Bu yazıyla kapitalizmin bugünkü gerçek dünyasının somut devrimci içeriğini anlamaya, anlamlandırmaya yönelik “didiklememi” bitiriyorum.
Bütün bu “didiklemelerimin” biri pratik, diğeri teorik iki hareket noktası var.
Pratik hareket noktam, reel sosyalist hareketin toplumu dönüştürücü etkinliğinin giderek zayıfladığını; dayandığı “geleneksel” toplumsal temelin giderek daraldığını; hareketin zeminini genişletmeye, toplumun yeni “dertleriyle hemhal olmaya” yönelik girişimlerin her defasında sosyalist hareketi biraz daha düzenin içine çektiğini, kapitalizm açısından zararsızlaştırdığını ve köksüzleştirdiğini hissetmekten kaynaklanan huzursuzluğumdur.
Teorik hareket noktam ise Marx’ın kapitalist üretim tarzının işleyişini modellediği “sermayenin genişletilmiş yeniden üretim süreci”nin temel varsayımlarından biri[1] olan “sınırsız proleterleştirme kapasitesi”nin nüfus duvarına dayandığı/dayanmak üzere olduğu, bunun bir toplumsal üretim sistemi olarak kapitalizmin bundan sonraki gelişme çizgisini/evrenini belirleyecek çok büyük sonuçlar yaratması gerektiği biçimindeki sezgimdir.
Daha önce de belirttiğim gibi irdelediğim mantıksal ve olgusal unsurların çok büyük bir bölümü (belki de hepsi) uzun bir zamandan beri bilinen şeyler. Benim bu tartışmayla anlamaya çalıştığım ve aynı dertten muzdarip yoldaşlarıma hissettirmeye çalıştığım şey somut bir hareket olarak sosyalizmin, sınıf mücadelesinin gerçek dünyası ile arasındaki fiziki mesafenin kapitalizmin bu yeni gerçekliği ile ilişkisidir. Tartışmadan beklentim ise, sosyalist harekette, bu yeni gerçekliğin, “bugünkü kapitalizmi yıkan gerçek harekette” yarattığı/yaratacağı sonuçları ortaya çıkarmaya yönelik teorik ve pratik çabaları özendirmesidir.
Kapitalizmin yeni tarihsel gerçekliğinin bu bakış açısıyla yapılacak bir analizinin sosyalist hareketin bugünkü “yapısal-tarihsel” sorunlarını aşmamıza nasıl ve ne ölçüde bir katkı yapacağını ise elbette ancak pratikte görebiliriz. Bununla birlikte, böyle bir analizin halihazırda yaşamakta olduğumuz politik ve toplumsal çatışma pratiklerini kendi bağlamına oturtması gerektiği, bugünün somutluğu içerisinde doğrulanması gerektiği de açıktır.
“Proleterleştirmenin nüfus bakımından sınırına ulaşmasının” kapitalizm için yaratacağı yıkıcı sonuçların ortaya çıkmasını önleyen “sermaye ürünleri”, olay bugünkü noktaya gelmeden çok önce ortaya çıkmaya başladı. Ancak bu ürünlerin, bugünkü büyük çaplı genişlemesinin bu sınıra ulaşma/yaklaşmasının sonucu olduğu gösterilebilirse, buradan, sınıf mücadelesinin geleceğine ilişkin son derece önemli sonuçlar çıkar.
Örneğin, kapitalist meta pazarı aracılığıyla toplumsal emeğin bileşimini genişleten yeni “değer üretimi” kaynaklarının, sömürüye konu edilen yeni emek biçimlerinin bugünkü büyük çaplı genişlemesinde bu olgu tayin edici bir role sahipse, emeğin sermayeye “meta biçimi” altındaki bağımlılığının dışındaki bağımlılık biçimlerinin sınıf mücadelesindeki öneminin kaçınılmaz biçimde artacağı ve artmakta olduğu sonucuna varılabilir. Emeğin sermayeye meta biçimi altındaki bağımlılığı ile meta benzeri veya meta biçiminde olmayan bağımlılık biçimlerinin analizi bize proleterleştirmenin yeni biçimlerini veya proleterleştirmeye benzer yeni “toplumsal bağımlılık” statülerini tanımlama olanağı verebilir.
Bu noktada, ev içi ödenmemiş emeğe meta benzeri bir konum kazandırılarak toplumsal emeğin bileşimine sokulmasında ortaya çıkan sıçramanın, patriarkal egemenliğin ev içi kadın emeğinin metalaştırılması süreci karşısındaki durumunu, dolayısıyla kapitalizme karşı mücadele ile patriarkaya karşı mücadele arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlamamızı gerekli hale getireceğini de eklemeliyiz.
Buradan hareketle, emeğin sermayeye bağımlılığının, metalaştırma dışındaki biçimlerinin teorik ve pratik eleştirisi ile meta biçimindeki (ücretli emek) bağımlılığının teorik ve pratik eleştirisi arasındaki bugünkü açıyı ortadan kaldıracak bir sınıf perspektifi üretilebilir.
