Hüseyin Kalkan
İsabetli siyasi analizleri ile bilinen medyanın deneyimli isimlerinden Kemal Can ile güncel gelişmeleri konuştuk. Can, Türkiye’nin dinamiklerinin iktidara karşı işlemeye başladığını, kısa vadede bazı iyileşmeler olsa bile, uzun dönemde bu iktidarın sürmeyeceğini söylüyor. Muhalefetin muhalefet etme stratejilerinde başarılı olduğunu söyleyen Kemal Can, genel olarak muhalefetin ve HDP’nin yeni politik alanlar yaratmak ve yeni politikalar oluşturmak konusunda yetersiz kaldığını söylüyor.
Genel bir değerlendirme ile başlayabilir miyiz? 2020’lerde siyaset nereye doğru gidiyor? Bu dönemde neler olabilir?
Ben pek çok gelişmeyi, siyasi gelişmeyi, ekonomik gelişmeyi, dış politikadaki gelişmeyi, bazı özel yönleri olmakla birlikte, dünyadaki genel tablo ile uyumlu olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla 2020’lerde, yani işte bu 21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamaya doğru giderken, dünyadaki siyasi trendin değişmesinde Türkiye’nin de etkileneceğini düşünüyorum. Tıpkı daha önce nasıl etkilendiyse.
Genel tablo itibarıyla dünyadaki gelişmenin şu anda popülizmin yükselişi, sağın yükselişi gibi ya da otoriterliğin yükselişi gibi görünen şeyin aslında bir yükseliş trendi olmadığı, bir direnme meselesi olduğunu düşünüyorum. Yani hakim siyasi ve ekonomik elitlerin zorlanmalarına karşı geliştirdikleri yöntemleri uyguladıkları bir ara dönem yaşıyoruz. Türkiye’deki siyasi iktidarın da bence 2010’ların hemen sonrasında başlayan ama 2015’ten sonra iyice belirginleşen bir savunma konumunda. İktidarın bir gerileme trendi olduğunu ve koruma direncini gösterdiğini düşünüyorum, bir süredir de bunu yazıyorum. Dolayısıyla 2020’den itibaren hem dünyada hem Türkiye’de bu direnmeye çalışan siyasi tavrın, güçten düşeceğini, eriyeceğini düşünüyorum. Ama bu çok hızlı gelişecek bir süreç değil. Çünkü tersi çok hızlı olmadı zaten, dolayısı ile biraz daha yavaş olacak. Evet, pek çok açıdan kendi iktidar imkânlarını genişleten, baskısını artıran, otoriter enstrümanlarını çoğaltan bir süreç yaşadık, ama buna karşılık siyasi desteğini aynı ölçüde koruyamadı. İddia edildiği gibi o büyük sağ çoğunluğun, yüzde 60’lık bir iktidar tahakkümünü kurmadığı görüldü.
Bunun tipik örneklerinden biri referandumun bizzat kendisinde yaşandı. Kurulan iktidar ittifakının matematiksel olarak yüzde 60’ları bulması gereken oy desteği yüzde 50’yi geçti mi geçmedi mi tartışması hala sürüyor. Ama orda ilk anda, o denklemin öyle kurulamayacağı belli oldu. Peşinden gelen süreçte de, özellikle son yerel seçimde bariz biçimde özellikle Türkiye’nin daha dinamik kesimlerinde, kentlerinde, genç nüfusta filan, bu dinamiğin daha hızlı işlediğini, biraz taşranın direndiğini gördük.
Yan yana durması zor pek çok kesimin bu süreçte iktidara göre daha fazla şey öğrendiğini düşünüyorum. Bundan birtakım sonuçlar çıkardığını, birtakım baş etme stratejileri kurduğunu da görüyorum. Bu açıdan 2020’nin bu ara dönemin sonuçlarını daha belirgin biçimde izlemeye başlayacağımız bir dönem olacağı kanaatindeyim. Bunu çok yakın bir iyimserliğe işaret etmek için söylemiyorum. Sadece bir süredir işlediğini düşündüğüm dinamiğin değişmediğini, devam ettiğini ve biraz daha ivmesinin arttığını düşünüyorum. Bu sürecin hızını başka dinamikler belirleyecek, başka gelişmeler belirleyecek. Ekonomideki gelişmeler, dış politikadaki bazı süreçler bunu hızlandırabilir, yavaşlatabilir. İşte dünyada gelişebilecek bir kısım iktisadi genişleme bazı otoriter modellerin bir süre daha ayakta kalmasını sağlayabilir. Ama bunların genel trendi değiştirmesinin artık kolay olmadığı bu sürecin artık geri dönüşsüz biçimde işlediğini düşünüyorum.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde 2020’de bir revizyona gidebilirler mi?
