Kongre sürecine dair değerlendirmelerde bulunan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, ‘Faşizme teslim olmadık, kurumsallaşmasını engelledik ve gerilettik. Şimdi de bu sistemden kurtulmak gibi bir hedef koyduk önümüze’ dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), 31 Mart yerel seçimlerinden sonra yerellerden başlattığı örgütlenme, kadın ve gençlik konferanslar süreci, 24-25 Ocak’ta merkezi konferansla tamamlayacak. Konferansların ardından 23 Şubat’ta gerçekleştirilecek 4’üncü Olağan Kongre hazırlıklarını ve sürece dair Mezopotamya Ajansı’ndan Özgür Paksoy’un sorularını yanıtlayan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, üçüncü yol hattı üzerinden yürümeye devam edeceklerini söyledi.
Partiniz 31 Mart yerel seçimlerin ardından kongre hazırlıkları kapsamında kadın ve gençlik gibi bir dizi konferans gerçekleştirdi. Kongreye giderken HDP nasıl bir döneme giriyor?
Her zaman olduğu gibi büyük kongremize gitmeden önce büyük konferansımızı gerçekleştiriyoruz. 24-25 Ocak’ta bir konferans olacak ama büyük konferans süreci aslında bir yıldır devam ediyor. Nasıl derseniz; Ağustos 2019’da 1. Örgütlenme Konferansı gerçekleştirdik. Ondan önce örgütlenmeye yönelik 4 aylık saha çalışması yapıldı. Hem bölgesel hem yereller hem de ön çalışmasıyla çok önemli bir konferanstı. Ondan sonra da Aralık vermeden büyük konferans hazırlıklarına başladık. Çok önem verdiğimiz bir konferans düzenliyoruz. Geçmiş konferanslarımız gibi.
En temel meselemizden biri, HDP fikriyatını hem toplumsal düzlemde hem parti düzleminde örgütlemek. Bu fikriyatın örgütlenmesi, HDP anlayışının örgütlenmesi gibi bir hedef koyduk önümüze. Bunun politik örgütsel hattını örmek gibi bir sorumluluğumuz var. Konferansın bir ayağı bu. Dolayısıyla HDP kongreleriyle beraber bugüne kadar geldiği süreci artık siyasetin toplumsallaşması anlamında bir örgütsel alana çekiyor. Topyekûn bir örgütlenme dönemi diyoruz. Birincisi; savuna geldiğimiz tezlerimizi, iddialarımızı, fikirlerimizi toplumsal zeminde örgütleyeceğiz. İkincisi; bu konferans bize özellikle programımızı güncel siyasetin ve önümüzdeki dönem siyasetinin ışığında gözden geçirme, güçlendirme olanağı da tanıyor. Bu anlamıyla konferansı ele alıyoruz. Bugüne kadar var ede geldiğimiz siyasete daha artık daha bütünlüklü, daha güçlü bir şekilde ifade etme olanağımız olacak.
Üçüncüsü ise her konferans ve kongre önündeki iki dönemi öncelikle hedefler. Orta ve uzun vadeli perspektiflerini yeniler. Ve bir yol haritası çıkartır. Böyle bir yol haritasını da çıkartma amacındayız. Bu yol haritası da bugüne kadar direnerek geldik, faşizme teslim olmadık, faşizmin kurumsallaşmasını engelledik, gerilettik. Şimdi hem bu sistemden kurtulmak hem iktidarı değiştirmek hem de Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından güçlü bir seçeneği yaratmak gibi bir hedef önümüze koyduk. Bu üçüncü yol olarak tarif ettiğimiz bu yolda güçlü bir yürüyüşü hayata geçirmek istiyoruz.
İktidar değişmeli dediniz. Nasıl olacak?
