Kürt halkının özgürlüğüne inananlar, halkların eşit ve kardeşliğini sağlayacak bir demokratikleşme mücadelesinde birleşmekten yana olanlar, Ortadoğu coğrafyasının yeni bir demokratik kimlikle buluşmasını isteyenler, gelinen aşamada artık kesinlikle ve kesinlikle “parlamenterizm oynamaktan” ve halkı bu oyun etrafında oyalamaktan vazgeçmelidirler. İlke olarak “parlamenter mücadele” asla reddedilemez ve onun demokrasi mücadelesi içindeki yeri elbette küçümsenemez. Ancak, “biat” anlayışından beslenen, demokratikleşme mücadelesini ana “devrimci duruşundan” koparmak isteyen, “reformcu” manevralarla, bin bir zorlukla ve sayısız bedellerle elde edilmiş kazanımları sulandırmaya yönelenler tarih boyunca parlamenter mücadeleyi layıkıyla kullanamamışlardır. Devrimci çizgi ise bu mücadeleden ustalıkla yararlanmıştır. Reformizm ile devrimci çizgi arasındaki fark burada yatmaktadır. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürt halkının yürüttüğü mücadelenin niteliği ile “Türk solu”nun Kemalizm’den beslenerek oluşturduğu biatçı ve “dönek” anlayış arasındaki fark da burada yatmaktadır.
Önce “Birinci TİP’” sürecine bir göz atalım: Birinci TİP’in Kürt illerinde elde ettiği başarılar, “Doğu Mitingileri”nde dile getirilen demokratik istemler, “Doğuda Komando zulmüne son” şiarıyla özgürlük mücadelesi veren Kürt halkının devrimci bir yöntemle karakterize ettiği ve devrimci mücadelenin sembolleşen diriliş ruhu, TİP’e devrimci kişilik kazandıran temel dayanak olmuştur. TİP’in 1965 yılında milletvekilli çıkardığı illere baktığımızda konu rahatlıkla anlaşılacaktır. Sonraki yıllarda TİP’in “erozyona” uğramasının bir nedeni ise saflarında oluşan “parlamenterizm hastalığı” ve pragmatik çıkarlar peşinde koşan hizipçi grupların partide etkin olma mücadelesidir.
Benzer bir süreci TKP için de söylemek olasıdır. 1920’de Bakü’de kurulan Türkiye’nin en eski partisi TKP, 1978 yılına kadar Kürt coğrafyasının hiçbir ilinde tek bir TKP örgütü bile kuramamıştır. O nedenle 1975’lere gelene kadar TKP’nin elle tutulur bir Kürt politikası da olamamıştır. Oysa o dönemlerde Suriye Komünist Partisi Genel Sekreteri Halit Bektaş, Irak Komünist Partisi Genel Sekreteri Aziz Muhammet, İran Komünist Partisi (TUDEH) Genel Sekreteri Nureddin Kiyanuri, Kürt’tü. 1973 “Atılımı”na kadar TKP’in tek bir yöneticisi bile Kürt değildi ve Kürt coğrafyasında da parti örgütü yoktu. TKP, örgütsel olarak 1974’te bizim katılımımızla Kürtlerle tanıştı… TKP’nin gündemine “Kürt sorunu”nu TKP saflarında örgütlenen biz Kürtler soktuk. Ciddiye alınabilecek bir program ve tüzüğü de bundan sonra oluşmuştur. Kürt partileriyle ilişkiler bu dönemde kurulmaya başlamıştır. TKP PB’ya bağlı olan “Kürt Seksiyonu”nun çabalarıyla Kürt halkı içinde dikkate alınacak örgütler bu dönemden sonra yaratıldı. Daha da önemlisi TKP’nin sendikalarda, fabrikalarda, kadın ve gençlik içinde, demokratik kitle örgütlerinde atak yapmasında, TKP içinde politika yapan Kürtlerin çok büyük rolü olmuştur. TKP’nin devrimci bir çizgi kazanmasında, TKP içinde çalışan Kürtlerin katkısını tarih çoktan yazdı.
TKP tarihinde ilk kez “TKP’nin Sesi” radyosunda Kürtçe yayın gerçekleşti… TKP’nin dağılma sürecine bakıldığında ise “Kürt politikası”ndan uzaklaşma ve Kürt Özgürlük Hareketiyle ilişki kurma cesaretinin gösterilememiş olmasının payı olduğu görülecektir. Diğer “Türk solu” gruplarının tarihi de bundan farklı değildir. Bugünkü süreçte devrimci bir çizginin gelişmesi için yakın geçmişte yaşanan kimi olayları anımsamak ve kimi dersler çıkarmak gerekiyor. Bu yapılırsa, “Türk solu”nun derinliğini kavramaya bir nebze yardımcı olunabilinir. Özetle söylersek; 1950’li yıllardan bu yana “sağ partiler” içinde politika yapan Kürtler de dâhil olmak üzere halkın ve Kürt aydınlarının duruşunda “devrimci” bir karakterin olduğunu görmek gerekir. Kürt şair Ahmed Arif’in “33 kurşun” şiirinde anlattığı Van-Özalp’ta Türk askerinin kurşuna dizdiği 33 yoksul köylü olayını anımsatmak bile neyi anlatmaya çalıştığımıza bir örnektir. Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın emriyle işlenen ve o dönem faili meçhul cinayetler arasında yer alan “Van-Özalp” olayını aydınlatan Demokrat Parti (DP) Diyarbakır Mebusu ve “Ekinci Holding” in kurucusu olan Mustafa Ekinci’dir. Parlamentoda verdiği cesaretli ve ardıcıl uğraşlar sonucu cinayet aydınlatılır ve Muğlalı’nın yargılanması sağlanır. Ölüme mahkûm edilen Muğlalı’nın cezası önce müebbet hapse çevrilir, sonra da affedilir. İsmail Hakkı Karadayı’nın Genelkurmay Başkanlığı yaptığı yıllarda Mustafa Muğlalı’nın heykeli Harp Akademisi’ni bahçesine dikilir.
Van’daki askeri kışlaya 2004 yılında “Orgeneral Mustafa Muğlalı” adı verilir. Yani diyeceğim, tarihten en çok ders alınması gereken bir süreçten geçiliyor. Böylesi önemli bir süreçte özellikle HDP milletvekilerinin “parlamenterizm oynamaya” asla hakkı yoktur…