Hukukçular hukuka inandıklarından, dahası ekmeklerini ondan kazandıklarından olsa gerek hemen her şeye hukuki pencereden bakar, sorunların çözümünü de hukukta ararlar. Yaşananın hukuki olup olmadığını tespit ederler ve söz konusu sorun bir hukuksuzluktan kaynaklanıyorsa, bunun hukuki olarak hemen düzeltileceğini sanırlar. Ancak işler hiçbir zaman hukukçuların inandığı ve bildiği gibi işlemez.
Buna en çarpıcı örnek ise, İmralı sistemidir. Hangi hukuka göre kurulduğu ve yönetildiği belli olmayan bir sistem. İşkence sistemine maruz kalan PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan.
Aslında derinlemesine bakıldığında, İmralı sisteminin tam da Kürt’e uygulanan sistem olduğu hemen anlaşılır. Zira Kürt’ün de hangi hukuka göre isimsiz, dilsiz, ülkesiz, kimliksiz bırakıldığı pek belirgin değildir. Kırk milyonu aştığı belirtilen bu halkın ne ‘Kişi Hak ve Özgürlükleri’ ne ‘Ekonomik-Sosyal-Kültürel Hakları’ ne de ‘Dayanışma Hakları’ vardır. Yani tüm insanlığın büyük bir övünçle dile getirdiği ‘Üç Kuşak İnsan Hakları’ndan Kürtler mahrum. Peki, bu nasıl mümkün olabilir? Eğer bu kuşak hakları insanlar içinse ve evrenselse, yani tüm insanlar için geçerliyse, o halde bu hakların Kürtler için de geçerli olması gerekir. Eğer geçerli olmuyorsa, bundan bu hukuku işletenlerin Kürtleri insan olarak görmediği sonucu çıkar.
Peki, nasıl olur da hukuki metinler bitkilere, hayvanlara, tarihi eserlere, iklime, cenine ve hemen her şeye hak verirken, Kürtlere hiçbir şey vermiyor. Bu nasıl mümkün olur? Kürtler nasıl olur da her şeyi kapsayan bu hukukun dışında tutulur ya da dışına çıkar?
Bu nasıl bir hukuk sistemidir ki; Başkasının ülkesini işgal etmek hak, kendi ülkeni savunmak nahak. Vurmak hak, vurulmamak için direnmek nahak. Boyun eğdirmek hak, boyun eğmemek nahak. İnkar etmek hak, var olmaya çalışmak nahak. Asimile etmek hak, kendi olmak nahak. Toplamda ise, İnsan olmamak hak, insan olmak nahak…
O halde bu neyin ve kimin hukuku? Buradan, söylendiği gibi hukukun ‘hak’, ‘adalet’ gibi kavramlarla ilişkisinin özsel değil de bir kandırmacadan ibaret olduğu sonucu çıkar. Demek ki egemenler kendi bencil çıkarlarını kamuflaj etmek için toplumun doğasından süzülüp gelen bu kutsal kavramları istismar etmişler. İstediklerine istediklerini verdikleri, istemediklerine de yaşama hakkı bile tanımadıkları bir sistem kurmuşlar ve bu sistemin ne denli canavarca olduğunu ört bas etmek için de bu hukuku kurgulamışlar.
Vahim olanı ise, hukukçu ordusunun ezici çoğunluğunun kendilerine kurulmuş olan bu kumpası fark etmiyor oluşudur. Egemenlerin en vahşi emelleri için ne denli araçsallaştırıldıklarının ayırdına varamamalarıdır. İnsanlar, toplum daha çok da bu hukukçular üzerinden yetersizlikleri olsa da gerçekten de hakkın, adaletin, hakkaniyetin hakim olduğu bir sistem içinde yaşadıklarını sanıyorlar, buna alıştırılıyorlar. Bu açıdan hukukçuların oynadığı rol oldukça vahim.
Güncelde kırk milyonluk bir halk olan Kürtlerin yaşadıklarına bakmak, işleyen düzenin ne denli anormal, haksız, adaletsiz bir sistem olduğunu anlamaya fazlasıyla yeterdir. Kafa yormaları halinde, hukukçular Kürt gerçekliğinde içinden çıkamayacakları bir durumla karşı karşıya olduklarını hemen anlarlar. Gerçekten de Kürtler mevcut durumda ‘hukuk dışı’dır.
Şimdi hukukçu ordusu yıldönümü gelen 15 Şubat’ı nasıl izah edecek? Uygun kelime bulunamadığından ‘tecrit’ kavramıyla ifadelendirilmeye çalışılan İmralı uygulamalarına ne diyecek? Hakkın, adaletin, hakkaniyetin savunucuları olan hukukçular, haktan, adaletten sapmadan Kürtleri ne yapacak? Yaşadığı halde yaşamaz sayılan, kendi ülkesinde kendi olarak kalmak istediği için yok edilmek istenen bir Kürt olarak adaleti, hakkı savunan hukukçular benim için ne düşünüyorlar? Kendi ülkemde, kendilik’imle var olmak isteyen biri olarak ne yapmalıyım, bana bunlara uluşmam için ne öneriyorlar?
Herkesin doğuştan sahip olduğu haklara benim de sahip olabilmem için ne yapmalıyım? Dahası onlar ne yapabilir? Örneğin bu 15 Şubat’ın 21. yıldönümünde yaşanan büyük haksızlığa, adaletsizliğe en azından dikkat çekmek için toplu halde ve her yerde cüppelerini bırakmayı düşünürler mi acaba? Yoksa bu, çok şey mi istemek olur?