Her şeyden önce bugün içinde bulunduğumuz sistemle Türkiye yol alamaz. Yerel demokrasiyle güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme geçmek. Demokratik bir anayasa yapmak, toplumsal mutabakatı sağlamak, toplumsal örgütlülük dediğimiz aslında bir yerde toplumsal mutabakatı sağlamaya yönelik bir hamledir. Tüm bunları yapabilmek için iktidarı değiştirmemiz lazım. Bu iktidarı nasıl değiştirebiliriz? Bu iktidarı değiştirmenin yolu demokrasi ittifakını toplum nezdinde güçlendirip, üçüncü yol üzerinde ortaklaşmayı sağlayıp, iktidarı değiştirmek. Tabii ki demokrasi ittifakı bu anlamıyla önemli bir belirleyen olacaktır.
Bölge konferanslarınızda ciddi birçok tartışma alanı vardı. Öne çıkan başlıklardan biri de HDP’nin değiştirme gücüne dairdi…
Değiştirme gücümüz var. Potansiyel olan bu gücü fiiliyata geçirmemiz lazım, harekete geçirmemiz lazım. Toplumu bu anlamda harekete geçirmek lazım. Öncü olmak gerekiyor. Bir yandan demokrasi ittifakı için müzakere zeminlerini, toplumsal mutabakat zeminlerini yaratırken, bir yandan da değiştirici ve dönüştürücü gücü harekete geçirmek, mücadeleyi yükseltmek gerekiyor.
HDP misyonunu yeterince oynuyor mu?
Evet, bugüne kadar bu misyonu, sorumluluğu yerine getirmeye çalıştı. Tabii ki eksiklikler oldu, tabii ki bu süreçte bütün bu yönelimler, baskılar, şiddete rağmen ayakta durmak önemli ama zaman zaman kendinden bekleneni de yerine getirmemiş olabilir. Bütün geride bıraktığımız bütün bu dönemi, ben sağlıklı bir şekilde okuduğumuzu ve buradan çıkardığımız derslerle önümüzdeki dönemi ördüğümüzü söyleyebilirim. Bu iddia olarak ortaya koyduğumuz konularda, şimdi sorumluluğumuz daha da büyümüştür. Bu misyonu da yerine getirmeye talibiz.
Erken seçim çağrınız toplumsal dinamiklerde nasıl bir karşılık buldu?
Öncelikle diğer bütün partiler kendince bir hesabın peşinde. Dolayısıyla seçimi de bu hesabın içinden okuyorlar. Bir kere bir muhalefet partisi tabii ki seçim ister. Ama herkesin kendince hesabı var diyebiliriz. Esas bizim erken seçim çağrılarımız toplumda karşılığını buldu. Toplum bu iktidardan kurtulmak istiyor. Emekçilerde, emeklilerde, engellilerde, kadınlarda, halklarda, Alevilerde karşılığını buldu. Toplumun bütün önemli kesimleri erken seçim çağrımıza aslında olumlu yanıt verdi. Çünkü bu sistemle gitmiyor. Her geçen gün herkesin hayatı daha da kötü hale geliyor. Ne savaş politikalarından kurtulabiliyoruz ne iktisadi sorunlardan çıkabiliyoruz ne şiddet ortamı son buluyor. Demek ki bu iktidar yönetemiyor, yönetemedikçe ülkeyi çok daha kötü yerlere sürüklüyor. İktidar değişmeli.
Erken seçim çağrıları o yüzden toplum nezdinde çok çok önemli bir karşılık buldu. Hatta son yapılan kamuoyu yoklamaları da bunu gösteriyor. AKP-MHP bloğu ciddi anlamda gerilemiş durumda. AKP’nin zaten tek başına iktidar olma şansı yoktu, bundan sonra hiç yok. AKP’ye olan desteğin ne denli eksildiğini görmek için zaten uzun süredir devam eden AKP’den kopuşlara bakmanız mümkün. İçinden bile iki parti çıkıyor. Ciddi bir meşruiyet tartışması var. Zaten 24 Haziran genel seçimlerinin meşruiyeti hep sorgulana geldi. Meşru olmadığı kanıtlanmış bir seçim sonucudur. O günden bugüne bir buçuk yıllık bu sisteme dönüp baktığımızda iyicene meşruiyetini yitirmiş, toplumda karşılığı kalmamış. Bütün göstergeler bunu ortaya koyuyor. Bütün topluma dönüp baktığımızda böyle bir beklenti var. Dolayısıyla karşılığını bulmuştur.
