Kürt Dil ve Kültür Ağı üç yüz aydın, sanatçı, yazar, yayıncı, sivil toplum örgütü temsilcisinin katılımıyla Kürtçe’ye ilişkin tehlikeleri ve anadilin nasıl yaşatılabileceğine ilişkin yapılması gerekenleri tartıştı. Çalıştay halkımızın en güçlü şekilde anadilini yaşamın her alanında kullanması için seferberlik çağrısı yaptı, alınan kararların takibini yapmak için de kalıcı bir mekanizma kurdu. Oldukça önemli olan bu çalıştayın düzenlenmesinde emeği geçen herkesi kutluyorum.
Çalıştay katılımcılarının içe dönük yaptığı eleştiriler yerindedir ve her Kürt’ün Kürtçe konuşmayı aynı zamanda sömürgeciliğe karşı bir siyasi tutum olarak görmesi gerekir. Zira bu devlet “Türkçe konuş çok konuş!” diyen, hâlâ Kürtçe’ye ‘bilinmeyen dil’ muamelesi yapan ve kamuda Kürtçe’yi yasaklayan bir devlettir. Bu durumda Kürtçe’yi yok etmek için elinden gelen her şeyi yapan bir devlete karşı, yaşamın her alanında Kürtçe konuşmak esas olarak da bir yurtseverlik görevi olduğu kadar bir siyasi tutumdur da. Bu tutum, rejimin istediği Kürt’ün dışındaki bir Kürt olunduğu anlamına gelir.
Kürt halkı da çalıştayın yaptığı seferberlik çağrısına uyarak yaşamını Kürtçeleştirecektir. Kürtçe’ye ilişkin büyük zorluklara rağmen yapılan başarılı çalışmalar, bu çabanın akademik arka planını oluşturmaktadır. Bu konuda önemli ve yeterli bir külliyat da oluşmuş haldedir. Dolayısıyla bu hususta ciddi bir yetersizlik veya tehlikeden bahsetmek mümkün değildir. Kürtçe üzerindeki asıl tehlike ise, tamamen tekçi, faşist devlet yaklaşımından kaynaklanmaktadır.
Şimdi biz Kürtler istediğimiz kadar kurum kuralım, akademik çalışma yapalım, şu an yaptığımız gibi Kürtçe’nin yaygın kullanımı için seferberlik çağrılarında bulunalım, hatta önemli ölçüde bu seferberliklere katılalım, yine de Kürtçe’nin varlığını garanti altına alamayız. Nitekim bunlar bugüne kadar hiç yapılmayan şeyler değil. Belki süregelen bir yetersizliği biraz aşmış oluruz, ama kalıcı çözümü bulmuş olmayız.
Kürtçe’nin tehlikeden kurtulabilmesi için Kürtlerin doğal seyrinde ilerleyen bir yaşamlarının olması gerekir. Hâlbuki hepimiz yaşayarak biliyoruz ki halk olarak hakkımızda soykırım kararı var. Biz Kürtler, Türkleşmek zorunda kalmadan, Kürt kalarak yaşamın hiçbir yerine katılamıyoruz. Dolayısıyla Kürtlerin bir halk olarak tanınma ve halk olmaktan gelen doğal haklarının kabul edilme sorunu var olduğu müddetçe, Kürtçe’nin de var olma sorunu sürecektir. Çünkü Kürtçe üzerindeki tehlike, Kürt’ün üzerindeki tehlikeden kaynaklanıyor. Kürt de varlığı bile tanınmayan, her türlü hakkı gasp edilerek soykırımın kıskacına alınmış bir halk pozisyonundadır.
O halde Kürtçe üzerindeki baskıları, Kürt halkına yaşamın her alanında uygulanan soykırım politikalarından ayrı görmemek büyük önem taşır. Bu nedenle Kürtçe’nin var olması, Kürtçe’ye var olma sorunu yaşatan rejime karşı siyasi ve toplumsal bir tutumun geliştirilmesiyle mümkündür. Rejime karşı siyasi bir tutum almadan, çalıştayın önüne koyduğu hedeflere ulaşması mümkün değildir. Çünkü hali hazırda milyonlarca Kürt çocuğu Türk okullarında, kendilerini yok sayan bir müfredatı, Türkçe okumak zorunda bırakılmaktadır. Bu okullardan geçilmediği, verili Türklüğe hizmet eder hale gelinmediği ve Kürtlükten uzak durulmadığı müddetçe de Kürtlerin yaşamlarını idame ettirmesi bile mümkün olmuyor.
Dolayısıyla Kürtçe’nin yaşamın her alanında olmasını istemek oldukça yerinde, doğru ve güzel bir istem olsa da bunun gerçekleşmesinin önünde çok ciddi engeller var. O halde salt istemeyle hiçbir şeye ulaşılamayacağını çok iyi bilen bir halk olarak Kürtler, Kürtçe üzerindeki tehlikeleri kalıcı olarak nasıl aşacaklarına odaklanmak durumundadır.
Aşmanın birinci yolu, Kürtçe’yi yok etmenin kıskacına almış bu rejime karşı tüm Kürtlerin bir siyasi tutum alarak, onu bu politikalarından vazgeçirtmektir. Kürtçe üzerindeki engellerin kaldırılması ve Kürtçe’nin resmi dil olarak tanınması, Gandi’nin meşhur ‘tuz hakkı’ talepli sivil itaatsizliği rolünü oynayabilir. Ama bunun için şu an dil çalışması yapan herkesin ama herkesin Kürt halkının bu hakkını isteyecek düzeye gelmesi için seferber olması gerekmektedir.
Engelleri aşmanın ikinci yolu ise devletten yasal düzenleme de dahil hiçbir talepte bulunmadan, tüm Kürtlerin anadilini konuşması, Türk okullarına gitmeyi boykot ederek kendi alternatif okullarını kurması, saldırılar karşısında kendisini savunmasıdır. Bunun için de yine dil çalışması yürüten hemen herkesin seferber olması gerekecektir.
Gerçekte her iki seçenek de mümkündür ve Kürtler bunlardan birini veya her ikisini iç içe yapmak durumundadır. Aksi halde yaşamın her alanında soykırım kıskacına alınmışken, kendilerini ifade etme ve örgütlenme hakkından yoksunken, salt konuşarak bu dilin varlığını sürdürmesi, mümkün olmayacaktır.
Dolayısıyla büyük bir heyecan ve coşkuyla bu çalıştaya katılmış, Kürtçe’nin özüne uygun olarak varlığını sürdürmesini isteyen herkesin halkı bilinçlendirme ve tutum sahibi kılma çalışması, çalıştayın amacına daha uygun düşmektedir.