Türk egemenlerinin Kürtler üzerindeki hakimiyetlerini sürdürmekte hayli kararlı olduklarını biliyoruz. Kendilerini Kürtler üzerinde ontolojik iktidar olarak gören Türk egemenlerinin bu özelliği aynı zamanda en büyük zaaflarıdır. İktidarda kalmak için yapmadıklarını bırakmayan hallerine, verdikleri tavizlere baktığımızda Kürtlere hakim olmanın kendileri için ne denli önemli olduğunu gördüğümüz gibi, ona ne kadar mahkum olduklarını da görüyoruz. Bu mahkumiyetleri dış güçlerin en fazla kullandığı temel özellik konumunda. Ama böyle giderse, Türk egemenlerinin başına neyin geleceğini kestirmek hiç de zor değil.
Irak’ın Kürtlere yaşattıkları, bu devletin sonunu getirdi. İngilizler tarafından ulus-devlet şeklinde formatlanan Irak, bu şekilde kalmak için her türden katliamı yaptı, yüz binlerce Kürt’ü katletti, kimyasal bile kullandı. Ama tüm bunlar, Saddam’ın kellesine mal oldu ve Irak’ta Kürt statüsü anayasal bir kimlik kazandı. Şimdilerde ise, gidişat devletleşmeye doğrudur.
Suriye’nin durumuna bakmak da hayli öğreticidir. O da Fransızlar tarafından ulus devlet şeklinde formatlandı, Kürtlere hiçbir hak tanınmadı, büyük bir kısmına Suriye vatandaşlığı bile verilmedi. ‘Yaşar Yaşamaz’ın durumunu yaşadılar. Sonuç, dış desteklerle ayakta durabilen, iradesiz, iktidarsız bir devlettir. Kürtler ise tüm dünyanın sahiplendiği, umutla baktığı bir devrimi gerçekleştirdi ve tüm baskılara karşın statü elde edecekleri bir döneme girdiler.
İran’ın hali de benzerdir. O da Irak gibi ulus devlet zehriyle İngilizler tarafından formatlandı. İran’ın o büyük zenginliğini tek’in içinde eritmeyi esas aldı. Varılan nokta, Kürtler ile İran’ın zengin iç dinamikleri bugün ulus devlet rejimini mutlak değişime zorluyor. Hem iç dinamiklerle hem de dış dünya ile sorunlu, değişmek zorunda. İran’da devlet geleneği ne kadar güçlüyse en az onun kadar toplumsal direniş geleneği de güçlüdür. İran coğrafyası ve tarihi demokratik komünal mücadelelerin mekânı ve tarihidir. Dahası bu gelenek capcanlıdır, hareket halindedir ve İran’ı değiştirme kabiliyetindedir. İran ulus devlet rejimi, mevcut haliyle geleceği olmayan bir rejimdir.
Biliyoruz ki TC de İngilizler tarafından yine aynı tarihlerde bir ulus devlet olarak formatlandı. ‘Türklük’ ve ‘Müslümanlık’ dışında hiçbir farklılığın varlığına müsaade edilmedi, her çokluk ‘Türklük’ içinde eritilmeye çalışıldı, bunun için ne gerekiyorsa o yapıldı. Ama gelinen aşamada hiçbir şey durulmadı, hakimiyete mahkumiyet, devleti çöküşün, faşist zihniyeti çöküşün eşiğine getirdi.
Hakimiyete mahkumiyet hali, kördür, en ileri hali ise at gözlüklüdür. Dış kaynaklı milliyetçilik ve ulus-devlet zihniyeti, bunun pozitivist karakteri hakikati görmesini engelliyor. Sevgili Barış Ünlü’nün çok iyi bir şekilde ortaya koyduğu ‘Türklük Sözleşmesi’ ile her şeyi halledebileceğine inanan bir kadro ve zihniyet yönetiyor TC’yi. Ama aştığını düşündüğü tüm şeyler de önüne tekrar tekrar çıkıyor: Ermeni soykırımı gerçekleşti. Türklük zihniyetine göre, bu sorun bitmiş olmalıydı, çünkü Ermeniler bitirilmişti, ama bitmedi. Son ABD kararı bu işin hiç de bitmediğini, bitmeyeceğini her açıdan gösterdi. Süryaniler de Anadolu’da adeta bitirildiler, ama sorun hallolmadı. Giderek daha fazla gündeme gireceklerdir.
Daha yoğun halini Kürtlere yaklaşımda yaşıyoruz. Yüzyıla yayılan kızıl katliamlar sonrasında “Muhayyel Kürdistan burada meftundur!” dendi, eksiksiz bir kırım uygulandı ama bitmedi. Sadece bitirdiklerini sandılar. Tıpkı yılda sayısız kez İçişleri Bakanı’nın “PKK’yi bitirmesi”ni ilan etmesi gibi. Ama bitmiyor, sürüyor. Onlara göre, onlar bir şeyi planlar ve bunun başarısı için ellerinden geleni yaparlarsa başarırlar. İşte hepsi bu! Böylelikle söz konusu sorun çözülmüş olur.
Çoğu zaman dış güçlerin Türkiye üzerine planlar yaptığını söyler, iktidar. Bu doğru bir tespittir. Zaten merkezi hegemonik sistemin olduğu bir dünyayı yaşıyoruz. Bırakalım dünyayı uzay üzerine bile planların yapıldığı bir sistemi yaşıyoruz. Türkiye gibi yeryüzünün en stratejik yerlerinden birinde olan bir ülkeye ilişkin ahlaksız, dinsiz, imansız kapitalist modernitenin plan yapmaması mümkün mü?
Ama böyle düşünenler bilmeliler ki, kapitalist modernitenin yaptığı asıl plan, TC’yi ulus-devlet şeklinde kurgulamış olması ve yöneticilerinin kafasını da dışsal bir milliyetçilikle doldurmasıdır. Böyle kurgulanan ve bu zihniyetle yönetilen bir devletin kendisi, hegemon güçlerin yaptığı en büyük komplodur. Kürt’e, Ermeni’ye, Suryani’ye, Êzidi’ye, Arab’a, Alevi’ye… vb yapıldığı kadar Türk’e yapılmış bir komplodur. Yok olmayacaklarını çok iyi bildikleri tüm bu kimlikleri yok etme görevini verili Türklüğe vermişler. Verili Türklüğün bunu başaracağına da Türklüğü inandırmışlar. Böylelikle Türk’ü diğer tüm toplumsal kesimlerle kavgalı hale getirip, Türk de dahil hepsini birden kendisine muhtaç hale getirmişler. Olan bitene baktığımızda yaşananın tam da bu olduğunu tüm çıplaklığıyla görürüz.