Marx, diyalektiğin yasalarının farkına vardığında “bilmiyorlar ama diyalektiği en iyi köylüler uyguluyor” derken hem bir gerçeği farkında olmadan itiraf etmiş oluyordu hem de bir doğruya işaret etmiş oluyordu. Yani Marx, kendini yaşamı üretmekle sorumlu görenlerin yaşamla olan bağlarının gücünü de fark ediyordu. Toplumu bir bütünlük olarak değil de sosyal katmanlara ayrıştırarak çözümlemeye kalkması Marx’ı yanılgıya götürüyordu. Marx, mitolojinin bir hakikati ifade ettiğinin farkına varamamıştı. Bütün yanılgısı da buradan meydana geliyordu. Oysa insanlar yaptıkları, pratikte sınadıkları ve bir başka zamanda kendilerine lazım olacak bilgiyi yaşamdan soyutlayıp kendi toplumsal hafızasının dağarcığına yerleştirme çabası ve gayreti içinde olmuştur. Ki Marx da, “insansal doğa” tanımını yaparken elbette bu bütünselliğe işaret ediyordu. Ama özne nesne ikilemi esas olarak Marx’ın yanılgısını üretmişti. Buna rağmen Marx, “bilmiyorlar ama diyalektiği en iyi köylüler uyguluyorlar” diyerek de bir gerçeği doğru tespit etmiştir.
“Cemre”, toplumsal hafızanın dağarcığına binlerce yıl önce yerleşmiştir. Cemre, Arapça kökenli olup kor ateş anlamına gelir. Çetin, ağır kış koşullarının ardından baharı muştulayan üç olay vardır ve bunların üçünde de cemre kavramı vardır. Havanın, suyun ve ardı sıra da toprağın ısınma süreci “cemre indi” diye tarif edilir. Cemrelerle birlikte toplumlar da toprakla kurdukları bağı güncellerler. Önlerindeki yılın bereketini, üretenlerin cemrelerle kurdukları ilişki belirler. Sadece toplumlar için de değil, doğada görülen ya da görülmeyen her şey bu iklimsel değişimle birlikte kendi baharını başlatır. Ağaçlar, çayırlar yeşerir; kış uykusuna çekilmiş olan börtü böcek hareketlenir, yeni bir yıla giriş yapar. Her şey diyalektiğin yasalarına uygun halde işler.
Doğa, her şeye hükmedip kendi denetimine almak isteyen insana rağmen, insanda bile zamanını yakaladığında çok büyük değişimler yaratır. Köylünün, “Toprağın tavı kaçmışsa sen ne yaparsan yap, gelecek yılı beklemen gerekir” amentüsü gibidir. Değişim için değişim zamanını doğru yakalamak gerekir. Doğada zamanı geldiğinde değişim yapmayan hiçbir şey yoktur. Her şey yenilenir, farklılaşır, değişir. Doğada bu muazzam bir döngüdür. Sanki insan türünün dışında bu döngüye ayak uydurmayan hiçbir şey yoktur. Hani denir ya “Doğada değişmeyen tek şey değişimdir”. Değişimin dışında, akla gelebilecek her şey kendi büyük değişimini yaşar.
Doğadaki bir canlı türü olarak insan da başından beri varlığına anlam kazandırmak için doğadan öğrendiklerini kendine uyarlamaya çalışmıştır. Tasavvuf da zaten böyle bir arayışın sonucu gelişmiştir. Cemrenin Arapça karşılığı olan “kor ateş” tasavvufun da temel “Arındırma, paklanma” yöntemi olarak uygulana gelmiştir. Tasavvuf yöntemiyle “Kişiliği kötü huylardan temizleyip, ruhu pak edip, olgunluk ve kemale erme yolu” olarak uygulanmıştır. Yani toplumlar kendi basit yaşamalarında oluşturdukları sıradan kelime ya da kavramı zaman içinde yapısallaştırarak kurama veya bir başka ifadeyle teoriye ulaştırmıştır. İnsanlık tarihiyle başat olan teori, başlangıçta totemik olsa da zamanla mitolojik, idealist ve sosyal bilimsel formlar kazanmıştır. Ama hepsi de ortak bir özellikte yoğunlaşmıştır. Yani “Kişiliği kötü huylardan temizleyip, ruhu pak edip, olgunluk ve kemale erme yolu” olarak benimsemişlerdir. Bu bağlamda toplumun bir arada yaşayabilmesi için ölçüler, normlar veya kurallar belirlemişlerdir. Bunların bütününe de ahlak demişlerdir.
Ahlak ölçüleri coğrafyadan coğrafyaya, ülkeden ülkeye, etnik yapıdan etnik yapıya, sosyal yapılardan sosyal yapılara kısmi farklar gösterse de özünde aynı değerler bütünlüğünü ifade ederler. Şayet böyle bir bütünlük olmasaydı doğadaki diğer canlı türlerinden farklılaşarak insan da kendi toplumsallığını inşa edemezdi. İnsanın toplumsallaşma özelliği anlaşılmasaydı Marx da işçi sınıfının örgütlü mücadele zemini olan enternasyonale slogan olarak “BÜTÜN DÜNYA İŞÇİLERİ BİRLEŞİN” diye öneremezdi.
Marx, dünya emekçilerinin sömürgeci bezirgânlar karşısında dayanışması ve birleşmesinden başka çıkar yol göremiyordu. Dünya emekçileri kendi aralarında birleşir ve kendi dayanışma ağını oluşturursa onu alt edebilecek güç de tanımıyordu.
Baharın muştucusu olan cemreler ayına girdiğimiz bugünlerde Türkiyeli emekçilerin de AKP-MHP ittifakına karşı birleşerek dayanışmalarını yükseltme ihtiyacı var. Birlik ve dayanışmanın önündeki bütün engelleri kor ateşlerde yakarak bütünleşmeye, bütünleşerek özgürleşmeye ihtiyacı var. Çünkü Türkiye toplumsallığı, tarihinde olmadığı kadar özgürlüğe yakındır. Yeter ki, tam da kıvamında tavını almış toprağı veya demiri tekrar soğutmasın. “Demir tavında dövülür” sözü de tam da bugünü anlatmaktadır. Türkiyeli emekçilerin, bu fırsatı kaçırmamak için tava gelmiş demiri dövmek için işbaşı yapması gerekiyor.