İran Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani ve Haşt-i Şabi’nin iki numaralı ismi Ebu Mehdi el Mühendis’e yapılan suikast, “artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak” dedirten cinsten bir gelişme.
Suikast, ABD ve İran arasındaki devletsel düşmanlığın üstündeki zaten her tarafından yamalı diplomatik perdeyi de kaldırıp attı. An itibariyle başlayan değil belki ama, iki ülke arasında dolaysız bir savaşla sonuçlanacak stratejik kapışmanın zaman aralığı radikal biçimde daralmış oldu. Zembereği Trump kurmuş oldu ve İran’ın bu zaman ayarının dışında kalma ihtimali yok. İster doğrudan, ister vekalet güçleri eliyle gerçekleştirilen intikam güdülü her saldırı hamlesi, İran’ı stratejik çatışma zamanına doğru iteleyen bir rol oynamış olacaktır. ABD durmayacaktır, o halde İran da duramaz.
Dolayısıyla, Ortadoğu merkezli tüm hesaplar da temel olarak daha radikal bir düzleme çekilmiş oluyor. Bu aynı zamanda, güçler arası ittifak ilişkilerinde de radikal geçişlerin ve denge değişimlerinin zeminini besleyen bir gelişme demek.
Vekalet savaşlarından devletler çatışmasına/savaşına doğru geçiş hazırlığının işareti olarak da değerlendirilebilecek suikastın, Ortadoğu’yu topyekun bölgesel savaşın tam içine doğru sürükleme olasılığı hiç de yabana atılamaz. ABD’nin, suikast provokasyonu üzerinden gelişmenin bu yönünü ne kadar kurguladığı, planladığını ya da stratejik çıkarlarının güvencesini elde etme çözümü olarak öngördüğünü bilebilecek durumda değiliz. Ancak kesin olarak bildiğimiz şey, Irak’ın işgalinden bugüne Ortadoğu’da olan biten her şeyin toplam sonuçlarından en başta geleninin, ABD emperyalizminin bölge üzerindeki egemenliği ve kontrol gücünden çok şey götürmüş olduğudur.
Rusya emperyalizminin, özellikle Suriye savaşı üzerinden bölge genelinde yükselen rekabet gücü ortada. İran, konumunu, ilişkilerini ve ittifaklarını adım adım sağlamlaştıran, genişleten bölgesel bir güç olarak var artık. Türkiye bile, bölgede, şöyle ya da böyle ABD’ye rağmen kendi yolunu açmaya yeltenecek pozisyon elde etmiş durumda. Çin’in, AB’nin (Almanya ve Fransa) bölge üzerindeki iştahlı ve etkili girişimlerini de ekleyelim bunlara.
Sonuç itibarıyla ABD, küresel kapitalist/emperyalist krizin sistemsel çöküş alametlerinin her yeri ve her alanı sardığı koşullar altında giderek kızgınlaşan amansız rekabette, rakipleri karşısında eski egemenlik pozisyonunu yeniden elde etme refleksiyle hareket ediyor ve edecektir. Bu, onun, kapitalist, emperyalist ve sömürgeci olmaktan gelen sınıf ve egemenlik güdüsü. Ve savaş, bu güdünün en şaşmaz pratik çözüm aklı olarak gerektiği her durumda ve çapta devreye sokulur, sokulacaktır.
Tam da bu nedenle ve suikastle birlikte, İran’a karşı savaş pozisyonu, Ortadoğu’daki bütün denklemi (ve dolayısıyla dünya denklemini) ABD önderliğindeki müttefik güçler lehine yeniden düzenleyebilmek için kritik bir eşik haline getirilmiş bulunuyor. Dolayısıyla, gelişmelerin seyri, sadece İran’ın değil, Rusya ve Türkiye başta olmak üzere her türden muhatabın şimdiki pozisyonlarını yetersiz hale getiren sonuçlar yaratacaktır. Her iki devlete egemen olan iktidar güçleri, bölgedeki paylaşım rekabeti ve savaşının dolaysız parçası olduklarından pozisyonlarındaki yeni ayarlamalar, ABD-İran çelişkisini hafifleten ya da ortadan kaldıran hiç bir sonuca yol açamaz. Bu anlamda Putin ve Erdoğan’ın suikast sonrası taraflara yaptıkları “itidal” çağrıları, kendilerinin bile uymayacağı palavralardan ibarettir.
Tam tersine, kendilerinin de pay sahibi olduğu savaşın önlenemez bölgesel derinleşmesini tetikleyen gelişmelere sömürgeci, yayılmacı çıkarları doğrultusunda kendilerini uyarlayacaklardır. Başka bir ifadeyle, Ortadoğu’da savaş, tümünün birden “çözüm”lerinin çözümsüzlüğünü temsil eden “son tahlil” olduğu için, belirleyici atmosfer olarak sonuna kadar korunacak ve sürdürülecektir. Ortadoğu’yu, iki emperyalist paylaşım savaşı ve soğuk savaş dönemiyle ayaklarından prangalayan kan, acı ve ölüm çözümsüzlüğü ve esareti, 21. yüzyılda da bütün acımasızlığıyla sürdürülmek isteniyor. Ama 21. yüzyıl, aynı zamanda, Ortadoğu halklarının kendilerine bir kader gibi dayatılan bu yüz yıllık emperyalist, yayılmacı, sömürgeci esarete karşı direniş ve isyanlarını sürdürmesine de tanıklık ediyor. Arap halk ayaklanmaları dalgasıyla kendini ortaya koyan irade, Ortadoğu halklarının emperyalist, kapitalist esaretten top yekun kurtuluşun yolunu işaret eden tarihsel girişimdi.
Nitekim, artık Suriye Kürdistan’ında gerçekleşmiş bulunan Rojava devrimi/Kuzey ve Doğu Suriye Federasyonu, bu tarihsel halk iradesinin cisimleşmiş Ortadoğu çözüm seçeneği, programı ve uygulaması olarak vardır. Emperyalist ve gerici güçlerin yağmacı, talancı savaş çözümüne (çözümsüzlüğüne) karşı halkların ve ezilenlerin “demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü” toplumsal barış çözümü olarak vardır. Diktatörlerin, faşistlerin tekçi, merkeziyetçi ulus devlet çözümsüzlüğüne karşı, halkların onurlu ve özgür birliğine dayalı konfederal çözüm seçeneği olarak vardır. O halde, Ortadoğu’yu topyekun Rojavalaştırmak çizgisi ve mücadelesi, emperyalistlerin ve bölge gericiliğinin savaş merkezli her türlü çözüm planını bozmak ve yenilgiye uğratmanın tek seçeneği olmak zorundadır.