Bir günde kaç kötülük haberi okuruz? Bir günde ne kadar düşmanlık yapılır? Sorular verilecek cevapların altında enkaza dönüşmüyor. Sorular trajediye güzelleme yapmıyor, yapmamalı da. Bıktık trajediden. Yarıştırmıyoruz, ağlak değiliz, merhamet de beklemiyoruz kimseden. Uzun süren kötülüğe isyan ediyoruz sadece. İsyanımızın volümü kısık, kötülük ise kulaklarımızı kapatacağımız kadar çığırtkan. Şımarık bir veledin velvelesi gibi. Geçecek diyoruz, geçecek ve gelecek getirecek…
Tezer Özlü yıllar önce söylemişti; “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi.” Tabi onca yıldan sonra faşizmin öldürme kabiliyeti ve yaratıcılığı da gelişti. Faşizm olabildiğince haysiyete saldıran bir mefhum olduğundan, sürekli yaratıcı ölümler inşa eder. Dört duvar arasındaki gazlı ölümlerden psikolojik ölüme kadar yol aldı. Direnişe laf söylemek yakışık almaz. Direnenlerin kabiliyeti her yerde meşhur. Hatta öyle meşhur ki o dört duvarlara bile yazılmıştır. Orası ayrı bir geleceğin kapısını açacak…
Saldırı bir füzenin gelip isabet etmesi değildir sadece. Ağır ağır ve vaadini gizleyerek de gelir. Binbir odalı bir sarayda bir ülkeyi rehin alabilir, yani organizedir. Bir odadan diğerine, oradan çekmecelere ve en nihayetinde hayatlarımızın tam ortasına güm güm güm: suç, yasak, ihanet ve ahlak. Genelde mikro alanda siftahını yapar ve makro düzeye evrilir. Türkiye’de en önce cezaevlerinin dört duvarları arasında filizlenip denizlerin kıyılarına kadar ilerler. Fay hattı meçhullüğünde de değil, geliyorum diyerek serpilir ve önü alınmazsa önüne geleni süpürür. Yaşa da, ırka da, cinsiyete de bakmadan ilerler. Faşizmin manzarası yoktur, ihtiyaç duymayacak kadar görgüsüzdür çünkü. Bu görgüsüzlükle de hiçbir gelecek getirmeyecek…
Metris R Tipi Kapalı Cezaevi diye bir cezaevi var. Bu R tipi cezaevleri tartışıldığı zamanlarda, iktidar cephesi hasta tutukluların tedavilerini kolaylaştıracak diyordu. Oysa hasta tutuklular için bir toplama kampına dönüştü. Hiçbir altyapı çalışması yapılmadan hasta tutuklular oraya sürülüp birbirlerine bakmalarına mecbur edildi. Üstelik bu cezaevine yemek bedeli düşük verildiği için az ve kötü yemekler veriliyor. Kendine bakamayacak kadar hasta olan bir insanı bu devlet doyurmuyor. Ergin Aktaş yaklaşık 10 yıldır cezaevinde. Elleri bileklerinden kesik ve cezaevlerinin bu politikalarından dolayı ileri derecede tüberküloz hastalığına yakalandı. Adli Tıp Kurumu 5 defa “cezaevinde kalamaz” raporu verdi ama buna rağmen tahliye edilmedi, edilmiyor.
Ergin’in koğuş arkadaşlarından biri belden aşağısı felçli Serdal Yıldırım, diğeri ise boynundan aşağısı felçli Abdullah Turan. Hiçbiri kendi başına yaşamını idame ettiremez. Ama şu anda üçü birbirine bakmaya çalışıyor. Devlet hasta tutukluları öldürmüyor, ölüme terk ediyor.
Tanıklıklar unutulmaz. Ergin Aktaş ile bir dönem aynı cezaevinde kaldım. Beraber aynı etkinliğe çıkıyorduk. Ergin’e sigara uzatıyor, çayını içmesine yardım ediyorduk. Metris’e götürülene kadar da arkadaşları onun bakımını üstlenmişti. Devlet kimsenin dayanışmasına tahammül edemeyecek kadar korkak. Aslında işin aslı dayanışmadan korkuyorlar. Dayanışmadan moral doğar çünkü. Devlet her şeyi çok iyi biliyor, iyiliği de bu yüzden kriminalize ederek hapsetmeye çalışıyor. Basında çıkan haberlere göre üç hasta tutuklunun çamaşır yıkama çilesi şöyle: İki eli olmayan Ergin Aktaş’ın ayaklarıyla ezerek yıkadığı çamaşırları, belden aşağısı felçli olan Serdal Yıldırım elleriyle sıkarak asıyor. Abdullah Turan ise boynundan aşağısı felçli olduğu için hiçbir şey yapamıyor. Ayıca Abdullah Turan’ın hapşırması ölümcül derecede riskleri tetikliyor. Tüm bunlara rağmen cezaevinde ısrarla tutuluyorlar.
2019 yılında 50 tutuklu cezaevlerinde öldü. Yıla dağıldığı için münferitleşiyor. Aslında bu bir katliamdır. Halen devam ettirilmek ve sayılara indirilmek istenen bilinçli bir katliam. Siyasi tutuklular için mapushane yata yata bitmiyor.
Resmi ideoloji mezara kadar kelepçe hukukunu her yere sirayet ettiriyor ve bunda diretiyor. Bu hukuk düşman hukukunun tezahürüdür. Hiçbir “ama” veya mazeret bunu örtmez. Türlü laf güzellemesi de değiştirmez. Hastaya böyle davranmak, toprağa karışana kadar kelepçeli tutmanın isteğidir. Hukuk engizisyona, cezaevleri ise toplama kamplarına özentili. Kötülüklerin yarıştığı bu zalım yılların adı da Ortaçağ faşizmi.