“Kim bu Hrant’ın arkadaşları?” “Katili beğenmiyorlar.” Son zamanlarda Hürriyet ve Odatv’de Hrant Dink cinayeti davası üzerine böyle üst perdeden “uyarılar” yoğunlaştı. Hrant da zamanında yine iki MİT görevlisi tarafından benzer biçimde “ikaz edilmişti”; İstanbul Vali yardımcısının makamında.
Sebebi, Agos’ta yayınladığı bir yazının “anaakımın amiral gemisi” Hürriyet’in baş sayfasından sekiz sütuna manşet yapılarak yayınlanmasıydı (21 Şubat 2004). İlk “eleştiri” Genelkurmay Başkanlığı’ndan gelmişti bile. Konu “hassas”tı; Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in Ermeni kökenli olması devletin “ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne” zarar verebilirdi. Bu pek de örtülü olmayan emir gereği bu kez hemen Cumhuriyet yazarı Deniz Som devreye girdi ve “Damardan” başlığı altında Dink’in kurmuş olduğu bir cümle içinde geçen “Türkten boşalacak zehirli kan” ibaresini cımbızlayarak hassas kamuoyunun dikkatine sundu (23 Şubat 2004). Milliyet koroya katılmakta gecikmedi. Hasan Pulur, “Hrant Dink acaba aba altından sopa göstermek deyimini hiç duymuş mu?” diye soruyordu. Ardından yine Hürriyet’ten Emin Çölaşan Dink’i “Türkün kanının zehirli olduğunu iddia etmekle” suçlayacaktı.
Anaakım medyada gerçekleşenler aslında bir işaret fişeğiydi. “Yukarıdan” aldığı ilham ile aşırı sağcı, ırkçı/milliyetçi basın (Yeni Çağ, Ortadoğu, Yeni Mesaj, Önce Vatan vb.) “Ermeniye Bak”, “Hrant’ın hırlayışı” “Kovun bunları” ve benzeri manşet ve içeriklerle meseleyi bir hakaret ve linç kampanyasına dönüştürdüler. 26 Şubat 2004 gününden itibaren Ülkü Ocakları ve benzeri örgütlerin organizasyonu ile Agos’un önünde saldırgan linç “protestoları” başladı.
Avukat Kemal Kerinçsiz bu aşamada devreye girerek suç duyurusunda bulundu ve “Türklüğe hakaret” davaları silsilesi başlamış oldu. Daha ilk duruşmadan itibaren Kerinçsiz, Sevgi Erenerol ve emekli general Veli Küçük önderliğinde gürültülü bir kalabalık, adliye önünü, koridorları ve duruşma salonunu doldurdu. Her duruşmada Dink aleyhine sloganlar atmakla kalmadılar, fiili saldırılarda da bulundular. Örneğin, 16 Mayıs 2006 günü duruşmada aynı grup avukatlara bozuk para attı; Dink’e saldırdı ve ulaşamayınca tükürdü. Bu saldırganlık anaakım medyada “Hrant Dink adliyeden polis otosuyla çıkarıldı” gibi zayıf ifadelerle yer bulacaktı.
Cinayetin ardından Hrant Dink’in ailesi ve avukatlarıyla birlikte “Hrant’ın arkadaşları” olarak tanınacak bir grup insan bu cinayetin faili meçhul ve cezasız kalmaması için yoğun ve etkili bir kampanya yürüttüler. Suikastle bağlantılı birçok kamu görevlisi hakkında soruşturma talebinde bulundular. Bu talepler reddedildi ve cinayetten beş yıl sonra tetikçi ile birkaç suç ortağı hakkında verilen hükümde mahkeme, cinayetin örgütlü bir suç olmadığına karar verdi. Bu esnada, Ergenekon ve Balyoz gibi siyasi davalar yoluyla AKP hükümeti “derin devlet”i tasfiye ediyor izlenimi vermekteydi. Ama hiçbir derin devlet mensubu hakkında bu suikastle ilgili soruşturma yürütülmedi. Halen de yürütülmüyor.
Dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bozulduktan ve Türkiye mahkûm olduktan sonra yeniden açıldı ve 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra hız kazandı. Bu kez Gülen cemaati mensubu ve zaten darbe davasından tutuklu bulunan birkaç kamu görevlisi de sanık listesine dahil edildi.
Linç ve cinayet sürecinin düğmesine, anaakım medyanın amiral gemisi tarafından basılmıştı. Şimdi aynı yerden sürecin sonuçlandırılarak dosyanın kapanmasının istendiği ortada. Hürriyet ve Odatv’den savrulan “uyarılar” bu çerçevede okunduğunda anlam kazanıyor. Hrant’ın arkadaşlarına göre bu cinayet, hem “derin” hem de “paralel” devlete mensup yetkililer ve şahsiyetler ile adı henüz soruşturmalara girmemiş daha da “yukarısı” arasında bir “konsortiyum” ya da konsensüs sonucu gerçekleşmiştir. İşin içinde devletin gayrımüslim yurttaşlara karşı yürüttüğü sistematik tavrın da payı büyüktür. İşte “Hrant’ın arkadaşları” bunlar ve bu nedenle “katili beğenmiyorlar.”