Sistem değişikliği zorlaması iki açıdan da çöktü. Birincisi siyasi destek açısından. Son yıllarda hep konuşulduğu gibi, aldanma aldatma meselesi gibi, iktidarın kendi seçmeni bile bu konuda bir aldatılmış hissi içinde. Çünkü temel tez şuydu; Büyük politik çoğunluğun çok daha güçlenmiş bir merkezi iktidarla Türkiye’ye her alanda bir çağ atlatacağı, ekonomide, dış politikada büyük bir ivme kazanılacağı, daha verimli ve dinamik bir yönetim modeli ortaya çıkacağı iddiası vardı. Bu her alanda çöktü. Ekonomide böyle olmadığı görüldü. Gündelik hayatın her alanında böyle olmadığı görüldü. Ve iktidarın kendi seçmeni bile bu konuda desteği çekti. Son yapılan kamuoyu araştırmaları başkanlık sistemine desteğin yüzde 40’lar seviyesine kadar gerilediğini gösteriyor. Siyasi destek tarafı böyle. İşin diğer tarafına baktığımızdan bu ittifakları mecbur tutan ve yüzde 50 artı 1’e odaklı sistemin iktidarı için süreklileşmiş bir garanti oluşturulacağına inanılıyordu. Ancak bu aritmetiğin oluşmadığını, tersine büyük bir risk oluşturduğu yerel seçim sonuçları ile çok bariz bir şekilde görüldü. Tam tersi şu an yüzde 50 artı 1 ittifaklar sistemi, iktidarın ayakta kalma garantisi değil, büyük bir risk olarak önünde duruyor. Üçüncü bir nokta yönetim açısından büyük sıkıntılar ortaya çıkmış durumda. Şu anda cumhurbaşkanının iki kararnamesi için bir düzeltme kararnamesi çıkıyor. Üç kararnameden bir düzeltme kararnamesi. Sistemin ön açıcı değil, bir sürü alanda kilitlenme yarattığı, bir sürü işin yapılamaz hale geldiği söyleniyor. Bürokraside önemli bir rahatsızlık yarattığı söyleniyor. Ekonomide bunu çok bariz biçimde görüyoruz. Bütün bunlar bir araya gelince iktidar ne kendi seçmenine bunu anlatma konusunda, ne de kendisi için bunun garanti oluşturması konusunda istediği sonucu almadı, hatta ayağına dolanmaya başladığını görüyorum. Bundan uygun bir formülle kurtulmayı elbette istiyor ama bunun formülü yok. Yani kendisinin kurabileceği bir formül yok. İktidara karşı işlemeye başlayan dinamik tersine dönebilecek bir dinamik değil.
Yeni partilerin siyasi ortama ne gibi katkıları olur? Bir şekilde AKP’nin tabanını etkiler mi?
Onların sayısal olarak iktidarın tabanında ne kadar oy alacağından çok daha önemli olan iktidarın tabanındaki temel sorunların değişimine ne gibi katkısı olacağıdır. Yani bu demin söylediğim gibi eğer, sistem tartışmasını ya da siyasi alanın biçimlenişi yani iktidarın kurduğu siyasi mimariyi tartışma konusu ederlerse, o tabanda kopartacakları seçmenden daha önemli bir etki yaratırlar.
Bu partiler iktidar seçmeninin kendi bloğundan kopup karşı tarafa geçmesini kolaylaştırıcı bir etki yaratabilirler. Dili değiştirebilirler. Yerel seçimlerde gördük iktidar kutuplaştırma dilinde yalnız bırakılırsa, kaybediyor. Ancak ona aynı şekilde karşılık verdiğinde stratejisi işliyor. Karşılık bulmadığında zayıflıyor. Kürt illerinde de görüyoruz aslında. HDP ve belediyelerine saldırdı, Kürt seçmenin politik iddiadan vazgeçmesi, HDP’den vazgeçmesi, aslında Türkiye’de politik bir iddiadan vazgeçmesi için. Ancak, son araştırmalar gösteriyor ki tam tersi, AKP’li Kürt seçmenin AKP’den vazgeçtiği görülüyor.
Yeni partiler Kürt meselesini nasıl etkiler?
Ali Babacan özel olarak Kürt politikasıyla ilgili henüz bir ipucu vermiş değil. Davutoğlu’na gelince, hem Davutoğlu’nun kişiliğinde hem de ilk açıklamalarında işte geçenlerde genel başkan yardımcısının yaptığı açıklamadan çok bir açılım olmadığını gösterdi. Davutoğlu’nun Kürt sorunda yeni bir pencere açtığını söyleyemeyiz.