Parti olarak olası bir seçime hazır hissediyor musunuz?
Şimdi önemli olan şu; seçimi beklemek değil, seçim sürecini örgütlememiz lazım. Nasıl bir seçim ve nasıl bir seçim sonucuna ulaşmak istiyorsak, seçime kadar geçen süreçte o rolü, misyonu oynamak zorundayız. HDP buna öncülük yapacak ama toplumun demokrasi ittifakı artı nerelerde mutabakat? Çünkü seçimden sonra bir geçiş programı söz konusu olacaksa, bu geçiş programını yürütecek bir hükümet çıkartacaksak ortaya, onun mutabakat zeminlerinin örülmesi lazım. Bir demokratik anayasa talebi var ortada. Bu demokratik anayasayı hayata geçirmek, yerel demokrasiyi güçlendirmek, parlamenter sistemi geri getirmek, bugün yargı meselesinin çöktüğü durumda yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yeniden inşa etmek, hukuk devletini var etmek, anayasal bir devlet anlayışında eşit yurttaşlık temelinde buluşmak. Saydığınız zaman belki 10 madde, 15 madde üzerinde bir mutabakatı örgütlemek.
Bu sadece bir mutabakat sözleşmesi yapmakla da sınırlı değil. Toplum buna kendisini hazırlamalı. Toplum kendi içinde fiili olarak müzakere süreçlerini yaratmalı. Bunu hayta geçirecek bir gücü örmeli. Bu da bugün ki iktidara karşı mücadele demektir. Mücadele ve müzakere kol kola yürümeli. Bu diyalektiği sağlayabilmeliyiz. Giderek sinmiş bir toplumu, aslında seçim sonuçlarını, seçim toto oynayan bir hale getirirsin. Hayır, bunu istemiyoruz. Toplumun topyekûn itirazını ayağa kaldırmak, örgütlemek, birlikte değiştirip dönüştürmek istiyoruz.
Bir yandan partiniz üzerindeki baskılar bitmek bilmiyor…
HDP zaten umuttur. Umudun partisidir. Umut öyle hayali bir şey değil. Bugün ülkeyi ne değiştirir ne dönüştürür? Bu anlayıştan bu ülkeyi ne kurtarır diye sorduğunuzda, HDP’nin ortaya koyduğu siyaset ve mücadelenin bu anlamda ne kadar önemli olduğu herkesçe hakkı teslim edilen bir şey. Dolayısıyla umudu yaratan bu. Umut bir ham hayal değildir bizde. Umut yaratılmış bir şey, bir seçenektir. Üçüncü yol dediğimiz budur, demokratik anayasa, demokratik cumhuriyet dediğimiz budur. Toplumun aslında bazen dile getirdiği bazen getirmediği ama beklentisi bu yöndedir. Dolayısıyla HDP’nin kendisi umuttur. Önemli olan bu umudu hayata geçirmektir. Bu yüzden çabalarımız var.
Diğer taraftan evet çok saldırı var. Yönelim çok. Gözaltılar, cezalar, sürgünler… Karşı karşıya kaldığımız şiddet çok ciddi boyutlardadır. Bazen bunun anlatılması bile güçtür. Bırakın tahmin edilmesi ve gözlemlenmesini. İşte medyayı izliyorsunuz, medya ambargosunu. Medyada algı yönetimini, bizzati şiddetin medya diliyle yaratıldığı, kışkırtmanın ortada olduğu bir süreci izliyoruz. Ama bu bile HDP’nin ne denli umut olduğunu bize gösteriyor. Bu umudur öldürmek, yok etmek için topyekûn iktidar ve etrafındaki aparatlar geçmiş durumda. Eğer HDP umut olmasa, bu gücü olmasa, HDP’yi bu kadar konuşurlar mı? Onlarda biliyorlar ki; değiştirici dönüştürücü HDP’dir, umut HDP’dir. O yüzden ellerinden geleni artlarına koymuyorlar ve ardı arkası kesilmez bir saldırı programını ayakta tutmaya çalışıyorlar. Bunu yaptıkları sürece de çözülüyorlar, çöküyorlar, bunu yaptıkları sürece HDP güçleniyor ve büyüyor.
