2020’nin başında, Türkiye’nin Libya’da bir askeri operasyona girişme restiyle birlikte bu ülke geniş Ortadoğu’nun sıcak noktalarından biri haline geldi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 5 Ocak’ta, Türkiye’nin Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne (UMH) destek için asker gönderdiğini duyurdu. Türk askerleri doğrudan çatışmaya katılmayacak bunun yerine bir operasyon merkezi kuracak ve operasyonları koordine edecekti. Erdoğan, “şu anda muharip güç olarak bizim orada farklı ekiplerimiz olacak” dedi. Bu askerlerin tam olarak kimler olacağını söylemedi ama açık ki Türkiye destekli Suriyeli militanlardan ve Türkiye bağlantılı özel askeri şirketlerden söz ediyordu.
Ankara, Türkiye-yanlısı Suriyeli militan grupların Libya’ya yerleştirilmesini Aralık 2009’da başlatmıştı. Şimdiye kadar Türkiye destekli 600 Suriyeli savaşçı Libya’ya ulaştı. Medyaya yansıyanlara göre, resmi olarak gönderilen Türk askerleri, askeri danışmanları, teknisyenleri, elektronik harp ve hava savunma uzmanlarını içeriyor. Bunların toplam sayısının da 40-60 personel olduğu tahmin ediliyor.
Erdoğan’ın açıklamalarından bir gün sonra, UMH’nin Sirte’deki savunması çöktü ve hasmı, Libya Ulusal Ordusu (LUO), kasabanın kontrolünü ele geçirdi. Sirte’deki UMH yanlısı kimi birimler açıkça saf değiştirip silahları ve 6 zırhlı araç dahil askeri teçhizatlarıyla birlikte LUO’ya katıldı. Sirte’nin kaybıyla birlikte UMH’nin elinde resmen yalnızca iki büyük kent, Trablus ve Misrata kaldı. Misrata ve buradaki birlikler aslında UMH bayrağı altında hareket eden yarı-bağımsız bir aktör.
7 Ocak’tan, tarafların Türkiye ve Rusya devlet başkanları tarafından ortak bir açıklamayla önerilen geçici ateşkesi kabul ettiği 12 Ocak gününe kadar, LUO, Trablus çevresinde ve Sirte’nin batısında UMH güçlerine karşı operasyonlarını sürdürdü. UMH’nin, General Halife Hafter güçlerine karşı savaşta üstünlüğü ele geçiremeyeceği bir kez daha görülmüş oldu.
UMH, Kasım’da imzalanan bir askeri işbirliği anlaşması çerçevesinde, 26 Aralık 2019’da resmen Türkiye’den “hava, kara ve denizden” askeri desteğini talep etmişti. 2 Ocak 2020’de TBMM, Libya’ya asker gönderme tezkeresini onayladı. Bu hamle sahadaki durumda stratejik bir değişiklik yaratmadı. Resmi başvurudan önce Ankara zaten çatışmaya müdahildi. Trablus ve Misrata çevresine, BMC Kirpi zırhlı araçları, Bayraktar TB2 silahlı insansız hava araçları sahil olmak üzere çok sayıda silah ve askeri ekipman ile UMH güçlerini destekleyecek teknisyenler ve eğitmenler göndermişti.
Türkiye’nin desteğinin sınırları
Türkiye askeri tedarikleri artırabilir, daha fazla özel askeri birim, askeri danışman ve özel kuvvetler gönderebilir ama Rusya’nın Suriye’de Esad yanlısı güçlere verdiği doğrudan hava desteği gibi bir destek sunacak şekilde kendi hava kuvvetlerini yerleştirebileceği güvenli bir yere sahip değil. Libya topraklarının yaklaşık yüzde 90’ı LUO kontrolünde. Trablus ve Misrata havaalanları LUO’nun menzilinde. Tunus, Cezayir, Nijer, Çad ve Sudan çatışmada doğrudan bir rol almayı reddediyor ve kendinden menkul KKTC ise çok uzakta. Birleşik Arap Emirlikleri ve Rusya’nın yanı sıra Mısır da LUO’yu destekliyor. Bu nedenle askeri mevzilenmenin olanağı yok.
Türkiye’nin uçak gemisi yok. TCG Anadolu amfibi hücum gemisi bir hafif uçak gemisi olarak kullanılabilir ancak bu savaş gemisi de henüz faaliyete hazır değil. Ankara’nın çatışma alanına yakın bir şekilde konuşlandırmadığı kendi uçaklarını tehlikeye atmadan UMH’ye kapsamlı bir hava desteğini nasıl vereceği belirsiz.