Ama Babacan çıkar partisi, tırnak içinde daha cesur bir açılım ön görürse, belki Davutoğlu’nun partisini de zorlayabilir. Bildiğim kadarı ile kurucuları arasında Kürtler üzerine siyaset yapmaya niyetli bazı insanlar var, Babacan’ın ekibinde. Dolayısı ile o Gelecek Partisi’nide zorlayabilir. Söyleminde daha yumuşatmaya zorlayabilir. Dolayısı ile normalleşme ve genel olarak bir sistem revizyonu perspektifi oluşturabilirse muhalefet ve bu yeni partiler de buna katılırlarsa, bütün demokratikleşme taleplerini ve dolayısı ile Kürt meselesi ile ilgili taleplerin de kendine yeniden ifade etme alanı olmasına bir miktar katkısı olabilir. Çünkü Kürt meselesi başta olmak üzere pek çok demokrasi ile doğrudan bağlı mesele konuşulabilinirliği ile ancak mümkün olan ve politik sonuç doğuran şeyler. Çünkü iş çatışma eksenine taşındığı anda bir o kimlik politikası haline dönüşüyor ve temel kamplaşmanın ya da kutuplaşmanın parçası olarak işlem görüyor. Kendi başına bir mesele kimliğini kazanmıyor. Ancak biraz daha politik alan hareketlendiğinde, o kendi gerçekliliği ile konuşulabilir hale geliyor. Buna katkı verebilir.
HDP önemli bir siyasi aktör oldu
Kemal Can’ın Kürt siyaseti ile ilgili değerlendirmesi ise şöyle: “Bazı eleştirilere konu olsa bile muhalefetin bütününün son 5 yıllık süreçte, yani 7 Haziran’dan itibaren genel olarak bilançosunda negatif bir şey görmüyorum. Bir sürü haklı olarak eleştirilecek tarafı var, ama bütüne baktığımda, iktidarla kıyasladığımda çok daha fazla öğrendiği, çok daha şey denediği, çok daha zorlu koşullarda birtakım zorluklarla baş edebilme pratikleri ve stratejileri geliştirmeye çalıştığı ve kısmen de başarılı olduğunu düşünüyorum. Bunu bütün muhalefet için söyleyebilirim. Çok eleştirilmesine rağmen bunu Kemal Kılıçdaroğlu için de söyleyebilirim. Bunu çok ağır bir saldırı ile karşı karşıya kalmış HDP için de söyleyebilirim.
HDP bütün bu zorluklar içerisinde neredeyse tamamen siyaset dışına itilmeye çalışılırken, çok önemli bir siyasi aktör olmayı başardı. Sonuç alıcı hamleler yapabildi. Ama bu yeterli değil, muhalefetin bütünü için söylüyorum. Çünkü muhalefetin bu başarısı, muhalefet etme açısından bir başarı. Ama bir şey çözmek ve çözümü ilerletmek ve buna toplumsal destek sağlama anlamında aynı başarıyı sağlayamadığını düşünüyorum. Bir arada durma anlamında ortak sonuçlar alabildiler, başarılı sonuçlar alabildiler. Ama bunu ilanen bir demokrasi bloku haline getiremediler. Değişiklik perspektif kurma konusunda, muhalefet etmek kadar başarılı olmadığını düşünüyorum. Bunu HDP özelinde de söyleyebilirim. HDP’nin bütün saldırılara karşı direnme kapasitesi ve kendi tabanını kendi etkiliyebildiği çevreyi bu dirence ortak edebilme konusunda elinden gelenini fazlasını yaptığını düşünüyorum. Ama bundan bir adım sonraya daha etkili bir politik aktör olarak, politik zemin belirleme konusunda, politika yaratma, politika üretme konusunda aynı başarıyı gösterdiğini söylemek zor. Ama burada çok haklı gerekçeleri var. Yani önemli miktarda kadrosunun tutuklanması, teşkilatının çalıştırılamaz ve fiilen devre dışı bırakılması… Alanda çalışmasına neredeyse hiç izin verilmedi. Özellikle dış politika mesellerinde, Suriye dolayısı ile ötekileştirilmesi ve düşmanlaştırılmanın öznesi haline getirilmesi gibi haklı mazeretleri var, ama buna rağmen genel kamuoyu açısında ve kendi seçmeni açısından da daha politik çıkışları yapabilirdi. Mutlaka sonuç alması, çok yayılması, etkili olması değil, bu konudaki çaba açısından eksikleri bulunduğunu düşünüyorum.”
Kemal Can kimdir?
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).