Güncel bir konuyla devam edelim. Eski Eş Genel Başkanınız Selahattin Demirtaş’ın öykülerinin sahneye taşınması Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı gibi iktidar tarafını rahatsız etti. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Acze düşmüşler, aciz içindeler. O denli aciz içindeler ki; tiyatroya bile neredeyse topla, tüfekle saldıracaklar. Bu denli acze düşmüşler. Böyle bir tiyatro oyununa bile, akla hayale gelmeyecek saldırı, akla hayale gelmeyecek senaryolar üreterek yaklaşma söz konusu. Bir; olay bir sanat olayıdır, Demirtaş’ın bir eserini okuma tiyatrosudur. İşin bir sanat boyutu var. Dolayısıyla sanatçı arkadaşları kutluyorum.
İki; bir dayanışma var. Demirtaş’la dayanışma, özellikle kadınların ön planda olduğu ve gerçekleştirdiği bu dayanışma önemlidir. Çünkü ortada çok büyük bir adaletsizlik var, hukuksuzluk var. Bu adaletsizlik, hukuksuzluk çok yaygın bir şey. Hem Demirtaş üzerinde hem Demirtaş’a bağlı olarak birçok demokratik siyaseti savunan insanlar üzerinde. Bütün toplum itirazını yükseltmeli, bu konuda dayanışmaya girmeli. Bu hem Demirtaş özelinde bir dayanışma ama aynı zamanda bütün yaratılmış olan bu siyasi kırıma karşı bir mücadele anlamında dayanışmadır.
Üçüncüsü de siyaset. Bu demokratik bir demokrasi ittifakı meselesi değil ki. Demokrasi ittifakı orada o şekilde değil. Demokratik ittifakı toplumun bizzati en temelinde, bütün toplumsal yapıdaki hareketlerle mümkün olabilecek bir şey. Bizim tezimiz bu. Biz orada herhangi bir parti ile yan yana gelerek, bir demokrasi ittifakı görüntüsü verme amacında değiliz. Zaten böyle bir derdimizde olamaz. Çünkü biz ittifak anlayışımız çok nettir. 31 Mart’ta ittifak yaparken gidip bir partiyle pazarlık yaparak ittifak yapmadık ki. Biz mücadeleyi açığa çıkardık. Kimsenin gündeminde daha yerel seçim yokken, biz strateji çalışmalarına başlayıp, bunu mahalle mahalle, sokak sokak örgütleyip getirmişiz. Bir gece oturup da bir partiyle pazarlık yapıp yol almış bir parti değiliz. Hiçbir bloğun içerisinde de yer almamışız.
Bilinen, sevilen ve önemli bir sanatçıya “Kadir efendi” diyerek parmak sallamak…
Siyaseten tükenince diliniz de ister istemez daha fazla öfke dili, şiddet dili, nefret söylemiyle hareket eder. Öyle de oluyor. Hakaretler; HDP’ye hakaret, Demirtaş’a hakaret, Kadir İnanır’a hakaret, oraya giden herkese hakaret. Bütün bunlar aslında kendi pespaye siyasetlerini göstermekten başka bir şey değildir. Nitekim sonuçta budur. Siyaseten bakmamız gereken, iktidarın siyasetsizliğidir. Yoksa orada bir siyaset üretmeye çalışmak beyhude bir çabadır. Biz siyaseti sokakta yapıyoruz, halkımızla beraber, halklarımızla beraber, emekçilerle beraber yapıyoruz. Hiçbir zaman siyaseti bir pazarlık masasına yatırmadık, yatırmayacağız da. Bu konuda herkes çok rahat olsun.
