Sendikalar, kapitalist sömürü ve bunun yarattığı toplumsal sefalete karşı işçi sınıfının üretim sürecindeki mücadele aracıdır. Bunu gerçekleştirebilmesi için sendikaların en azından şu dört kriteri yerine getirmesi beklenir:
Birincisi, sermayeden ve siyasi iktidardan bağımsız olması; ikincisi, bürokrasiden arınmış ve sendika içi demokrasiyi tam olarak işler hale getirmesi; üçüncüsü sınıf bilincini, öncelikle üyeleri olmak üzere tüm emekçilere aktarabilmesi; dördüncüsü ise milliyetçi, ırkçı eğilimlerden uzak, enternasyonel değerlere sahip olmasıdır.
Birinci kriteri yerine getiremeyen yani sermayeden ve siyasi iktidardan bağımsız olmayan sendikalar literatürde “yellow dog” (sarı köpek) ya da “sarı sendika” olarak anılır. Bu “sendika”lar işçi sınıfına da üyelerine de bir fayda sağlamadığı gibi temsil ettikleri işçilerin haklarını, patron ve siyasi iktidara teslim eder, dahası işçi düşmanı politikaları meşru hale getirir. Dolayısıyla birinci kriteri sağlamayan “sendika”lardan diğerlerini beklemek de abes olur
İkinci kriterin olmadığı yani sendika içi demokrasinin sağlanamadığı sendikalarda işçi ile sendika yönetimi arasında bürokratik bir duvar oluşur. İşçi, sendikaya ve beraberinde sınıf mücadelesine yabancılaşır. Bu sendikaların işçinin iradesini temsil etmesi beklenemeyeceği gibi bürokratlaşmış yönetimlerin, patronların ve siyasi iktidarın yörüngesine girme olasılığı da artar.
Üçüncü kriter; sendikaların, emekçilerin örgütlenmeleri ve mücadeleye katılmaları için gerekli olan sınıf bilincini edinmelerini sağlamasıdır. Medyasıyla, eğitim sistemiyle, siyasi partileriyle, dini kurumlarıyla burjuvazinin ve devletin ideolojik bombardımanı altındaki emekçilerin; kapitalizmin, kendi emeklerinin sömürülmesiyle var olduğu ve bir sınıf olarak dayanışma içinde mücadele edilirse bu sistemi değiştirme gücüne sahip olduklarının bilincine varması gerekir. Sendikalar bunu eğitim ve yayın faaliyetleriyle gerçekleştirebilir.
Dördüncü kriter olan enternasyonalizm yani işçi sınıfının uluslar ve halklar arası dayanışması, emekçiler arası rekabeti dayanışmaya dönüştürmekle mükellef olan sendikaların savunması gereken olmazsa olmaz koşuldur. Aksi halde sendikalar, etnik köken, inanç ve kültür farklılıklarını emekçileri birbirine düşürmek için kullanan patronların ve halkların birbirine düşmanlaştırılması üzerinden egemenliğini sürdürmeye çalışan siyasi iktidarların ekmeğine yağ sürmüş olur.
Bugün Türkiye’de sendikaları bu temel kriterler çerçevesinde değerlendirdiğimizde birçoğunun ne yazık ki birinci kriteri dahi yerine getirmediğini yani “sarı sendika”cılıkta kaldığını görürüz. Bu tanımlama içine alamayacağımız az sayıdaki sendikanın önemli bölümünün ise -ki buna kamu emekçi sendikaları da dahildir- diğer üç kriteri de yerine getirmediğini söyleyebiliriz.
Geçtiğimiz günlerde sonuçlanan metal iş kolundaki toplu sözleşme süreci, bu konuda değerlendirme yapabileceğimiz önemli bir örnektir. Metal patronlarının ve siyasi iktidarların baskıları karşısında metal iş kolunda toplu sözleşme yetkisine sahip üç sendikadan en fazla üyesi olan Türk Metal ve Özçelik İş, sendikalardan beklenen dört kriterden hiçbirini taşımaz, bu konuda -genel geçer söylem dışındaherhangi bir iddiası da yoktur zaten. Sadece Birleşik Metal-İş, sınıf sendikacılığı yaptığını savunur ve hemen her sözleşme döneminde, üyelerinin taleplerini savunduğunu bunun için gerekirse grev silahını kullanacağı, çıkışını yapar. Ama devamı, bu çıkışın bir boş gürleme olduğunu gösterir. Zira ya hükümetin grev erteleme kararını kabullenir ya da diğer sendikalar gibi üyelerinin beklentisi dışında MESS’le (Bu iş kolundaki işveren örgütü) uzlaşır.
Tablo bu yıl da tekrarlandı. Önce MESS’e direneceğini eylem planları açıklayarak ilan eden Türk Metal, ücrette reel kayıpları kabullendiği bir sözleşmeyi imzaladı. Bu sözleşmeyi kabul edilemez bularak grevde kararlı olduğunu duyuran diğer sendika Birleşik Metal-İş ise “Kabul edilemez!” olarak değerlendirdiği sözleşmenin hemen hemen aynısını nedense (!) “bir pazar gecesi” imzaladığını açıkladı. Sonuç olarak metal işçisi hangi sendikada örgütlü olursa olsun, iradesini toplu sözleşmeye yansıtamamış; gelinen noktada metal işçisiyle birlikte tüm emekçiler kaybetmiştir. Böylece 2015 yılında “metal fırtına” olarak anılan, Türk Metal üyelerinin sendikalarına rağmen ve sendikalarına karşı yürüttüğü mücadelede kendilerini hayal kırıklığına uğratan sendika, 2 Şubat gecesi, üyelerinin iradesine rağmen MESS’le sözleşme imzalayarak 2015 yılının hayal kırıklığını katmerlemiştir.