“Belgrad’ın tam ortasında, onları gördüm. Öylece duruyorlardı. Ellerinde savaş karşıtı dövizlerle sessiz, hareketsiz, tepkisiz bir saatlik eylemleri sırasında meydandaki insanların nefretle bakışını görebiliyordunuz. Hakaretleri duyabiliyordunuz. Onlar, toplumlarının, ülkenin ‘hain’leriydi. Hatta oradan geçmekte olan bir kadının öfkesini tükürükle kustuğunu gördüm. Şaşırtıcı olan yüzüne kocaman bir tükürük yemiş olan kadının hiç tepki vermemesiydi. O, okkalı tükürüğün yanağından aşağı yavaş yavaş süzüldüğünü görebiliyordum. Yüzünü silmek için bile kımıldamadı. Tükürene bakmadı. Cevap vermedi. Eylem bittikten sonra nedenini sordum.
‘Tepki versem onun nefretini görmüş olurdum. Oysa ben nefreti görerek çoğaltmayı değil yok sayarak yok etmeyi istiyorum’ demesi çarpıcıydı.”
Kosova Kadın Ağı’ndan Igballe Rugova, ‘Siyah Giyen Kadınlar’la ilk tanışmasını böyle anlatıyor. Srebrenitsa Katliamı’nın her yıldönümünde, o hüzünlü ‘Ölüm Yürüyüşü’nde gördüğümüz kadınlar onlar ve yukarıda anlatılan sahne, Sırp faşistlerinden gördükleri şiddetin yüzde biri bile değil.
Bizim adımıza öldürmeyin!
Ekim 1991’de kuruldu ‘Siyah Giyen Kadınlar’ platformu. Sırbistan’ın cesur kadınları! Anti-militarizm, anti-faşizm, feminizm, eşcinsellik… Gözünü kan bürümüş erkekler ve ırkçılar dünyasında ne kadar ‘suç’ varsa hepsini daha en baştan üstlenmişlerdi! 91’den 95’e kadar, savaş boyunca her çarşamba şehir meydanında siyahlar içinde sessizce durdular. İlk ekipten Lepa Mladjenovic, “Sloganlarımızdan biri, ‘kendi kendinizi aldatmayın’dı. Kendi otorite figürlerinizin, yani babanızın, kocanızın, siyasî liderlerinizin ya da tanrınızın sizi kandırmasına izin vermeyin” diyor.
Bosna kuşatmasının ardından ortaya çıkan manzara korkunçtu! Sadece Saraybosna’da binlerce sivil öldürülmüştü, Srebrenitsa ise ayrı bir felaketti ve bu kez eylem unutma ve unutturmaya karşı bir ivme kazandı.
Beden, siyah ve sessizlik
“Protestolarımızın çoğunda üç sembol kullanıyoruz: beden, siyah renk ve sessizlik” diyor hareketin kurucularından Stasa Zajovic, “Vücudumuzu fiziksel bir varlık yaratmak için kullanırız, böylece göz ardı edilemez oluyoruz. Yas rengi olarak siyah giyiyoruz. Sessizliği protesto ediyoruz, sessizlik görüşlerimizi ifade etmenin en güçlü yoludur.”
Bu süreçte, çok sayıda uluslararası barış ağının aktif üyeleri oldular ve UNIFEM’den Milenyum Barış Ödülü ve bir dizi Nobel Barış Ödülü adaylığı dâhil olmak üzere uluslararası alanda tanındılar. Hareketin Sırbistan genelinde 20 farklı kentte üyesi bulunuyor.
Ama ırkçıları asıl öfkelendiren Srebranitsa kurbanları ile gösterdikleri dayanışma oldu. “Srebrenitsa kadınları ile ilk tanışmamız Ekim 1995’te Tuzla’daydı. Bizim adımıza işlenen zulümleri affettirmek ve bir arada yaşama ağını örmek istedik” diyor Zajovic. Potocari’deki Srebranitsa anmasına katılmaları önceleri Sırp polisi tarafından engellendi ama sonra aştılar engeli ve 2002 yılında, Siyah Giyen Kadınlar toplu olarak Potocari’deki anma törenine katıldılar ve sonraki yıllarda bu devam etti. Bu arada soykırımla ilgili bütün mahkemelere katıldılar. Sürekli olarak, başta Srebrenitsa olmak üzere, Sırbistan’ın işlediği suçlarını kabul etmesi ve suçluların cezalandırılmasını talep ettiler.
Bununla da yetinmediler, Filistin’den Suriye’ye kadar her yerdeki savaşlara ve sivil kıyımlarına karşı eylemler geliştirdiler.
Dayanışma her şeyin başı
Kurbanları yalnız bırakmamayı her zaman çok önemsediler. Eylemcilerden Mariya Perkoviç’e göre bu, kurban ailelerin fiziksel olarak da yanında olmak anlamına geliyor. Doğrudan temas ve dayanışma ağları da kuruyorlar savaş kurbanlarıyla.
Srebrenitsa kurbanlarının aileleriyle ilk karşılaşmaları zor oluyor. “Bizim için ağır bir durumdu” diyor Perkoviç, “Saldıran bir ülkeden geldiğinizde karşı tarafın sizi nasıl karşılayacağını, ne söylemeniz gerektiğini bilmiyorsunuz. Vatandaşlığınızın ağırlığını taşıyorsunuz, Almanya vatandaşlarının şu an bile yaşadıklarına benzer bir durum: ‘Deden İkinci Dünya Savaşı’nda neredeydi?’ gibi…” Ama acı birleştiriyor onları, giderek kaynaşıyorlar ve bu ırkçıları iyice çıldırtıyor. Çok kez saldırıya uğruyorlar Sırbistan’da, sokak eylemlerinde ‘fahişelikle’, ‘vatan hainliğiyle’ suçlanıyorlar, dövülüyorlar. Zajovic “Sırbistan’dan bazı sivillerin de soykırım mağdurlarını anabileceğini düşünemiyorlar” diye yakınıyor ama eylemleri de sürdürüyorlar.
Sadece savaş değil, homofobi, kadın düşmanlığı, ırkçılık… “İnsan hakları hiyerarşisi olması gerektiğine inanmıyoruz. Eğer bir baskıya karşı savaşırsak, her türlü baskıya karşı da savaşmalıyız” diyor Zajovic.
Soykırımın 20’inci yılında şöyle seslenmişlerdi kendi ülkelerine: “Aynaya bak Sırbistan! Bak ve Srebrenitsa’yı gör”
Şimdi, 29 yıl geçti katliamdan bu yana ve yine haykırıyor onlar. Bıkmadan, usanmadan: Aynaya bak Sırbistan!
Keşke örnek alınsa, bizde ve her yerde…
Arif Mostarlı