Diplomasi tarihinin görmediği matrak bir oyun seyrediyoruz. Ortadoğu ülkelerindeki savaş ne kadar ciddi ise “diplomatik” savaş o ölçüde komik. İnsanlık trajedisi ne kadar ağır ise, “diplomasi” o ölçüde hafif.
Şimdi olanlara bir bakalım. Görünüşe göre Türk devletinin jeo-politik konumu çok stratejik. Bu doğru. Ancak bu jeopolitik konumdaki devlet ister ekonomik bakımdan olsun, ister teknolojik bakımdan olsun, ister enerji kaynakları açısından olsun, ister nitelikli işgücü bakımından olsun ve nihayet ister askeri bakımdan olsun “stratejik” ya da “küresel” bir güç” değil.
Bölgesel bir güç… Türk bölgesel emperyalizmi küresel emperyalist devletlere yaslanmadan Ortadoğu’da tek bir adım bile atamaz.
“Ama atıyor” dediğinizi duyuyorum. Gerçekten de atıyor. Ama nasıl atıyor? Bir Rus emperyalizmine doğru, bir Amerikan emperyalizmine doğru adım atıyor. Adım atmasının nedeni Türk emperyalist kapitalizminin “pazarsız” yaşayamayacak olması. Adım atabilmesinin “sırrı” ne?
Bu da her iki emperyalist devletin bugünkü çıkarları arasındaki çelişkidir. Ama dikkat. Türk devleti bu çelişkileri “kullanmıyor”. Birbiriyle çelişkili devletler Türk devletini Kılıçdaroğlu’nun tabiriyle söylersek bir “maşa” olarak, Oluç’un tabiriyle söylersek bir “piyon” olarak birbirlerine karşı kullanıyor. Türk emperyalizminin “yayılma iradesi” var, ama bunu “küresel güçler olmadan” yapacak “gücü” yok.
Konumuza gelelim. Şu İdlib ve Libya ateşkeslerinde ya da Efrin ve Serekaniye işgal ve ateşkesinde Erdoğan diplomasisinin “harikalar” yarattığı sanılabilir. Gerçekte olan nedir? Rusya açısından olan şu: Rusya İslam aleminde oynadığı rolü, Türk diplomasisinin “kullanışlı bir araç” olmasına borçlu. Ortodoks Rusya “İslamcı” Türk devletini kullanarak, Balkanlardaki rolüne benzer bir rolü şu anda ve artık Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da oynamakta. Bu oyunun sonunda Rusya bölgede belirleyici güçlerden birisi haline gelecek. Ama acele hüküm vermeyelim: Bu, ABD’nin bölgede sıfırlanması anlamına gelmeyecek. Yeni bir denge kurulacak.
ABD açısından olan ise şu: Erdoğan rejimi, üstelik ABD ve AB’nin yıkıcı etkisi altında çok uzun bir zamana gerek kalmadan yıkılacak. Yıkılınca ne olacak? Batıyla ilişkili en büyük tekelleri yok etmeden ve tüm muhalefeti bastırıp, “seçimsiz faşizme” geçmeyi göze almadan Türk devleti Batıdan kopamayacağına göre, Erdoğan rejimi yıkıldığında Türk devleti, yeniden, fakat bu defa uzun süre “özerkliğini” büsbütün kaybederek ABD ve AB’ye suratını çevirecek.
Rusya Türkiye’nin bugünkü durumunu “kullanıyor.” ABD ise Erdoğan sonrasına hazırlanıyor. Rusya’nın desteği sayesinde Suriye’de, Libya’da, Irak’ta söz sahibi olan Türkiye, Erdoğan sonrasında buralarda elde ettiği imkanları, Rusya’nın değil ABD ve AB’nin emrine verecek. Herkes böyle olacağını biliyor.
O nedenledir ki, Rus diplomasisi Türkiye’ye sınırlı imkan sunmakta. NATO üyesidir, tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanıdır. Rus bunu biliyor. ABD ve AB diplomasisi de bunu bildiği için Rusya’ya içli dışlı olmasına rağmen Türk devletine “yıkıcı” darbeler indirmemekte. Rusya Türkiye’nin “bugününden” yararlanıyor, ABD Türkiye’nin “yarınını” bekliyor.
O halde Erdoğan rejimi şu anda diplomasi alanında ne yapmış oluyor? Hiçbir şey yapmış olmuyor. Rusya şu anda Türkiye’ye “sana bu kadarı yeter” dedi. Erdoğan’ı Hafter’le masaya oturttu. Suriye ile de oturtacak.
ABD ne yapacak? Bu masada oturulmanın belli bir aşamasında, Erdoğan rejimi çökecek ve masadaki Türkiye, Rusya’nın yanındaki masadan usulca kalkıp, gıdım gıdım ABD’nin yanındaki masaya doğru sokulacak… Rusya zaten kazandığını kazanmış olacak, ABD ise “önümüzdeki maçlara bakalım” diyerek Türkiye’yi belki İran’a karşı kullanmanın yollarını arayacak.
Türkiye Rusya ile ABD arasında gidip geliyor ya, millet de Erdoğan’ın diplomasi alanında “pro-aktif” bir etken olduğunu sanıyor. Erdoğan gidip gelmiyor. Rusya Erdoğan’a “yürü” dediğinde yürüyor, “dur” dediğinde duruyor; Libya’da durdu, İdlib’de de duruyor. ABD Erdoğan’a “yürü” dediğinde yürüyor, “dur” dediğinde duruyor; Minbiç’de durdu, Serekaniye’de de duruyor. Oysa Erdoğan’ın temel sloganı şuydu: “Durmak yok, yola devam…” Şimdi bir de medyatörlere bakın. Sanırsınız Erdoğan rejimi diplomasi alanında “zaferden zafere” yürüyor. Yürümüyor, yürütülüyor. “Yürütülmekten” daha beter hiçbir şey yoktur. Türkiye tıpkı motoru olmayan tanka benziyor. Yürümek istiyor, ölüm kusmak istiyor, işgal ve ilhak istiyor. Ama yürüyemiyor. Motor verirlerse yürüyen bir tank kadar matrak bir alet olabilir mi? Şu Altay tankına bakın, vaziyeti anlarsınız…