Dersim’de bir süredir dikkati çeken gelişmeler yaşanıyor. Gülistan Doku kayıp, Pertek’te çocuk tecavüzü, 3 uzman çavuşun bir kadına tecavüzü… Kente dair ayrıntılı bilgiye sahip misiniz. Neler oluyor?
Bunun en özet yanıtı: İnsansızlaştırma. Dersim siyasetini yok kılmak. Dersim tarihi boyunca özgün siyaset, özerk siyaset var ede gelmiş bir yer. Devletin de her zaman özel operasyonlarının merkezi olmuştur. Bu da böyle bir şey. Tabii ki taciz ve tecavüz kendi özelinde değerlendirilebilir ama bunun bir parçası olduğunu da unutmamak lazım. İnsanları kaybetme, insanlara taciz ve tecavüzle yönelme, her türlü yasadışılığı meşrulaştırıp, bizzat devletin kolluk güçleri eliyle hayata geçirilmesi, insanlara dayatılması, Dersim özelinde fotoğrafı ortaya koyuyor. Fakat bu sadece Dersim’le sınırlı değil. Türkiye’nin her yerinde buna benzer vakaları görüyorsunuz.
İlginç bir şey; AKP’nin son 10 yılına baktığımızda bu tür vakaların ne kadar çok olduğunu görürsünüz. Ne kadar yoğun olduğunu görürsünüz. Bu devleti yöneteme halinin de devletteki bu içi boşluğun da devletin de bu anlamda giderek daha zorbalaştığının da göstergesidir. Düşünün orada bir kayıp vakası var, arama tarama çalışmalarına bile, emniyet güçleri 10. gün katılıyor. On gün, ikinci gün değil. Bir makul süre vardır, arama çalışmalarına 24 saat sonra başlanır derler. 10 gün geçmiş, lütfen arama çalışmalarına katıldığı haberleri geçiyor. Bu topluma, halka, özelde Dersim’e nasıl yaklaşıldığının bir göstergesidir.
İdlib kaynıyor, Libya keza öyle. Bunu konuşurken, Cumhurbaşkanı Erdoğan Libya Zirvesi’ne gidiyor. Türkiye’nin dış politikası ne durumda?
Türkiye’nin bir dış politikası yok. İç politikasına uygun bir dış politika arayışı var. İçeride bu iktidarı sürdürebilmek, iktidarın bekasını sağlayabilmek için hem ülkenin bekasını karanlığa sürüklüyor hem de bütün hinkarnatı dediğimiz çevresinin. Suriye bunun en önemli göstergesidir. Afrin’den başlayan, Serêkaniyê, El-Bab, Girê Spî… Bütün buralardaki meseleyi toptan okuduğunuzda, aslında hem ülkeyi hem de Suriye’yi nasıl bir felakete sürükledikleri ortada. İdlib bunun son örneği. Şimdi kalkmış İdlib’teki dramdan söz ediyor. İdlib’in müsebbibi sensin. Suriye’nin bu hale gelmesinin müsebbibi sensin. Suriye’deki iktidar yanlış yapıyordu, İktidara karşı ancak ve ancak bizim yapabileceğimiz şey Suriye’de demokratik çözümü desteklemek ve onun önünü açmak olacak.
IŞİD çeteleriyle iş birliği yaparak hem Suriye rejimine hem orada IŞİD’e karşı mücadele veren güçlere karşı Türkiye’nin izlediği politikaya, politika denmez. Bu çözümsüzlükten beslenen, saçma sapan hayaller peşinde koşan bir iktidarın ne tür felaketlere yol açtığını gösterir. Aynı şey Irak’a baktığınızda da görürsünüz. Irak Kürt Federe devletinin önünü açmak, desteklemek yerine, referandumda bile aldığı tavır, bunu gösterir. Başur adeta bir operasyon mıntıkası. Sürekli olarak harekat, harekat, harekat… Farklı farklı isimler veriyorlar. Dolayısıyla orada kalıcı bir barışı var etmek, o Federe yapının gerçek anlamda demokratikleşmesine katkı sağlamak yerine, bildiğim kadarıyla 23 tane üs kurulmuş durumda. Belki sayı artmıştır. Şimdi bunlar yetmedi, Libya seferi başladı. Resmen bu zihniyetle, kendisi de söylüyor, fetih. Akıl böyle çalışınca, zihniyet bu olunca, etrafa, içerideki o şiddet aklının sınır dışına taşındığından başka bir şey görmüyoruz.
