Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) aldığı son kararlarından birinde, ailesinden uzak cezaevlerinde tutulan biz mahpusların durumunu “insan hakları ihlali” saydı ve bu yüzden Türkiye’yi maddi ve manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. Sadece bu insanlık dışı uygulamadan dolayı yıllardır ailesinden bir tek kişiyle bile görüşemeyen yüzlerce kişi var. Her birimiz ailemizin bulunduğu şehirden mümkün olduğu kadar uzak bir yere götürülmüşüz. Özellikle aile fertleri ve görüşe gelebilecek yakın akrabalarımızdan hiç kimsenin bulunmadığı şehirlerdeki cezaevlerine götürülmemiz, artık birçok insan hakları örgütlerinin raporlarında yer alan bir durumdur. Bakanlığın resmi istatistiklerinde de bu gerçek görülebilir.
Cezaevlerindeki sürgünün resmi adı “nakil”dir. Gerçek ismi ise “paketleme”dir. Amacı ise aile görüşünü zorlaştırmaktır. Haftalık aile görüşü yasal bir hak olmasına rağmen, söylediğimiz nedenle haftalık aile görüşü ya hiç gerçekleşmemekte ya da çok seyrek (birkaç yılda ancak bir defa) yapılabilmektedir. Yıllar içinde birçok mahpus arkadaşımızın ailesi, görüşe gittiği uzak yollarda kaza geçirip birkaç ferdini kaybetmişlerdir. En son Edirne F Tipi Cezaevi’nde bulunan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın ailesinin içinde bulunduğu minibüs görüş yolunda trafik kazası geçirip, yaralananlar oldu. Allahtan yaşamını yitiren ya da ağır yaralanan kimse olmadı.
Ailesinden uzak cezaevine götürülme prosedürü, resmi olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bizler için, böylesine ağır uygulandığı için, pratikte olumlu pek bir yönü yoktur. Bir de durumları bizimkinden bile kat kat daha ağır olan Rojavalı, Rojhilatlı ve Başurlu çok sayıda kadın-erkek mahpus var. Onlara “yabancı uyruklu” deniliyor ve neredeyse hiçbir haktan yararlanamıyorlar. Başta aile görüşü hakkı olmak üzere, birçok konuda bizim çektiğimiz eziyet, onlarınki yanında devede kulak bile değil. Cezaevinde onların aileleriyle olan ilişkileri yok denecek kadar azdır. Bitmek bilmeyen farklı bir devletin bürokratik işlemleri, dil bilmeme sorunu ve maddi imkansızlıklardan dolayı cezaevine gelen her “yabancı uyruklu” artık ailesinden tamamen kopartılıyor ve onlar için hiçbir şekilde iletişim imkanı oluşturulmamaktadır. Birkaç istisna haricinde, hepsinin aldığı ceza ya müebbet ya da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır. İkinci kategoridekiler, ölünceye kadar cezaevinde kalmak zorundalar biliyorsunuz.
Tüm “yabancı uyruklu” mahpuslar içinde en yaşlısı olduğunu sandığımız Dijwar Nesri İsmail’in örneğini vererek konuyu somutlaştırmak istiyorum: Qamişlo Amudê’de 1961 yılında doğan Dijvar Nesri İsmail evli ve yedi çocuk babası iken 1989 yılında toplumsal mücadeleye katıldığı bahanesiyle, 1991 yılında tutuklandı ve dilini hiç bilmediği DGM’de yargılandı ve müebbet hapis cezası aldı. O günden bu yana, yani 28.5 yıldır cezaevinde bulunuyor. Tutuklandığı günden bugüne kadar, tek bir sefer dahi eşini ve çocuklarını göremedi. Birçok girişime rağmen ailesi fiziki, yasal ve uzaklık sınırlarını aşıp görüşüne gelemedi. 2013 yılında sadece bir defa annesi, babası ve bir kardeşi, binbir zorlukla Suriye Büyükelçiliği’nden bir belge alıp, Dijvar Nesri İsmail’in görüşüne gelebildiler.
Biz o zaman Siirt E Tipi Cezaevi’ndeydik. Aile, ikinci kez görüşebilmek için, Siirt’te bir sonraki pazartesi gününü bekledi. Ancak o gün bizleri bir başka cezaevine sürgün ettiler. Ringlerin içlerine doldurulmuş olan bizleri Siirt Cezaevi önünden bize el sallayarak yolcu edenler arasında Dijvar Nesri İsmail’in anne ve babası da bulunuyordu.
Burada da genelde aynı koğuşlarda kaldığımız Dijvar Nesri İsmail, bana yaşayan canlı bir abide gibi geliyor hep.
Bir olumsuzluk yaşanmazsa, bir-buçuk yıl sonra özgürlüğüne ve dolayısıyla çoluk çocuğuna kavuşacak. Evden ayrıldığında beşikte olan son çocuğu, artık 30 yaşında babasını Qamişlo sınır kapısında karşılayacaktır. Yaşanan bu gerçeklik tam bir trajedidir. Kürt trajedisi demek de mümkündür. Başta AİHM ve dünyanın tüm prestijli mahkemeleri acaba bu trajediyi hangi hukuki kavramlarla değerlendirecektir? Yine ilerici insanlığın, sivil toplum örgütlerinin ve tüm demokratik kamuoyunun duyarlı hissiyatı bu trajedi için bir şey söyleyecek mi? Dijvar Nesri İsmail ve tüm “yok sayılan” mahpuslara sahip çıkmak bir insanlık görevidir. Herkesi bu konuda görevini yapmaya çağırıyoruz.
* Bandırma 1 nolu T Tipi Cezaevi