Modern Biyoloji’nin kurucusu kabul edilen Charles Darwin Avustralya’nın el değmemiş doğasına ilişkin aldığı notları üzerinden ‘Evrim Teorisi’ni oluşturduğu bilinmektedir. Darwin 1838’de Sidney’e gelir ve ‘Blue Mountains’e gider. Orada erezyonun şekillendirdiği jeolojik yapıyı görür ve dünyanın jeolojik tarihinin düşünülenden çok daha eski olduğunu anlar. Wallerawang’da Coxs Nehri’nin kenarında karşılaştığı gagalı memeli ‘Platypus’, Evrim Teorisi’nin oluşumuna giden yolda önemli bir kilometre taşı olacaktır. Bu hayvanı Avrupa’daki su faresine benzetir. İki canlının ortak özellikleri ve davranış türleri ilgisini çeker.
Ardından rastladığı marsupial potoroo (misk sıçan kangurusu) ile tavşan arasındaki benzerlikler karşısında, canlıların çevrenin koşullarına nasıl uyum sağladıklarını görür ve düşünceleri biçimlenmeye başlar. Darwin Güney Yarım Küre’deki hayvanların Kuzey Küre’deki değişik türlere benzerliklerini fark etmiştir. Sonrasında, çok farklı fiziksel biçimlenmiş iki hayvanın ekolojik bir ortamda nasıl olur da aynı rolü üstlenebildiği sorusuna yanıt arar. Tüm bu gözlemleri,1859 yılında baskısı yapılan “On the Origin of Species” (Türlerin Kökeni Üzerine) kitabında ayrıntılanan doğal seçilim yani doğal ayıklanma teorisine zemin hazırlamıştır.
Batı Avustralya Albany’de kabuklu hayvanlar ile henüz bilinmeyen çeşitli böcek örnekleri toplar. Darwin eğer Avustralya’ya gelmemiş olsaydı, büyük ihtimalle Evrim Teorisi’ni yazamayacaktı. Ancak o günden sonra İngiliz sömürgeciler Avustralya’ya akın etmeye başlamıştır. Çünkü seyahata çıktığı geminin asıl işlevi sömürge alanlarının keşfidir. Artık kapitalist üretim ilişkileri Avustralya’da hakimiyetini yerli halkları katlederek ve köleleştirerek kurar ve bölge madenciler için büyük bir yağma alanı haline gelmeye başlar.
Avustralya’da önce gümüş, daha sonra ise bakır keşfedilir. 1840 yılı ile birlikte İngiliz sermayesi bölgeye akmaya başlar. İlki Kapunda’da (1842), sonra sırasıyla Burra (1845) ve Bakır Üçgeni ( Moonta , Kadina ve Wallaroo üst kısmında) alanında Yorke Peninsula (1861) madenleri açılır. 1851 yılında Ophir’de ardından Victoria’da altına hücum başlar. 1850’li yılların ortalarından itibaren dünyadaki toplam altın üretiminin yüzde 40’ı Avustralya’da üretilir.
Güney Avustralya’da bulunan Olympic Dam Madeni, dünyanın bilinen en büyük uranyum madenidir. 1988 yılından bu yana çok geniş bir alanı kaplayan yer altı madeni ve buna entegre edilen altın, bakır ve gümüş madenleri için (siyanür vd.) işleme tesisleri ve açık hava depolama alanları oluşturulur. Olympic Dam Madeni 2013 mali raporunda yer alan bilgiye göre, madende yıllık 4.100 ton uranyum üretildiği yer alır.
Avustralya 824 milyon demir cevheri üretimi ile Çin’in ardından dünyanın en büyük üreticidir. Dünyanın toplam üretiminin yüzde 25’i Avustralya’da üretilir. Nikelin yüzde 9’u, alüminyumun yüzde 29’u yine Avustralya’da üretilmektedir. Bakırda dünyanın 5. büyük üreticisi, altında dünya üretiminin yüzde 9.2’si, gümüşün yüzde 6’sı, uranyumun yüzde 11’i, opla madeninin yüzde 95’i, çinkonun yüzde 12’si, nadir toprak elementlerinin yüzde 8’i Avustralya’da üretilmektedir. Dünyanın en büyük 6. zengin yatakları olduğu belirtilen kaya gazı üretimleri ise binlerce kuyu ile günümüzde devam etmektedir.
Avustralya’da elmas maden yataklarının Rusya ve Botsvana’dan sonra en zengin yatakları bulunmaktadır. Petrol üretiminde dünyada 29. büyük üretici iken kaya gazı üretimlerinden dönüştürdüğü LNG üretminde ise dünyanın 3. büyük üreticisidir. 2020 yılıyla birlikte dünyanın en büyük kaya gazı üreticisi olacağı ifade edilmektedir. Avustralya; Çin, ABD ve Hindistan’ın ardından dünyanın en büyük kömür ihracatçısı olması ise dikkat çekici bir diğer noktadır.
Avustralya’da onlarca orman kundakçısının yakalanması tesadüf değildir. 10 bin deve ve bir o kadar ata çok su tükettikleri için katliam emrinin verilmesinin tek nedeninin susuzluğu ortaya çıkaran maden ve enerji üretimleri olduğunu görmemiz gerekmektedir. Özellikle 2020 yılında en büyük kaya gazı üreticisi olmayı hedefleyen Avustralya’da suların bu üretim süreçlerine bağlanması için hayvanların katline hazırlanılırken aynı kadere mahkûm edilen ağaçların da yakılmasının temel nedeni bu üretimler için alan açmak olduğu bilinmelidir. Avustralya devletinin öngöremediği ya da umursamadığı şey ise küresel ısınma nedeniyle yangınların kontrolden çıkmış olmasıdır.