Çözüm nedir?
Savaş arıyor sürekli. Nerede bir gerilim ortamı varsa, orada bir uzlaşı zemini varsa, onu yok eden, oraya çeteler eliyle istikrarsızlığı ve çatışmayı sürükleyen, bizzat müdahale eden bir ülke görüntüsündeyiz. Yunanistan’la keza aynı. Bütün çevresine baktığınızda, Türkiye’nin dış politika olarak belirleyeceği yegane şey, çevresine istikrarsızlıktır, kaostur, şiddettir. O yüzden Türkiye bu dış politikadan kurtulmalıdır. Biz Türkiye’nin dış politikasını, öncelikle kendi hinterlandını hedef alan, topyekûn bir demokratikleşme çerçevesinde ele alan bir politika öneriyoruz.
Türkiye’de demokrasi, çevresinde demokrasi. Türkiye’de barış, çevresinde barış. Bununda yolunun Ortadoğu’da Kürt barışından geçtiğini, Kürt meselesinin çözümünden geçtiğini biliyoruz. Bunun da yolunun, Akdeniz ve Ege’de barışçı bir çözümden geçtiğini düşünüyoruz. Kıbrıs meselesinden Yunanistan meselesine. Bunun da yolunun Karadeniz’de ortak, barışçıl, demokratik adımdan geçtiğini düşünüyoruz. Türkiye bütün çevresi açısından önemli bir ülkedir, kritik bir ülkedir, dönüştürücü güce sahiptir. Fakat bu güç AKP gibi ittihatçı zihniyetin elinde hem kendi çevresine zulmü şiddeti dayatıyor hem de ülkede büyük bir çöküntü yaratıyor.
Bundan çıkmak lazım. Ama meseleye nasıl yaklaştığımız önemli. Yerel demokrasi derken bununla alakası var. Parlamenter sistem derken bununla alakası var. Barış meselesi derken bununla alakası var. Bunları bütünlüklü ele almak lazım. Hem iktisadi olarak hem siyasi olarak hem de toplumsal olarak. Dolayısıyla Türkiye’nin ve bugün ki iktidarı dar görüşlülüğü, kısır hesapları, çıkar hesapları üzerinden yol almak mümkün değil. Ortadoğu’nun dünya siyasetinin merkezi olduğunu dile getiriyoruz. Küresel siyasetin merkezi Ortadoğu’dur, bu merkezin en temel derdi Kürt meselesidir. Kürt meselesine bugün emperyalistlerin yaklaşımıyla, emperyal heveslerle, Kürtleri düşmanlaştırıp yok sayarak çözmeniz mümkün değil. Tam tersine çok daha ciddi sorunlara sürüklenmeniz mümkün.
Bakın Libya, Ortadoğu’daki bu meselelere bağlı olarak gelişiyor. Eğer Suriye meselesi bu şekilde olmasaydı, Libya böyle olmayacaktı. Şimdi o çetelere yer aranıyor. Kendisine savaş arıyor, Rusya ve ABD ile pazarlıkta elini güçlendirmek için ya da kendi konumunu koruyabilmek için bir Libya meselesi karşımızda. Ben iddia ediyorum; bu gidişat böyle devam etsin, Libya bitsin, yeni bir yer karşımıza çıkabilir. Bunun adı Tunus mu olur, bunun adı Mısır mı olur? Çünkü o ihvancı aklı sürekli olarak ihraç ediyor. Bunu durdurmamız lazım.