Sorduğum bu sorunun yanıtını bulmak önemli. Neden derseniz yurttaşlık hakları üzerinde ciddi bir baskı olduğu ve mevcut iktidarı eleştirirken bile otokontrollü davranmaya çalışıldığı anlaşılabiliyor. Bazen kendimizi, filmlerde sıkça örneğini gördüğümüz kirasını aylarca ödeyemeyen ve ev sahibine görünmemek adına eve gitmek için sokak değiştirmek zorunda kalan insanlara benzettiğim anlar fazlalaştı. Tepede sürekli parmak sallayan ve kendisini her şeyin üstünde görenler ve her istediğini yapabileceğini sananlar tarafından yönetilmek artık ağır geliyor.
İnsan hak ve özgürlükleri yok edilirken sıradan insanların yaşam alanları, evleri, atadan dededen kalmış arazileri ve tarihi alanlar kamulaştırma adı altında şirketlere devrediliyor. Örneğin 12 bin yıllık tarihi bir geçmişi olan Hasankeyf, Cengiz Holding enerji üretecek diye yok edilirken burada yaşayan insanlar başka bir yere sürülüyor ve o çok önemli ekosistem de beraberinde yok ediliyor. Hasankeyf’te yaşayan insanların tek geliri olan turizm ortadan kaldırılıp ucube bir alana insanlar taşınmaya zorlanıyor. Bu da yetmiyor, “ev sahibi” eski kentte evlerinizin değeri 3 kuruş, ya paranızı alın gidin ya da inşa ettiğimiz evlere taşınarak 20 yıl boyunca bu evlerin ücretini bana ödeyin diyor. Tek gelirleri olan tarihi alan suya gömülürken bu evlerin borcunu ödemek bir yana orada yaşamlarını nasıl sürdürecekleri bile belirsizliklerle dolu.
Diğer yandan Artvin’in ilçesi Yusufeli yine Limak Holding’in çıkarına kurban ediliyor. Koca kent sulara gömüleceği zamanı beklerken halka önerilen yeni kent ise tam bir ucube. “Ev sahibinin” Hasankeyf’te uyguladığı yöntem burada da geçerli. “Ev sahibi” yine benim belirlediğim parayı al ve buradan git ya da ucube kentte yaptığım evlerde otur ve bana 20 yıl süre içinde parasını öde diyor. Bu yaşananlara akıl sır erdirmek gerçekten güç. Burada kamu yararı diye ortaya atılan enerji ihtiyacımız var yalanı işlenirken öte yandan Türkiye’de enerji üretim kapasitesinin 1/3’ünün kullanılıyor olması “ev sahibini” ilgilendirmiyor.
İlk sayılabilecek İstanbul Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi, bir soylulaştırma projesiydi. Yine “ev sahibi” Sulukule’de 1000 yıldır yaşayan kültürel yapıyı ve o yapıyı günümüze taşımış olan Romanlara buradan sizi çıkarıyorum, dedi. Burada evi olan yüzde 50 nüfusa TOKİ’nin yaptığı evlere taşınmalarını ve 20 yıl boyunca, taşındıkları evlerin parasını ödeyecekleri söylendi. Büyük çoğunluğu bu bedelleri ödeyemedi ve evsizler kervanına katıldı. Evi olmayan ve Sulukule’de 200-300 lira kira ile yaşama tutunmaya çalışan evsizlere ise “ev sahibi” başınızın çaresine bakın diye buyurdu.
Diyarbakır Sur’da ise daha ağır bir uygulama ile evleri başlarına yıkılan halka TOKİ’nin evleri adres gösterilirken bu gösterilen yeni adres Sur’da tapusu olanlar içindi ve buraya taşınmak 20 yıl boyunca borç ödemeleri koşuluna bağlandı. Atalarının tohumlarını attığı binlerce yıllık kültür Sur, iş makineleriyle yerle bir edildi. Terör ve benzeri iddialarla girişilen yıkım sonrası birilerinin cepleri dolarken ‘bazıları’ ise girişi yasak olan mahallelerde tarihi yapıları parçalayarak define avına çıktı.
En son geçtiğimiz günlerde cumhurbaşkanı tarafından alınan bir kararla, Çeşme ve Urla coğrafyasından binlerce dönüm arazi ‘acele kamulaştırma’ ile halkın elinden alınarak bir Arap şirketine devredileceği açığa çıktı. Acele kamulaştırılan araziler kamunun yani halkın malı, ancak kamulaştırma adı altında yapılan ise sadece bir Arap şirketinin çıkarını gösteriyor. Bu kararda ve uygulamada kamu çıkarı aramak ise beyhude bir çaba. Çünkü, Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın 2015 yılında, “Bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa, Türkiye de öyle yönetilmelidir” sözü hemen aklımıza geliyor.
Bir üfürüklük ömürleri olan şirket devletlerin baskılarına karşı birleşmek tek yol. Kapitalizm ile birlikte devletler şirketlerin birer kolaylaştırıcısı iken bugün direkt karar alıcı olmaya, devlet mekanizmasını tamamen ele geçirdiler. Artık tüm devlet mekanizmasını kendileri yönetiyor. Dünyada ortaya çıkan ve yaşamı hızla yok edecek olan ekolojik krizi yaratan bu devletlerin bu sorunu çözme olasılıkları sıfır. Dünyada kalan son damla suyu veya bir karış toprağı bile şirket yararına kullanmaktan asla vazgeçmeyecekler. Bugüne kadar görülmemiş ve kesintisiz süren savaşlarla ve ellerinde tuttukları teknolojik güç ile ultra faşizmi halklara dayatacaklar. Ezilenlerin bir an önce birleşerek büyük bir örgütlenme yaratıp kiracılıktan, kölelikten kurtulup özgür yurttaşlar olmanın yolu mutlaka bulunmalıdır.