Yargıcın yargıcı yayınladığı, savcının savcıyı suçladığı acaip bir dönemi yaşıyoruz. Gazetecinin de gazetecinin, hatta kendisinin haberini yapma durumunda kalması şaşırtıcı değil!
Geçmişte, sıkıyönetim mahkemelerinde bile, hukukun temel ilkelerine bağlı kalan, ya da en azından bağlı kalmaya çalışan hakim ve savcıların varlığı, yürüttüğümüz düşünce özgürlüğü çabasında, moral kaynaklardan biriydi.
Düşünün ki, 1982 yılının ağır koşulları altında Belge Yayınları, Mete Tunçay’ın “Eski Sol Üstüne Bilgiler” adlı kitabını yayınladı. Sadece şunu belirtmek yeterli: emniyette devamlı sorgu ve işkence altında olmak anlamına gelen gözaltı süresi 90 gündü. Tahliye olsanız da polis kontrolü altındaydınız. Ve sizi aileden bir yakınınız teslim almak zorunda idi. 1982 yılında Ayşe Nur, Mete Hoca’nın kitabından dolayı tutuklanıp, birkaç ay sonra Metris Cezaevi’nden serbest bırakıldığında, teyzesinden teslim almasını istemişti annesi Lamia hanım. Benim başıma bir şey gelir, endişesi içindeydi. Ama o çekindiği için Metris’ten getirildiği Kadıköy Emniyeti’nden ben teslim aldım onu. Emniyetten içeri girdiğimde, bir duvarda asılı “Aranıyor” afişinde, en son 11 yıl önce gördüğümüz kardeşi Veysi Sarısözen ile göz göze gelmez miyim? Neredeyse bana göz kırpacak, “geçmiş olsun” demek ister gibi.
Emniyete Belge ofisinden Karaköy’e inip, oradan vapura binip geçtim. Vapur çıkışında bir asker rutin hüviyet kontrolü yapıyor. Robot gibi herkes hüviyetini hazır ediyor, hüviyetini askere gösteriyor. Hele 12 Eylül’ün ilk günlerinde, herkesi minibüsten indirip, sıraya diziyor, öyle hüviyet kontrolü yapıyorlardı.
Yok, Kürt illerinde değil, Kartal/Maltepe/Kadıköy minibüslerinin güzergahında oluyordu bu.
Toplama kararı, emniyetin basın şubesi tarafından tebliğ edildiğinde Ayşe Nur, tek kitap vermedi. Yasak kararını bizzat, 12 Eylül darbesinin mimarlarından Haydar Saltuk imzalamıştı. Hepsini dağıttık dedi. Kitapları, Belge ofisine değil, Demokrat gazetesinin deposuna koymuştuk.
Şirketten bir telefon geldi, “polis deponun kapısına dayandı” diye. Ayşe Nur, yasal yöneticilik sorumluluğunu üstlendiği Cemmay’dan fırladığı gibi, benimle birlikte Aslan Başer Kafoğlu ve Emil Galip Sandalcı’nın yasal yöneticilik sorumluluğunu üstlendiği Bassan Şirketi’ne koşturdu. Şirketin başına bir bela gelmesin diye.
Daha polis kilidi kırmadan, oraya ulaştı. Şirket başkanı Aslan Başer Kafaoğlu ve Ayşe Nur, öndeki arabaya, arkadaki pikaba da kitaplar konuldu. İstikamet: emniyet! Sirkeci’deki Sansaryan Han’dan, Şişli Gayrettepe’deki yeni daha büyük binaya taşınmıştı emniyet.
Belge Yayınları, 12 Eylül sonrası kendi iradesi ya da devlet zoruyla kapanmayan tek yayıneviydi. Üstelik Özal ekonomisi üzerine ilk kitabı, 1980 kasımında yayınlayan. Ve dahası kurum olarak Cemmay Dağıtım’ın sorumluluğunu üstlenmişti.
Bazıları, Belge Yayınları’nın 12 Eylül sonrası kurulduğunu sanır, hayır önce! 1977 yılında ve ilk kitabını, Ocak ayında, 1978 yılının en ağır ekonomik kriz koşullarında yayınladı.
1981 Aralık’ındaki polis baskınından sonra, dağıtımın rafları bomboştu, yayınevleri adeta talan etmişti alacaklarına karşılık. Ayşe Nur o durumdan çıkarıp dağıtımı işler hale soktu. 1984 yılında yeniden tutuklanmadan önce, Mehmet Ali Birand’ın “12 Eylül” kitabının tek dağıtımını üstlenme konumuna getirdi dağıtımı.
Bassan ise, Pano Grafik olarak, medyaya hizmet sunan bir kuruma dönüştü, çok başarılı genç bir yönetici olan Adnan’ın yönetimi altında. Düşünün ki, daha sonra Yapı Kredi Yayınları’nı yaratan editör olan Enis Batur’a ya da Nokta, Erkekçe, Kadınca dergilerinin editörü olan Ercan Arıklı’ya iş yapıyordu Pano Grafik. Enis Batur, Almanya’daki Rororo Yayınları’ndan aldığım resimli biyografi dizisine, hayalimdeki kitaplar deyip övgü düzüyordu.