Türkiye UMH’ye destek için bir deniz görev kuvveti gönderebilir. Bununla beraber, Mısır, Kıbrıs, Birleşik Arap Emirlikleri ve Yunanistan’ın böylesi hamlelere karşı olduğu düşmanca politik atmosfer dikkate alındığında, bu hareket riskli olur. Ayrıca, bu konuşlanma, Türk nüfuzunun genişlemesini, petrol işi başta olmak üzere kendi hayati ekonomik çıkarlarına bir tehdit olarak gören Fransa ve İtalya gibi diğer NATO üyelerinin de çıkarlarına ters düşecektir. Libya kıyılarına yakın savaş gemileri, modern gemi-savarlarca tehlikeye düşecektir. Yemen’deki Husiler tekrar tekrar gösterdiler ki füzeler teknolojik açıdan ileri bir düşmana karşı oldukça etkili olabiliyor. En kötü durum senaryosunda, Türk donanması ciddi kayıplar verebilir ve bu risk görmezden gelinemeyecek maddi bir karşılığı olan gerçek bir risktir.
Bir diğer uzak ihtimal de amfibilerle çıkarma yapmayı gerektirecek büyük çaplı bir kara operasyonudur. Türkiye’nin bazı çıkarma gemileri var ve bunların en büyükleri iki Bayraktar amfibi çıkarma gemisidir (deplasman: 7254 ton). Ayrıca Osman Gazi çıkarma gemisi (3700 ton), iki Sarucabey çıkarma gemisi (2600 ton) vardır. Diğer çıkarma gemileri aktif olsalar bile miadını doldurmuş durumdadır. Karmaşık diplomatik ortam ve LUO’nun böylesi bir durumu engellemek için her türlü araç ve önleme başvuracağı dikkate alındığında, 5 modern çıkarma gemisiyle yapılacak bir operasyon, operasyona katılan Türk güçlerini tehlikeye atacaktır.
Ne olabilir?
Bu koşullarda, Türkiye’nin askeri operasyonuna ilişkin en muhtemel senaryo şudur:
•Sınırlı sayıda uzmanın konuşlandırılması;
•Özel askeri şirketlerin devlet tarafından görevlendirilmesi;
•Türkiye yanlısı vekil güçlerin Suriye’den Libya’ya aktarılması;
•Ankara’nın hayati çıkarlarını güvenceye almaya ve LUO’nun Trablus’u ele geçirmek üzere düzenleyeceği bir son hamleyi önleyecek bir politik çözüm bulmaya yönelik diplomasi ve medya kampanyası. Türkiye, Libya’yı bir tutanak noktası, deniz sınırlarına ilişkin UMH ile imzalanan protokolü de Doğu Akdeniz’deki ulusal çıkarlarını güvence altına almak için gereken çekirdek unsur olarak görüyor.
Ankara’nın yaptığı da tam olarak budur. 8 Ocak’ta, Türk ve Rus devlet başkanları ortak bir açıklama yayımlayarak Libya’da 12 Ocak gece yarısı itibariyle yürürlüğe girecek bir ateşkes çağrısında bulundular. Ortak açıklamada Libya’daki kötüleşen duruma ve onun Libya’nın geniş çevresinin, yani bütün Akdeniz bölgesi ve Afrika’nın güvenlik ve istikrarı üzerinde, düzensiz göçün tetiklenmesi, silahların, terörizmin ve uyuşturucu kaçakçılığı da dahil olmak üzere diğer yasa dışı faaliyetlerin daha da yayılması gibi negatif etkilerine vurgu yapılıyor ve çatışmayı dindirmek üzere politik diyaloğun sürdürülmesi çağrısı yapılıyordu. LUO ilk başta ateşkes inisiyatifini reddetti ama sonra kabul etti. Bu, LUO’nun kilit destekçilerinin Türk ve Rus liderler tarafından önerilen format üzerinde anlaştığına işaret. 13 Ocak’ta UMH, LUO ve Türkiye delegasyonları daha geniş bir ateşkes anlaşması üzerine görüşmeler için Moskova’ya gitti. Anlaşmaya varılamadı ve Trablus yakınlarında çatışmalar 14 Ocak’ta devam etti.
Rus ve Türk çıkarları derinlemesine iç içe girmiş durumda. Kimi uzmanlar Libya çatışmasına dair çelişkilerin, Ankara ve Moskova arasındaki camdan dostluğu tuzla buz edecek bir taşa dönüşebileceği yönünde spekülasyonlarda bulunuyor. Ne var ki Rus-Türk ortak diplomatik çabaları gösteriyor ki taraflar bir tür anlaşmaya vardı ve etki alanlarının bölüşümü üzerinde muhtemelen anlaştı. Eğer Moskova müzakereleri, çatışmanın dindirilmesine ve Libya’da terörizm tehdidiyle şiddete bir son verilmesine imkân sunarsa, bu, iki gücün Ortadoğu sorunlarına ilişkin işbirliği ile ortaya konan pratik yaklaşımın bir başka başarısı olacaktır. 2011’de Fransa, İtalya ve ABD liderliğindeki NATO müdahalesi, ülkenin enerji kaynaklarının kontrolünü ele geçirmek için Libya devletini ortadan kaldırdı. Şimdi, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya ve Türkiye, yaratılmış kaosa bir son vermek ve kendi çıkarlarını güvence altına almak için Fransa, İtalya ve ABD’yi Libya’nın dışına atıyor.
*Elif Arslan tarafından çevrilen bu yazı Sendika.Org’dan alınmıştır.