Birisinin hüzünle terk ettiği yere, diğeri hüznünü taşımıştı. Ayrı zamanlar ve ayrı mekanların insanlarıydılar ama ortak kaderleri; Ezidilik, ferman, göç ve sürgün, onları aynı yerde buluşturmuştu. Şair Asya Xerzan’ın, yedi yaşındayken terk edip Avrupa’ya gitmek zorunda kaldığı köyü Qorıx* Şengalili yetmiş yaşındaki Naam annenin fermandan kaçarken soluklandığı kamp mekanıydı. Telefonda, köylerini ziyarete gideceğimizi söylediğimde, mutluluktan bir süre nutku tutuldu, ne diyeceğini bilemedi Asya, kekeledi, peşi sıra suyunu içmemiz için çeşmelerin isimlerini bir çırpıda, teker teker saydı. ‘Gagol dağına benim gözümle bakmayı unutmayın’ dedi ve ‘köyün aşağısından akan çaya, benim için köyden bir şey bırakın’ dediğinde; sanki Qorıx köyünün aşağısından akan çay, o ‘bir şeyi’ alıp, ta Almanya’nın doğu yakasındaki, ona götürecekmiş gibi bir hasretle söylediğinden, burnum sızladı. Kendimden de biliyorum ki köyde doğan insanın ruhu, köyü terk etmiyor. En güzel rüyalarının bir yerinde hep o köy oluyor. Binlerce kilometre uzakta, her şeyin elinin altında olduğu bir metropol kentinde yaşasan bile bu değişmiyor. Hele birde sürgünsen, geride bıraktığın her şeyin azapta olduğu düşüncesi, yiyip bitiriyor seni.
Asya’nın yüreğindeki yeri yurdunun ‘has bahçesi’ olan Qorıx’da, bir aile dışında, 2014 yılına kadar kimsecikler kalmamış. Çamurunu, anne ve babasının yoğurup kalıplara döktüğü, üstü kavak ağacı ve kamışla örülü, pembeye boyalı kırmızı toprak sıvası yer yer dökük kerpiçten evleri, gidişin yasını tutuyordu. 74. Ferman’dan kaçan Şengalliler için, kurulan mülteci kampı ile yıllar sonra köye buruk bir canlılık gelmiş. Şengal’den sürgüne yol alan Ezidiler için Avrupa’ya gitmenin durağı olmuş Qorıx. Bu durakta 6 yıldır çadırlarda kalanlar var. Yetmiş yaşındaki ‘Naam’ anne, üzerinde Ezidi kadınlarının giydiği beyaz geleneksel elbise, beyaz tülbendinin önünden gözüken, ortadan ikiye ayrılmış beyaz saçları, bembeyaz teni ve tombul yanakları ile bir meleği andırıyordu. ‘Bu yolculuk senin için zor olmayacak mı ana?’ diye sorduğumda. Gözyaşları bir anda sel oldu. Ah canım anam, ağlamak için benimi bekledin, yüreğim yandı… Bir yandan ağladı, bir yandan da geride bıraktığı eşinin mezarını, sekiz çocuğunu, kardeşlerini anlattı. Küçük oğlu yola düşünce, ana yüreği elvermemiş, onu yalnız bırakmayıp sürgünü yol eylemiş.
Gittiğimiz gün kamp hüzünlüydü, o gün sekiz aile Avustralya yolcusuydu. Gidenler buruk bir sevinç içindeydiler. Kimisinin komşusu, kimisinin kardeşiydiler. Kim bilir belki bir daha görüşemeyeceklerdi. Geçmiş fermanlardan biliyorlardı ‘bu gidişlerin dönüşü hiç olmamıştı’ bunun da olmayacaktı, vedalaşmalar kabus gibiydi. Yaşamlarında, temenniler hiç gerçekleşmemişti. Ruhlarını avuçlayıp ziyaretlerine, çocuk dünyaları köylerine bırakmışlardı. Bu fermanlarla savrulmamış bir kuşak olacak mıydı acaba?
Travma sinince insanın üstüne, ölümden kaçıp başka diyarda yaşasa da, mutlu olamıyordu insan. Asya’nın ‘ben gördüm ama kimseler görmesin, annelerin yüreği gurbet diyarda taş kesilmişti’ şahitliği, yanan yüreğinin çığlığıydı. Bir masalda, herkesin gökyüzünde bir yıldızının olduğu anlatılırdı. Ezidilerin ‘yıldızları göğün üvey evlatları’ gibiydi. Koskoca gökkubbede niye bir yerde kök salmıyor, hep hazanı yaşayıp, savruluyordu?
Gurbet elde, karabulutlar serini sarıp, hasretlik kavurunca ‘bir tavus kuşunun kanatlarında Şengal dağını dolaşmak ister yürek’ ama tayyareler öyle biteviye zulüm yağdırmış ki Şengalin göğüne, tavus kuşları göç güzergahlarından geriye dönmez olmuş.
Gurbette yaşamak zorunda bırakılan Ezidiler ancak son yolculuklarını köylerine yapıyorlar. Ölünce, sevdikleri onları ruhları ile buluşmaları için köylerine getiriyorlar. Asya’nın şiiri bu acı yolculuğun vasiyeti gibidir.
‘Tan ağarınca Eyşana Eli’nin sesi ile yolcu edin beni, kırmızı topraktan isimsiz çocukların yattığı mezarlığa.’ Şiirler Asya Xerzan’ın ‘Dengê Bêdengiyê’ kitabından * Qorıx: Beşiriye bağlı Uğurca köyü