ABD’nin 3 Ocak’ta, Irak’ta Kasım Süleymani’yi öldürmesinin ardından Ortadoğu’da ve küresel çapta dolaşıma giren temel soru “Şimdi ne olacak?” sorusuydu. Kamuoyu bölgeye yönelik uzun zamandan beri bu kapsamda endişe verici bir ruh haline girmemişti. Bu aynı zamanda bölgenin karşı karşıya olduğu kritik durumun da ifadesidir. Mevcut durumda dünyanın başka hiçbir bölgesinde bu düzeyde endişe ve belirsizlikten bahsedilemez. Endişe ve belirsizliğin Ortadoğu’da ivme kazanması bölgenin büyük hesaplaşmaların merkezine oturtulmuş olmasından kaynaklanıyor.
Geride bıraktığımız yüzyılda da çok sayıda savaşa, çatışmaya ve yıkıma sahne olan bölge, eğer önü bir biçimde kesilmezse bölge için, bölge halkları açısından çok daha ağır sonuçlar eşiktedir denilebilinir.
Ortaya çıkan belirsizlik ve endişeyi sırf ABD’nin saldırısı ve İran’ın misillemesine, ABD ve İran çelişkisine bağlamak yetersiz bir okuma olacaktır. ABD-İran çelişkisi ve çatışmanın yarattığı tehlikeden kat kat fazlası Türkiye’nin bölgeye dayattığı savaşla yaşanıyor. Türkiye’nin Suriye’de, Irak’ta, Libya’da yürüttüğü savaş ve işgal hareketi başta bu ülkeler olmak üzere bölgenin geleceğini tahrip etmekte ve karartmakta.
AKP iktidarı Emevi Camisi’nde namaz kılma uğruna, Kürtlerin yaşam olanağını bulmaması uğruna, köklerinden söküp atma zevkini tatma uğruna, neo Osmanlıcılığı hakim kılma uğruna savaş müptelası kesildi. İran’ın derdi ise Şii hilalini pekiştirme, Fars geleneğini forslu çıkarma havası, milyonlar “açız, açız” diye bağırırken hiç tınmayan bir yönetim, bir rejim Şiiliğe ne verir, bölgeye ne verir? Fars geleneğini nasıl bahtiyar kılar? İran mevcut politikalarıyla kendi kendisini vuran ülke durumuna dönmüştür.
Bölge üzerinde büyük bir hakimiyet mücadelesine giren küresel güçlerden ABD ve Rusya’nın bölge üzerindeki bilek güreşi bölgedeki kaosu ve çatışmayı daha da derinleştirmektedir. Bölgenin jeostratejik konumu, ekonomik kaynakları, nüfus potansiyeli, başta silah alımında olmak üzere küresel pazardaki konumu, Afrika’yı, Asya’yı ve Avrupa’yı yakından etkileme konumu ve bölgenin kendi içinde barındırdığı çelişkiler, küresel güçler açısından avantaj oluşturuyor.
Başta ABD ve Rusya olmak üzere küresel güçler bölge üzerinde yeniden ve yeniden kendilerini konumlandırma ve ağırlık oluşturma durumuna giriyorlar. Bu durum tüm yoğunluğuyla devam ediyor. Küresel kapitalist sermayenin ihtiyaçları temelinde bir konumlama bölgedeki çıkmazı daha da derinleştiriyor.
Bölgenin, bölge halklarının ve insanlarının geleceğini çıkmaza sokan, karartan ve büyük mağduriyetlerin yaşanmasına yol açan diğer bir blok ise bölge rejimleridir.
Bölgedeki mevcut rejimlerin ortak özelliği despotik olmaları, insanların taleplerine, toplumun taleplerine, demokratik taleplere ve itirazlara karşı çok rahat bir biçimde despot kesilebiliyorlar. Kıyıcı uygulamalara çok rahat girebiliyorlar, ötekisi olarak gördüğüne yapamayacakları kötülük yoktur. Kötülük yapma kapasiteleri sınırsızdır. Temel enerjilerini bir ötekisine karşı geliştirdikleri düşmanlıktan alıyorlar. Şiddete ve ranta tanrıya tapar gibi tapıyorlar. Siyasi ve ekonomik rant elde etmek için her türlü savaşı, onbinlerin ölümünü, yüzbinlerin ve milyonların yaşam damarlarından kopartılmasını rahatlıkla göze alabildiklerine tanık oluyoruz. Bugün bölge halkları bu rejimlerin cenderesinde kan ağlıyor ve çok büyük adaletsizliğe, vicdansızlığa ve yıkıma maruz kalıyorlar. Buna rağmen direniyorlar.
Bölgede sırf savaş lobilerinin, diktatörlerinin ve işgalcilerin savaş borusu ötmüyor. Yanı sıra bölge halklarının, kitlelerin savaşa, talana, yıkıma ve iktidarların insanlık dışı uygulamalarına karşı çığlığı da yükseliyor. Bölgenin her ülkesinde, her köşesinde bu durum kendisini dışavuruyor. Kürdistan’ın her parçasında, Irak’ta, İran’da, Lübnan’da, Türkiye’de bu görülebiliniyor. Bu ses ve bu direniş daha da yükselecektir.