Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinin ardından, herkes İran’ın ne tepki vereceğini tartıştı, bekledi. İran da yaşadığı büyük kaybın karşılığında, Ortadoğu devletleri içinden sadece kendisinin cesaret edebileceği bir şey yaptı ve ABD’nin Anbar ve Hewlêr’deki askeri üslerini vurdu.
Dünyanın hali hazırdaki hegemon gücüne bu şekilde karşılık vermek, hiç kuşkusuz ki kolay değildi. Ancak “ABD askerlerine bilinçli bir şekilde zarar vermek istemediği” yönündeki resmi açıklamalar, gerçekte İran’ın hayli zayıf bir durumda olduğunu da gösterdi. ABD’nin hemen karşılık vereceğini düşünmüş olacak ki, Ukrayna’ya ait yolcu uçağını, ABD füzesi sanıp vurduğunu gecikmeli bir şekilde kabul etmek zorunda kalması, zayıf konumunu gösteren bir diğer gösterge oldu.
Böylelikle Kasım Süleymani’nin öldürülmesiyle içeride -geçici de olsa- oluşan birlik havası dağılmış oldu. Bu defa da halk yönetimin bu basiretsiz ve ürkek duruşunu protesto etmek için sokaklara döküldü. Öncekilerden farklı olarak Kasım Süleymani’nin intikamının üst perde konuşmalarına rağmen etkili bir şekilde alınmadığını düşünen rejim yanlılarının da rahatsızlıklarını beklemek gerekir.
İran hem Kasım Süleymani gibi çok önemli bir ismi kaybetti hem de büyük bir prestij kaybı yaşadı. Bu da İran’ın giderek daha fazla zorlanmasını getirecektir.
Zorlanacaktır, çünkü ABD tansiyonu yükseltmemiş de olsa merkezi hegemonik sistem İran’ın mevcut rejimini kesinkes değiştirmeyi planlıyor. Çünkü kapitalist modernite sistemi Üçüncü Dünya Savaşı ile bölgeyi yeniden dizayn etmek istiyor. Bu dizaynda İran’ın hem Şiiler üzerindeki hem de bölge genelindeki etkisi sorun teşkil ediyor. Daha da önemlisi İran’ın İsrail’i “yok edilmesi gereken düşman” olarak görmesi, tasfiye edilmesi için yeterli.
Kasım Süleymani’nin hedeflenmesi tamamen bunun içindir ve açık ki bu, yeni bir dönemdir. Ağır ekonomik, siyasi yaptırımlara askeri basınç da eklenmiş oluyor. Olanlar, olacakların habercisidir ve giderek İran daha fazla hedeflenecektir. Bu basınç İran boyun eğip, bölge üzerindeki iddialarından vazgeçerek engel olmaktan çıkıncaya kadar sürecektir. Böylesi bir durum ise, İran rejiminin İslam devrimini yayma iddiasından vazgeçmesi anlamına gelir ki gerçekte bu, İran rejiminin yıkılmasıdır. O nedenle ne kadar zorlanırsa zorlansın, İran kendisi için mutlak yenilgi anlamına gelen bu seçeneği kabul etmeyecektir.
Rejimin anti demokratik yapısı, hegemonik güçlerin yaptığı saldırılara zemin sunuyor. Tıpkı Saddam diktatörlüğünün sunduğu gibi. O halde dış güçlerin saldırılarının gerekçelerini ortadan kaldırmak için yapılması gereken en doğru şey, İran’ın demokrasiye duyarlı hale gelmesidir. Yani toprakları üzerinde yaşayan tüm farklılıklara, eşit ve özgür yurttaşlık temelinde haklarını teslim etmesidir. Bunu gerçekleştirmesi halinde dıştan kaynaklanan müdahalelerinin zeminini kurutmanın yanı sıra, şu ana kadar çatışmalı olduğu tüm iç dinamiklerle barışır ve büyük kazanır. Tabi ki bunun olması için de mevcut rejimin değişmesi gerekir. Bu seçeneğin gerçekleşmesi ise, ancak rejimde köklü bir zihniyet değişikliği olursa mümkün olur.
Tüm işaretler, İran’ın buna da kapalı olduğunu göstermektedir. Kendisini bu kadar zora sokmuş, içeriden-dışarıdan basınca maruz kalan mevcut rejimin öz güvenle İran toplumuyla iç barışını gerçekleştirmesi zor görünüyor. Dolayısıyla anti demokratik yapısı nedeniyle hem tüm toplumsal kesimlerle hem de planları önünde engel teşkil ettiği hegemonik güçlerle giderek daha fazla sorun yaşayacaktır.
Köklü bir geleneğe sahip ve görece güçlü bir devlet olsa da İran’ın kendini dayatan bu değişim talebine karşı duracağını düşünmek, diyalektiğe pek uygun düşmez. Herkes gibi o da değişecek, değişmeli. Değişmeden kalmak, oluşun diline ters. Bu İran için de geçerli. Bu nedenle, İran’ın değişip değişmeyeceği değil, kaçınılmaz olan değişimin hangi yolla ve hangi düzeyde gerçekleşeceği daha önemli olmaktadır.
Başta Kürtler olmak üzere tüm toplumsal kesimlerin arzusu, bu değişimin barışçıl yollarla ve demokratik siyasetle gelişmesidir. Devletin demokrasiyi tanır hale gelmesidir. Halkların çıkarı da bundadır. Ancak despotik devlet refleksi gereği bunlar olmayacak, belki de daha üst bir düzeyde Irak ve Suriye’nin tekrarı yaşanacaktır. Hegemonik güçler de her açıdan istismara açık olan bu ortamdan alabildiğine yararlanacaklardır.
Hegemonik güçlerin Kürtleri de İran’a karşı değerlendirmek istedikleri bir sır değil. Parçalı ve yetersiz hallerine karşın Kürtler zaten mücadele sahasında. İran’ın son yüz yılda Kürtlere yaşattıkları ve hala sömürgecilikte ısrar etmesi Kürtlerle de daha sert bir sürece gireceğini gösteriyor. KDP çizgisindeki partilerin hegemon güçlere olan bağımlılığı ve istismara açık halleri Kürtler açısından tehlikeleri de barındırmaktır. Gelişmeler, Rojhilat’ta demokratik ulus çizgisi temelinde Kürt sorununun çözümünü öngören Kürt parti ve örgütlerin bugüne kadarki politikalarını yürütmelerinin git gide zorlaştığını ve köklü değişikliklerin olacağını gösteriyor. Bu da “kendi” olarak ve kalarak mücadele yürütebilmek için pek çok şeyin yeniden gözden geçirilmesini şart kılıyor.