Şirket adına çekleri ben ve Emil Galip Sandalcı imzalıyordu, Adnan ve Aslan söylüyor ve biz imzayı basıyorduk. Öyle bir güven duygusu vardı bizde gençlere. Ta ki “sivil toplumculuk” virüsü, genç kadroya nüfuz edip, gençler arasında çatışma başlayıp, Adnan soğuyup terk edene kadar. Ondan sonra şirket bir iktisadi devlet teşekkülüne dönüştü, büyüyen sigorta ve vergi borçları ile.
Pano grafik okul gibi oldu. Üç ayı matbaacılık şirketi çıktı oradan.
Cemmay’daki genç kadro da, Ayşe Nur’u bırakıp kendi dağıtımlarını kurmaz mı? Müşteri ilişkilerini çekip. Cemmay ve Bassan olanakları ile yükselen “genç”ler, Özal ekonomisi koşulları altında çok başarılı iş adamları oldular. Bir tek Cemmay proletaryası denedi ama başarılı olamadı. İsimleri bile mahkeme kararı ile alındı.
Dolayısıyla, Ayşe Cemmay’ı batırmış oldu, ben de Bassan’ı! Ah, şu raporlar!
Ayşe hapiste iken, “ekibi”, dağıtım olanakları ile kitap çıkarıyor diye “rapor” etmiş, hapisten yeni çıkan vatandaşa.
Bu yüzden Belge’yi askıya alıp, Alan Yayınları’nı kurduk. Dönemin en başarılı yayınevi oldu. Entelektüel düzey ve katkı olarak da. .. Akademia ile dayanışma içinde olarak.
Ve bir gün, “madem bizim için kurdun, ver!” dediler. Tam da İsmail Beşikçi’yi yayınladıktan sonra. Ne hikmetse.
Ve eklediler, “zaten Belge’yi de bizim sayemiz de…” diye devam etmeye kalkmazlar mı?
“Yahu merak etmeyin, isteyin onu da veririz!” deyince sustular. Belge’yi isteyen çok!
Teşekkür beklemedik, sadece saygı gösterebilirlerdi.
Biz onlara teşekkür ettik, bizi özgür kıldıkları için. Belge Yayınları üvey evlat gibiydi. Ben sonunda Demokrat gazetesine armağan ederek ayrıldığım Alan Yayınları’na, Ayşe Nur ise Cemmay Dağıtım’a ayırmıştı tüm zamanını.
Vergi borcu falan vardır diye, Alan’ın şirketini de devralmak istemediler. Bir sadık eleman Yeni Alan Yayınları kurdu, Demokrat gazetesinin yeniden çıkışına hibe kitap stoğu ile.
Peki, boş şirket ne oldu diye sorarsınız. Muhasebecimiz Nazik, aynı zamanda İsmail Beşikçi’nin savunmalarını birlikte yayınladığımız MELSA Yayınları’nın da muhasebecisi idi. Yeniden şirket kurmanın masraflarından kurtuldular, biz devredince. Kürt yayıncılığına karınca kararınca katkı oldu.
Belge, rölantideki yayınını hızlandırdı, ikimiz de insan hakları mücadelesinde yoğunlaştık.
*
Peki, Mete Tunç’a davası ne oldu diye soracak olursanız. Ayşe, sıkıyönetim emrine uymayıp, kitabı teslim etmemekten yargılandı. “Kötü niyet taşımadığı için” beraat etti. Davada Arslan Bey şahitti. Bir de kitabın basıldığı matbaa, ciltçiyi vermişti, onlar da taşıyan hamalları. Hamallar da kitabın konulduğu depoyu göstermişti. (Sonra hep utanarak selamlayacaklardı bizi yolda karşılaştığımızda). Hala 12 Eylül yasaları tamamlanmadığı için, yayıncının yasal sorumluluğu yoktu. Mete Tunçay, Sıkıyönetim Mahkemesi’nde beraat etti. Mahkeme kitapların iadesi kararı aldı. Kitapları Sultanahmet adliyesinin bodrumuna inip, tepeleme “yasak yayın” dolu depodan geri teslim aldım.
Kitabı yeniden dağıttık. Ankara’da kitabı bulunduran Muzaffer Erdost (Sol), Dost Erdal (Akalın), Remzi İnanç (Toplum) ve diğer kitapçılar gözaltına alındı yasak kitap bulundurmaktan. Ankara emniyetine beraat kararını yollayınca serbest bırakıldılar.
Bir hafta sonra, İst. Sıkıyönetim Komutanı, “beraat” kararını kale almayıp, 1402 nolu yasanın verdiği yetki ile kitabı yeniden yasakladı. İstanbul’da Sıkıyönetim 1985 yılında kalktı. Kitaplar komutanlık tarafından bize teslim etmemek için, Seka’ya yollandı.
*
Bu arada, bu kitabın önemi, TKP’nin ilk kuruluş kongresi tutanaklarının yer almasından dolayı idi. TKP operasyonları sürerken, bunu yayınlamak gerçekten çılgınlık idi. Ama bu akademik bir çalışma diye düşündük. Mete Hoca hala SBF’de idi. 1402 temizliği bir yıl sonra yapılacaktı. Zaten, siyasi şubedeki komiser de, Ayşe Nur’a, “biz bir kuşağı mahvettik, siz neyi hortlatmak istiyorsunuz” diye soracaktı.
*
Biz bunlarla uğraşırken, birileri Belge, dağıtım olanakları ile kitap çıkarıyor havasında idi.