlan