Cuma akşamı Elazığ merkezli 6.8 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Resmi makamlara göre depremde 39 kişi hayatını kaybederken, 1607 kişi de yaralandı. Şehrin bazı mahallelerinde arama-kurtarma çalışmaları sürdürüldüğü söylenirken, 45 kişinin enkaz altından sağ olarak çıkarıldığı açıklandı. Yaşanan deprem, doğal olarak yaşanmış depremleri akla getirirken yaşanabilecek olanları da işaret ediyor. Zira Türkiye, dünyadaki depremlerin beşte birinin meydana geldiği en etkin deprem kuşaklarından biri üzerinde (AkdenizAlp-Himalaya) üzerinde yer alıyor. Türkiye’nin üzerinde yer aldığı aktif fay kuşağında dünyadaki toplam depremlerin beşte biri meydana gelmektedir. Deprem haritası ve bu haritaya esas sismisite verilerine göre, Türkiye topraklarının yüzde 93’ü deprem bölgeleri içinde yer almaktadır. Yeryüzünde 600 milyon insanın deprem açısından riskli bölgelerde yer aldığı tahmin edilirken Türkiye nüfusunun ise yüzde 98’i deprem tehdidi altında yaşamaktadır.
Hemen bütün yıkımlardan sonra olduğu gibi yıkımlara engel olmak için kılını kıpırdatmayan devlet ricali, cenazeleri kaldırmak için yıkım bölgesine aktı. Yıkılmış binaları ziyaret edip cenaze törenlerine katılan Cumhurbaşkanı, benzer olaylar karşısında sıkça tekrarladığı bildik nakaratı okuyarak her şeyi kadere havale edip işin içerisinden çıkmayı tercih etti. “Tabi bu tür afetler bizler için büyük bir imtihan. Ve bu konuda Müslüman olmanın, bu noktada teslimiyetin hep en güzel örneklerini vermişiz. Biz Bingöl depremini yaşadık, biz Van depremini yaşadık, biz Simav’ı yaşadık, biz Düzce’yi, Sakarya’yı, Bolu depremini yaşadık. Ama bu millet bütün bu depremlerde sabırla bunları aşmasını bildi, başardı. Ve şimdi yine bir imtihandayız. Bu tür afetler bizler için büyük bir imtihan.” Bir imtihan olduğu doğrudur. Ancak bu imtihan, kişilerin sabır ve kadere inançla imtihanı değil toplumun devletle imtihanıdır. Çünkü yıkım tüm toplumsal sınıfları etkilememekte, tüm afetlerde olduğu gibi sadece yoksullar enkazın altında kalmaktadır. Çünkü devleti yönetenler, yapmaları gereken her şeyi yoksul halkın sırtına yıkıp işin içerisinden sıyrılmaya ve kendi suçlarını halkın sırtına yıkmaya çalışmaktadırlar. Enerji Bakanı’nın ifade ettiği “Her şeyi devletten beklemek doğru olmaz, vatandaşlarımız tedbir almalı” lafı başka bir anlama gelmemektedir. Deprem tedbirlerini halkın kendisinin alması beklenecekse şu soru gündeme gelmelidir: Her şeyi halk yapacaksa devlet ne iş yapar?
Her yıkımı bir şova ve kazanca dönüştürme çabası bu depremde de sırıttı. Bakanlar gözyaşları içerisinde kendi eserleri olan yıkım önünde poz verirken yıkımın nasıl kazanca dönüştürüleceğinin işaretini yine Cumhurbaşkanı verdi: “Biz devlet olarak, millet olarak elimizden geleni sonuna kadar inşallah yapıyoruz… Bu enkazları da kaldırarak TOKİ olarak hemen adımlarımızı atıp yapılması gerekenleri yapacak ve kimseyi de açta açıkta bırakmayacağız.” Ölümlere engel olmak için çabalamayan devlet, yıkılan binaların yerine halkı borçlandırıp krizdeki inşaat baronlarını mutlu etmek niyetinde. İktidarın niyeti ve tutumu bir kere daha tüm vahşiliği ile ortaya çıkmış bulunuyor. “Her yıkım bir fırsattır” düsturu ile hareket ederek oluşan toplumsal atmosferi kendi hanelerine para ve oy olarak yazmaya çalışıyorlar.
Benzer her yıkımda olduğu gibi toplumsal duyarlılık harekete geçerken hemen her kesim tarafından yardım kampanyaları başlatıldı. Bu doğal bir refleks ve toplumsal dayanışmanın ayakta kalması, diri tutulması açısındasın çok anlamlı bir çabadır. Özellikle muhalif belediyelerin ve demokratik kitle örgütlerinin ortaya koyduğu çaba takdire şayan bir çaba olarak okunmalıdır. Bu çabalar, esas olarak yapılması gereken yardımları devletin yapması gerektiği gerçeğini göz ardı etmeden yürütülmelidir. Ancak devrimci hareketlerin benzer bir dayanışma kampanyasına girişmesinin ciddi bir tartışmayı beraberinde getirdiği görülmelidir. Pek çok sosyalist yapının, iktidarın yaşanan depremdeki rolünü teşhir ederken aynı zamanda normalde belediye ve çeşitli dayanışma örgütlenmelerinin yapması gereken yardım kampanyası işini omuzlamaya kalkması Ayşe Düzkan tarafından dillendirilen haklı bir soruyu gündeme taşımıştır: halkın soldan beklentisi bu mudur?
Kapitalizmin sömürü ve talana dayalı yağma politikalarının dünyayı, AKP iktidarının rant politikalarının ülkeyi getirdiği yıkımın eşiğinde bu yıkımın acılarını hafifletmek, toplumsal sonuçlarını katlanılır hale getirerek öfkeyi sakinleştirmek solun görevi olmamalıdır. Toplumsal dayanışma, bu alanda faaliyet yürüten muhalif dayanışma ağları ve yapılarına bırakılırken sosyalistler yıkımın sorumlularını hedef almalı, öfkeyi sınıf öfkesine çevirmelidir. Cılız ve her hareketin kendi imkânları doğrultusunda gündeme gelen eylemler umut yaratmak bir yana kitlelerin gözünde sosyalistlere duyulan umudu köreltmektedir. Sosyalist hareketler, sözlerinin bir ağırlığının olmasını istiyorsa söze ağırlık getirecek bir yan yana duruşu örgütlemelidir. İktidarın kötülüklerinden şikâyet edip bu kötülükleri doğrudan kötülüğün muhataplarına anlatmaktan vazgeçilmelidir. Esas olan kötülüğün kaynağı olan iktidarı yıkmak olmalıdır. Halkın beklentisi, devletin yapması gerekenleri solcuların yapmaya çabalaması değildir. Halkın beklentisi, yaşanan ve süreklilik kazanan bu yıkım siyasetinin durdurulması ve ortadan kaldırılmasıdır. Halkların beklentisi, iktidara karşı devrimci siyasal adresin oluşturulması ve birleşik mücadelenin yükseltilmesidir.