Sermayenin “kullanım değerleri üretimi” de yeni bir olgu değildir. Ancak, proleterleştirmenin nüfus bakımından sınırına ulaşmasıyla birlikte, “aşırı meta üretimi” (veya Keynes’in sermaye tarafından, “tersten” ifadesiyle “efektif talep yetersizliği”) sorunu daha önce görülmemiş bir ölçekte ortaya çıkar. 1929 Büyük Bunalımına yol açan “efektif talep yetersizliği”ne temel oluşturan nüfusun sınıf kompozisyonu ile bugünkü durum arasında bir karşılaştırma yaptığımızda, üretim araçlarının kitlesel imhasına yol açan büyük ekonomik çöküntülerle veya silahlanma ve savaş gibi üretici olmayan devlet harcamaları ile dengelenemeyecek ölçüde büyük ölçekli bir sorunla karşı karşıya olduğumuz gösterilebilir. Efektif talep yetersizliğinin bugün için oluşturduğu tehdit, ekonomik denge formülüne, kitlesel tüketim normlarını “yükseltmeyi” eklemeyi zorunlu hale getirir.
Bu noktayı yakaladığımızda, tüketim normlarını, insanları özgürleştirmeyecek, tersine onların bağımlılık derecesini artıracak türden yeni gereksinimler yaratarak “yükselten” bugünkü gereksinim imalatı sanayiini yalnızca “kapitalist bir komplo” olarak değerlendiren yaklaşımdaki “fukaralık” sırıtıverir. Marx’ın çağında sermayeye biriktirmeyi farz kılan kapitalizm[2], günümüzde proletaryaya ve tüm insanlığa tüketmeyi farz kılıyor. Sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi için sıradan insanlara yüklenen “tüketim görevi”, tarihteki en yüksek noktasına ulaşmış görünüyor. 19. yy boyunca ve 20.yy’ın ortasına kadar işçileri “tutumlu” olmaya, azla yetinmeye çağıran kapitalizm, 20.yy’ın dördüncü çeyreğinden itibaren hedonizmi teşvik için elindeki bütün araçları seferber ediyor. Sermaye bunu “insanlar”ın özgürlüğünü, mutluluğunu, moral tamlığını, yeteneklerini özgürce geliştirmesini sağlamak için yapmıyor; insanların % 75’inin kapitalist kentlere yığıldığı bir dünyada kitlesel tüketimi artırmaya mecbur ve “gerçekleştirilebilir” (pazarda alıcı bulabilecek ve satılabilecek) metalar üretebilmek ve ürettiği metaları “gerçekleştirmek” için bulabildiği en kestirme yol bu olduğu için yapıyor.
Öyleyse, “tükettirme”nin sermaye için “yapıcı”, insanlığın geri kalanı için bağımlılaştırıcı, sakat bırakıcı bugünkü biçimi, bu “zorunluluğun” otomatik sonucu değil, sermayenin bu zorunluluğa verdiği bir sınıfsal yanıt. Buradan hareketle de, kapitalizmin “gereksinim imalatı endüstrisinin” ve “tükettirme mecburiyeti”nin karşısına, işçi sınıfının özgürlük ve eşitlik için gereksinim duyduğu kullanım değerlerini üretme mecburiyetini çıkarmasının olanaklı ve gerekli hale geldiğini söyleyebiliriz. Ücretleri artırmak ve çalışma saatlerini düşürmek için yürüttüğümüz ekonomik mücadeleyi, ücret mallarının içeriğini belirleme, ücretlileri borçlandırma sistemlerinin pençesinden kurtarma ve yeniden üretim zamanına egemen olmayı hedefleyen yeni taleplerle tamamlamamız gerekiyor. Ekonomik mücadelenin bu yeni tipte taleplerinin, alışageldiğimiz işçi hareketinin rutini içinde kendini göstermeyeceği ortada. Ama zaten sorunumuzun bir yönü de “alışageldiğimiz işçi hareketi”nin dayandığı işçi sınıfı fraksiyonunun “içeriden” aşılamayan izolasyonu değil mi? Ekonomik mücadelenin kapsamındaki bu genişlemelerle, kompozisyonu yeniden tanımlanacak işçi sınıfı hareketinin toplumsal ilerlemenin öncülüğü rolünü yeniden üstlenmesi, bir önceki duruma göre daha olanaklı bir hale gelmez mi?
Bugünün kapitalizminin eleştirisine, “kapitalist üretim modeli”nin temel varsayımlarından en az birinin ortadan kalktığını kabul ederek giriştiğimizde, “bildiğimiz” işçi sınıfı hareketinin kırk yıllık gerilemesinin altında yatan gerçek temeli de ortaya çıkaracak, işçi sınıfı kavramımızı bu kırk yıl içerisinde ortaya çıkan genişlemeyi de içerecek şekilde yeniden kurmamıza yol verecek ve seramayeye bağımlı emeğin bütün biçimlerini içine alan yeni bir işçi sınıfı kavramına ulaşmamıza götürecek bir kapıyı aralayabiliriz.
Denemekte fayda var.
[1] Diğer ikisi sermayenin metalaştırma kapasitesinin sınırsızlığı ve genişleme/içerme kapasitesinin sınırsızlığıdır.
[2] “Biriktiriniz, biriktiriniz! İşte, Musa da bu, peygamberler de bu!” Marx, Kapital C. I Bl. 22